İslâm dünyasının nasıl sömürüldüğünü anlamak için günümüzdeki “kedicik” sahipleri olan vatandaş ile Pensilvanyalı “hizmet” sahibi olanın bir türdeşine daha rasladım bu günlerde.
Şu günlerde “Endonezya’da Bağdaştırmacı İslâm” konulu bir çalışma yaparken Türkçe “baba” anlamında Endonezce Bapak lakaplı Mohammad Subuh Sumohadiwidjojo adlı bir Endonez dini ve sosyal hareketin kurucusuna rasladım. Hareketin adı
“Subud “ olarak anılıyor. Subud çok kısaca söylersek İnsan Tanrı ve Ahlâk
ile özdeşleştirilen Sanskritçe üç sözcükten kısaltma yapılarak üretilmiş bir kavramdır.
İslâm dünyasında en iyi satılan ürünün “din” merkezli olduğunu bilen İngilizler bu konuyu gayet güzel kullanıp yeryüzünün en kaliteli dilencileriyle iş adamları üretmeyi başardılar. Çünkü adamı piyasaya sürenler İngilizler.
Yukarıda adını verdiğimiz 1901 yılında Semarang yakınları Kedungjati köyünde doğan 1987 yılında Cakarta’da 86 yaşında ölen Orta Cavalı Endonez vatandaşının öyküsü çok düşündürücü ve ibret vericidir.
Adamın 25-32 yaşlarına kadar olan hayatının gençlik bölümü hakkında bir bilgi bulamadım. Ailesi ve parasal ilişkisi, eğitim ndeir anlayamadım. Bilgi bulamadım. Ne hikmettense Orta Cavalı bir köylü olarak dünyayı uçaklarla gezip otellerde dünyayı kurtarma plânlarını anlatacak kadar da mali açıdan güçlü. Bir ara Obama’nın babası olduğu da iddia edildi. Adam gizem dolu. Sizin anlayacağınız adam denklem gibi. Her neysAma bu adam 25 veya 32 yaşlarında ortaya çıkıyor Hazreti Muhammed’in miracını hatırlatan bir beyanatta bulunuyor: “Ben yedi kat göğe çıktım. Cenneti gördüm. “
Ardından Endonezce “latihan kejiwaan” dediği bizdeki tarikatçıların veya benzerlerininin zikirlerine benzer “ruhsal talim” anlamındaki ritüelleri ilân edip, para toplamaya başlıyor. 1970 lerden sonra hareket hızlanıyor. Güç kazanıyor.
Zehir altın tepsi içinde sunulduğundan amaç çok hayırlıdır, hedeflerini şöyle ilân ediyorlar; Çocuklara ve yoksullara yardım. Eko tarım yapmak. Bu amaçlarla şu anda ülkemizde bulunan uluslararası tarikatların varlığından da söz edilmektedir.
Neden? Çünkü geri kalmış veya gelişmekte olan ve de okumayan ülkelerde en iyi satılan ürün “din” merkezli malzemelerdir. “Dini musiki” “Kuran Kursu açma” gibi ön yüzü son derece mantıklı ve de çekici ama arka bahçesinde “zehir” ve “cehennem” bulunan icraatlar gibi.
Bugün 70 civarındaki ülkede örgütlenmiş olan bu adamın örgütü İslâm adı ile en büyük İslâm pazarı Endonezya’da da örgütlenmiş durumda. Adamın anavatanında.
Amaç iki sent üç sent de olsa yoksul milyonlarca insandan toplayıp şirket kurmak. Şirket kurmak yani holdingleşmek. Bizde Fetö’nün yaptığı gibi. Tabi şirketlerde din hukuku değil şirket hukuku geçerlidir. Din hukukuyla para dilenip şirket hukukuyla ekonomik faaliyet yürütmek daha için başında bu işte bir sorun var dedirtmeli.
“En büyük sör, en büyük hırsız diyen İngiliz atasözü” gibi bu sokakta dilenci öbür sokakta iş adamı ve asil bir adam olan bu haysiyetsizler Avrupa ve Amerika’da baştacı ediliyor.
Şimdi şöyle düşünün; ana baba Endonez olan bir adamın adıyla kurulmuş bir vakfa Endonezya’da yardım parası toplamak çok doğaldır diy mi?
Ama doğal olmayan bir şey var. Toplanan paralar şirkete dönüşüyor. Ardından İngiltere, Kanada ve Amerika gibi ülkelere transfer ediliyor.
Pensilvanyalı’nın bugünlerde gaybubet evlerine dönüşen ışık evleri gibi bunlar da her ne hikmettense “Subud evleri” (Subud Houses) açıyorlar. Birbirlerine ne kadar benziyorlar.
Uluslararası Dünyayı Kurtarma amaçlı kongreler düzenlerken şirket sahipleri vergisiz, kontrolsüz bağış paralarıyla servetlerine servet katıyor.
Bu tip insanlar dünyanın her yerinde her dini sömürüyorlar.
Örneğin Japonya’da 250 bin civarında taraftarı olan ve sıradan Japon halkının pek sevmediği ve “vergi kaçakçısı” datsuzeisha (脱税者) diye nitelendirdiği bağış yolu ile kaçakçılığın evlendirme işlemleri ile de para toplamanın kompetanı olmuş “Unification Church” hareketi gibi. Adamlar imanla para kaçırıyor, müritleri de ülkeleri olmayan yaratığa dönüşüyorlar. Önderlerinin zaten vatanı, milleti yok.
Orada hiristiyanlık, burada İslâmlık kavramları kullanılıp insanlar en zayıf yerinden vuruluyor. Milyonlarca insandan toplanan yeşil dolarlar, sentler İngiltere’de Amerika’da, İsviçre’de hesaplara aktarılıyor. Yoksul yığınlara da bu tarafta ellerine verilen öbür taraf ait cennet arsası sertifikaları kalıyor.
Birleşmiş Milletler bile bu hırsızlara destek veriyor. Böyle garip bir dünyada yaşıyoruz.
Kullanılan kavramlar İslâmi-Hindu karışık adeta yeni bir din gibi dini kavramlar.
Sonuçta Tanrı’nın ışığı paranın peşinden gidiyor ve ortaya ‘Mohammad Subuh Foundation’ çıkıyor.
Mohammad Subuh öldü ama ardından giden 10 bin civarındakiler yaşıyor.
İçlerindeki kurnazlar; yatırımcı, işadamları oluyor. İçlerineki garibanlar ise esas yükü çekiyor ve sayıları binlerle ifade edilen 1-2 dolarlar birikiyor, bir anda bir kişinin cebine binlerce dolar olarak akıyor. Ama garibanlar ”helper” adıyla zikirler yaparken çok mutlular. Aidatları hiç aksatmıyorlar, daha da mutlu olıuyorlar. Böylece cennetin sekizinci katına uçacaklarına inanıyorlar. Çünkü ”baba” uçtu ve geri geldi.
O “Muhammad Subuh” tur. İngiliz Corc değildir. Alman Hans değildir.
Niçin adı Mohammad Subuh’tur? Çünkü en iyi pazar oradadır. 250 milyonluk İslâm pazarı: Endonezya
Unification Church, Fetö ve diğerleri aynı kumaşın bezidir.
Hükümetler “bağış yapan ile bağış alanın” “aynı anda birbirine aktarma yaptığı bir düzen“ kurmadıkça sömürülmeye devam edeceğiz.