PKK; Anadolu Hıristiyanlığın kutsal topraklarıdır “KAFİR TÜRKLERE BIRAKILAMAZ.” diyen haçlının ürünüdür.
PKK; Abdullah Öcalan, dağdaki üç beş kiralık ve meclisteki sahibinin sesi olanların kontrolünde bir hareket değildir. Onlar isteseler de PKK’yı kuran güç istemedikçe silah bırakamazlar. Maşanın görevi maşalık yapmaktır. Esas olan maşayı tutan el ve onu kullanan beyindir. Onları görmek tanımak gerek…
PKK’yı kuran güç 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden beri bizi bu topraklardan atmak için yalınayak baş kabak Hıristiyan dünyasını dolanıp haçlı seferlerini düzenleyen güçlerdir.
Bu toprakları önce vatan, sonra haçlıya mezar yapan alevi, Sünni, Türk, Kürt kardeşliği bozulup birbirine kırdırılarak asırların intikamı alınmaya çalışılmaktadır.
PKK, Selçukludan Osmanlıya, Osmanlıdan Cumhuriyete uzanan yolda her asırda paranın, makamın, ağanın ve şeyhin cazibesi etrafında turlayan gafil, cahil ve hainler zincirinin son halkasıdır.
PKK, Kürt kimliğiyle kendini maskeleyen Kürt ve Türk düşmanıdır. PKK’lıyı Kürt ve Kürt’ün temsilcisi gibi görmek bu millete ve bu ülkeye yapılacak en büyük ihanettir.
Kürt’ü PKK’lının yanına koyanlar “En iyi Kürt ölü Kürt’tür.” “Kürt’ün evliyası olmaz.” diyenler gaflet, dalalet hatta hıyanet içinde olan, eline verilen bombanın pimini çekerek intihar eden ahmaklardan başkası değildir.
PKK terör örgütünün anahtar kelimesi “Demokrasi”, “Demokratikleşme” ve “Özgürlük” tür. En tabii insan hakları olan bu kelimeler arkasına saklanılarak taraftar toplandı, düşüncelere hükmedildi.
Ne yazık ki ‘terör sorununu’, ‘Kürt sorunu’, ‘etnik sorun’, ‘demokratik sorun’ olarak sunan PKK’nın estirdiği rüzgar yönünde zirvelerden de yelken açılınca çok hızlı yol alındı; terörist şehitlikleri açıldı, vergi toplandı, mahkemeler kurulup yol kontrolleri yapıldı. Ülkenin topraklarında kurtarılmış bölgeler ilan edilerek mevziler kazıldı, her taraf cephanelik oldu. PKK ilk ortaya çıktığında Özal tarafından “üç buçuk çapulcu” denilerek geçiştirildi; yılanın başı küçükken ezilmedi. 2002’ler olunca yeniden şahlandı, önleri açıldı.
İktidar, milliyetçiliği ayaklar altına alıp din kardeşliği ve huzurun tesisi için ‘çözüm süreci’ ‘barış süreci’ başlattı. Bu süreç içinde Habur, Oslo, İmralı ve mezara kadar denilen Dolmabahçe mutabakatlarıyla gizli ve açık anlaşmalar yapıldı.
Kardeşliğin tesisi için 2009’da ‘Kürt açılımı’ arkasından ‘Demokratik açılım’ başlatıyoruz denildi. Anayasadan “TÜRK” adı çıkarılırsa böylece ‘demokratikleşme’, ‘eşitlik’ ve kardeşliğin sağlanacağı sanıldı. Kardeşlik sağlanamadı, verildikçe daha çok istediler. Uzatılan kardeşlik eli istismar edildi. Çözüm diye çare arayanlar ülkenin nasıl çözüldüğünü beşli onlu şehitler gelince net olarak gördü. Ancak çözümsüz çözümü de çöpe attık denilemedi buzdolabına koyduk denildi!
Silahlar teslim edilerek çözüm gelecek denildi; silahlar teslim edilmedi, silahlar alındı. Maşalar adam sanılıp muhatap alındı. Yani Kobraya bay Lord denilirse yılanın huyundan vazgeçeceği sanıldı ancak herkesin fıtratının gereğini ve verilen görevi yaptığı görüldü.
Kahraman asker ve polisimizin kanı canı pahasına PKK üzerinde oluşturduğu baskı neticesinde PKK’ya büyük zayiat verdirildi. Bu milleti tükürüğüyle boğabileceğini sananlarda ‘yeniden barış’ diyerek zaman kazanma derdine düştüler. Merkel Türkiye’ye gelerek seçim sonrası barıştan bahsetmeye başladılar.
Siyasetçilerimiz bu noktada siyasi çıkar hesaplarını rafa kaldırıp T.C. Devletinin, Türk milletinin, Türk vatanının bekası adına güvenlik güçlerimize yetki verilerek desteklendiğinde PKK’nın belinin kırılacağı ülkemize yeniden huzur geleceğini ümit etmek isteriz. Huzurlu günler dileğiyle…