Ankara’da neşredilen Çağrı Dergisi’nin kurucusu, şâir ve yazar Feyzi Halıcı; seneler önce, kendisiyle yaptığım bir telefon konuşmamızda, söz, dönüp dolaşıp Necip Fâzıl’a gelince, hemen kayda aldığım şu cümleyi kurmuştu:
“Necip Fâzıl, şâir olarak aliyyülâlâdır. Fakat, taşkın adamdır.”
Ben, Feyzi Halıcı’nın bu cümlesi hakkında, 2013 yılında yayınlanan Çile’nin Sultanı adlı kitabımda, ‘Üstâd Necip Fâzıl’ı Anlatmak’ başlığıyla yazdığım makalede şu değerlendirmeyi yapmıştım:
“Necip Fâzıl, tek kelimeyle ‘zor adam’dır, ‘çetin’dir.
Şâir Feyzi Halıcı’nın dediği gibi: “Necip Fâzıl, şâir olarak aliyyülâlâdır. Fakat taşkın adamdır.”
“Zor”luğu, hem “aliyyülâlâ”lığından ve hem de “taşkın”lığından gelir. Hem “aliyyülâlâ” ve hem de “taşkın” adamlar, hem ‘çetin’ ve hem de ‘nâdir’dirler.
Çünkü O; Kaldırımlar-2 şiirindeki gibi, yerine göre, “Sükût gibi münzevî” ve yerine göre de, “çığlık gibi hür”dür”.
Büyük şâirlik böyle bir şeydir!..
Baktığı noktadan, âdeta, bütün dünyâyı tarassut eder!..Sanki, her şey, onun murakabesi altındadır…Dıştan içe, içten dışa doğru muhteşem bir seziş gücüne sâhiptir…
“Taşkın adam”; “kabına sığmaz adam”dır. Yoksa haddini bilmeyen değil!..
Peyami Safa, O’nun şiiri hakkında: “Necip Fâzıl’ın her mısraı bir şiir mecmuasıdır” der.
Sâdece şiir mi diyenler olabilir; elbet değil!..Tefekkür ve tiyatro eserlerinde de öyledir.
Necip Fâzıl; Çile’den, Tohum’dan Kanlı Sarık’a, Reis Bey’e, Çöle İnen Nur’a, Aynadaki Adam’a, Bir Adam Yaratmak’a, O ve Ben’e, Kafa Kâğıdına, Bâbıâli’ye, Edebiyat Mahkemeleri’ne, Yunus Emre’ye, Para’ya, At’a Senfoni’ye, İmam ve İslâm Atlası’na kadar onca ve kendi ifadeleriyle “kitaplık çapında” bir şâir ve mütefekkirdir!..
İşte O; bu “aliyyülâlâ, taşkın” ve ‘kabına sığmaz adam’, kendinden sonra belki de yüzlerce sene devam edecek bir estetik anlayışın/bir poetikanın temelini de atmıştır.
Tabiî ki, sâdece bu kadar da değil, dahası vardır: Çilenin Sultanı’nda, ‘Bir Dâhi Portresi’ başlıklı makalemde, O’nu şöyle târif etmiştim:
“Dâimâ biri diğerinden önde iki vasıf: Mütefekkir ve şâir. Yâhût da şâir ve mütefekkir. Şâirliği başlıbaşına sarıcı ve sarsıcı; mütefekkirliği başlıbaşına beyin zonklatıcı fakat ufuk açıcı.
Şâirliği mütefekkirliğinin, mütefekkirliği şairliğinin içinde, üstün bir idrâk ve faziletli bir imânla kaynaşmış hâlde.
Üslûp: Harikulâde ve nefes kesen cinsten.
Düşündüren, düşünen, ürperten, titreyen, titreştiren, saran, sarsan ve geliştiren bir beyin; fakat, dâimâ birleştirici, kaynaştırıcı, genişletici, dâvetçi, tebliğci, kucaklayıcı, inandırıcı, güzelleştirici, ferahlatıcı, sevdirici…bir mecrâda akıp gitmekte.
Dâimâ hür mânada aleni, cesur, tâvizsiz ve dehâ misâli bir zekâ.
Kıvrandıran, kıskandıran ve zaman zaman da âdeta çıldırtan bir idrâk numunesi.
Şiiri tefekkürüne; tefekkürü de şiirine dar gelen bir dâhi!..Şâir, hikâyeci, romancı, tiyatro yazarı, senarist, nükteci, biyografici, otobiyografici, denemeci, târih tathilcisi, fıkra muharriri, dânî irşâd edici, heccâv,münekkit, gazeteci, luallim, estetikçi, polemikçi ve hatip!..
Türk edebiyat târihinin en büyük tiyatro yazarı da Necif Fâzıl’dır.
Gönülleri huzur ve sükûnet veren ve asırları ihâta eden taçlandırıcı soluktur.
Sultan’üş Şuarâ yânu Şâirler Sultanı. Diğer adıyla, Melik’üş Şuarâ, aynı zamanda Türkçe’nin de Sultanı’dır!..
Kendi ifadeleriyle, “dışa mıhlanış”ın değil; “içe bakış”ın hasretlisidir.”
Mekânın cennet olsun, “aliyyülâlâ” ve “taşkın adam”!..