Şiir söz konusu olunca, birilerinin aklı başından gidiyor ve bu birileri, hep, “Ben!” diyerek söze başlıyorlar.
Dediklerine baktığımız zaman ise, ortada, sâdece, zihinlerindeki ‘muhakemesiz’ birkaç safsatadan başka bir şey görünmüyor.
Sen, ne yapmışsın a kardeş!? deyince de, soruda bir suç varmış gibi, tahkir edici bir tavır takınıyor. Ona, dâima, hep iyisin; senden gayrı bir kalem yok; bu iş, ancak bu kadar olur, diyeceksiniz ki, tatmin olsun.
Elbette, az değil; çok sıkıntılı zamanlarım da oldu!..Fakat, kendimle tartışarak, kendime çekidüzen vermeyi esas maksat bilerek ve kimseye tafra atmadan!.. Zaman buldukça- eğer varsa- istişâre edecek birileriyle kafa kafaya vererek, mes’eleler çözüldü, çâre bulundu!..
Kafa kafaya vermek, önce kendi kafanın içindekileriyle mutabık olmaktan geçer. İnsan; muhkemi ve mükemmeli aramak üzre bu yola koyulur!..
Ham hayâli canlandırmak ve onu, hakîkat sahnesine sürmek ancak selîm idrâk taşımaya temâyüllü selîm akılla vücût bulur.
O zaman, her zamanki k(ı)lâsik soruyu sorarız: Şiir, kafandaki her kıpırdayan şeyi yazmak mıdır?
Veya; şiir, sâdece, his dediğin târîfi zor şeyin izinde giden bir hayâlperestin mahsülü müdür?
Değilse; niçin, bu ‘ben’ kibriyle meşgûlsün?..Benlik çukurundan şiir çıkmaz, bilesin!..
Çünkü şiir; yüksekliklerin sesidir...Olabildiğince hür bir çığlıktır da, yerine göre, derinlemesine bir iç sükûnu ve yalnızlık ihtişâmıdır.
Hür çığlığıyla haykırdığınız kadar, yalnızlık ihtişâmında da, aynı dünyânın ebedî mecrâsında kanat çırparsınız/çırpmalısınız!..
Kim ki; ben, kalabalıkların adamıyım der, onun, şiir vâdisinde mekân tutması zordur.
Şiir, kalabalıklardan değil, yalnızlıklardan çıkar. Bir şey var ki, onu da akıldan çıkarmamak lâzımdır: Şiir, yalnızlıklardan, sükûnetten çıkar ammâ, hükmettiği dâima kalabalıklardır, bunu bilmek şarttır.
O zaman;
Hem hissin içindeki aklı ve hem de aklın içindeki his’i ara!.. Bulamasan bile, ara!..Yine ara ve yine ara!..Çünkü san’at; bulmak değil, hep ve dâima aramaktır!..Hattâ; aramak ve bulamamaktır!..
Hadi, şimdi biraz ferahla!..
İstediğin nedir önce onu anla ve anlat!..Kendini zorlamadan söyle diyeceğini!..
Mâdemki, akıl fazla önemli değildir de, his baştacıdır, konuştur hissiyatını da görelim!.. Hadi, dillendir onu, bir bakalım!..Öyle değil, işte!..
Hem o, hem de o!..İkisi iç içe ve ikisi de birbirine muhtaç!..
Akıl ile hissi çekiştirmene, çatıştırmana ve çeliştirmene, senin basit, içtenpazarlıklı, piyasa malı sıraladığın ucûbeler mi, kimseyi bilmez yerine koyduğun tasavurun mu yoksa kelimelere haksız olarak yaptığın işkencen mi, cesâret veriyor, onu söyle!..
Fakat...Bilmelisin ki, şiir, ne cesâret işidir, ne de korkaklık!..Ben söyledim oldu, kabadayılığı hiç!..
Demek ki; şiir, öyle alel-üsûl bir san’at, alel-usûl bir meşgale ve ülkü değildir.
Netîce şu ki; Muallim Naci’nin dediği gibi:
“Erbâb-ı teşâür çoğalıp şâir azaldı
Yok öyle değil, şâirin ancak adı kaldı”.
Son sözümü, ‘HÂLİMİZ’ başlıklı beytimle söyleyeyim:
“Nezâket değil; şöhret, kin, nefret ağındayız!
Şiir, ilim, san’atta, gaflet batağındayız!”