Zaman, Cumhuriyet Dönemi; Milli Eğitim Bakanı H. Suphi Tanrıöver’dir. TBMM’de 1921’in şubat’ında okullarla ilgili bir konuşma yaparak şöyle der: “Eğer bazı mahzurları olmasa, bir tane ecnebi mektebi bırakmam. Bu konu dahili olduğu kadar, harici de bir meseledir. Amerikan, Fransız ve İtalyan okulları kapatıldığında bunun harici tesirlerini düşünmek zorundayız.” Diyerek kuşatılmışlığın ve çaresizliğin boyutlarını ortaya koyar.
Lozan Antlaşmasında Türk tarafı Fransa, İngiltere ve İtalya’ya ait 30 Ekim 1914 tarihinden önceki tanınmış olan din, öğretim, sağlık ve yardım kurumlarının faaliyetlerini tanır. Türk kurumlarının tâbi olduğu yeni düzenlemelere onların da tâbi olacakları karara bağlanır.
Cumhuriyet’in kurulmasını müteakip Amerikan misyoner teşkilatları Türkiye’de okul ve yetimhane açmak için talepte bulunurlar. Mevcut olan okulların mevzuata uygun olarak kalmaları şartıyla devamına izin verilir. Ancak 30 Temmuz 1922 tarih ve 1718 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yeni okul açma istekleri reddedilir.
M. Kemal Amerikan isteklerinin ne anlam taşıdığını şu sözlerle ifade eder: “Tarihte hiçbir millet yoktur ki başka bir milletin çocuklarını eğitip öğretsin o gençlerde o milletlere karşı birtakım hissi duygular uyanmış olmasın. En hafifiyle düşmanlık duyguları törpülenecektir, buna müsaade edilemez, Türk milleti kendi evlatlarını kendi okutacaktır.”
1924 Tevhid-i Tedrisat kanunu gereği Türkiye’deki eğitim öğretim kurumlarının hepsi Milli Eğitim Bakanlığına bağlı hale getirilir. Özel öğretim kurumlarının öğretim dili Türkçe olarak belirlenir. Lozan hükümlerine göre Türkçeden başka dille öğretim yapılmasına izin verilen kurumlara da kendi statüleri içinde bazı derslerin Türkçe okutulması mecburiyeti getirilirken diğer dersleri de azınlıkların kendi dillerinde okutmalarına izin verilir.
Türk milleti, Selçukludan Osmanlı’ya uzanan bir çizgide milli bir dil politikası izlememenin bedelini çöküş dönemine gelindiğinde yabancı ve azınlık okullarına Türkçeyi ders olarak koymaya kalkınca öder. Avrupa ayağa kalkar; “Türkçe bir dil değildir, Türkçeyle sanat olmaz.” denilir.
Tabelalarına milli yazdığımız eğitim öğretim kurumlarımız dininden, dilinden, tarih ve kültüründen uzaklaştırılınca batı taklitçisi, kompleksli nesiller yetiştirip tarihe nostalji, dine yobazlık gözüyle bakan insanlar üretildi.
Bağımsızlık savaşıyla ülkemizin sınırlarını çizdik; ancak bağımsız, hür, demokrat, beyinleri ipoteksiz nesiller yetiştiremedik. Bizim çocuklarımıza ne okutacağımıza elin gavurları karar verdi ve vermeye devam ediyorlar.
Bu anlamda 27 Aralık 1949 tarihi Milli Eğitim tarihimizin bir dönüm noktası kabul edilir. Bu tarihte ABD ile Fulbright ‘Eğitim ile ilgili anlaşma’ yapılır. Buna göre ‘Türkiye’de Birleşik Devletler Komisyonu kurulacak Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri tarafları bunu kabul edecektir.’ Anlaşmanın 5. Maddesi durumun izahına yeter.
5. madde: “Türkiye’deki Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu, dördü T.C. vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. Amerika’nın Türkiye’deki misyon şefi
, komisyonun fahri başkanı olacak ve oyların komisyonda eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir.”
Birde ‘Milli Eğitim Geliştirme’ adlı bir komisyonumuz vardır. 1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı ve başlarında da L.Cook adlı bir Amerikalı bulunuyordu. Milli Eğitim Bakanlığına 1998’den sonra ikinci bir patron daha gelir: AB.
Ders kitaplarından şehitlik, gazilik, cihat kelimelerini çıkartın; Atatürk fotoğraflarını duvardan indirin, andımızı kaldırın, “Allah indinde din ancak İslam’dır.” Hükmünü hutbelerden kaldırın okutmayın diyebilen AB…
Faydalanılan Kaynaklar:
1)Yılmaz Dikbaş-Atatürkçüler Yenildi-1.Baskı Eylül 2012/Enki Yayınları
2)Necdet Sevinç- Osmanlıdan Günümüze Misyoner Faaliyetleri-3. Baskı/ Milenyum Yayınları
3)Dr. Halit Ertuğrul- Kültürümüzü Etkileyen Okullar-4. Baskı/Nesil matbaacılık
4) Tercüme:Cem Tarık Yüksel-Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları/ Enderun Yayınları