“Anadolu Dergiciliği” derken, birilerini, başkalarından ayrı/farklı görmek; mes’eleyi, bâzılarının umûmî idrâkinde saklı bulunan sâde/basit bir ‘coğrafya’ hâdisesi gibi telâkki etmek maksadında değilim. Çünkü; coğrafya, bir ‘kuru satıh değil’, yeraltı ve yerüstü ile, aynı zamanda, bizim kültürümüzün kurulup gelişip yayıldığı uçsuz bucaksız bir mekândır ki, bu, Batı-Doğu Türkistan’dan, dünyânın herbir köşesine ulaşır.
Sözünü etmek istediğim ‘dergicilik’, sâdece Türkiye’ye mahsus bir telâkkinin îzah ve ifadesine çalışmaktır ki, bu durum, senelerden beri de “Anadoluculuk” olarak sürüp gelmektedir.
Türk dergiciliği, başlangıcından îtibâren, kendi içinde kavrulmaya çalışmış, büyük mücâdeleler vermiş, çok sıkıntılar geçirmiş, hiçbir zaman “Ohhh!” çekip derin ve rahat bir nefes alamamış ve buna rağmen, her ‘görüş’, kendi ‘bediî/estetik anlayışı’ istikametinde yol bulmaya/ yol almaya gayret göstermiştir.
Hiç kimse, umûmî olarak, bir derginin diğerinden daha zahmetsiz neşredildiğini söyleyemez. Herbiri, kendi yağıyla kavrulmaya çalışmakla birlikte, yetersiz olmasına rağmen, Kültür Bakanlığı’nın desteğini almadan yayınlanabilmiş dergimiz de çok azdır.
En eski fikir kültür sanat dergilerimizden olan Türk Yurdu’ndan Varlık, Hisar, Çağrı, Türk Edebiyatı, Yesevî, Kardeş Kalemler, Mavera ve Hece Dergisi’ne kadar, bu, böyledir.
Tabiî ki, Erciyes Dergisi de, bu tasnif içinde yer almış, bugün îtibâriyle, haklı olarak, 500. sayıyı idrâk etme başarısını, yaşamak bahtiyarlığına kavuşmuştur. Beş yüz sayı, bir dergi için oldukça büyük ve her derginin nasip olamadığı bir rakamdır.
Hele de, sözünü ettiğimiz şartlarda, merkezden uzak, Anadolu’nun ortasında yayınlanınca!..
Bu hususla ilgili olarak Samsun’da yayınlanan Denge Gazetesi’nin 8 ve 9 Ocak 2015 tarihli nüshalarında yayınladığım “Bir Kültür Hazînesi: ERCİYES DERGİSİ” başlıklı makalemden kısa bir bölüm nakletmek istiyorum:
“Kitaplar, dergiler ve gazeteler, her türlü fikrî, edebî, kültürel ve bediî hayatımıza yön veren, geçmiş tecrübe ve bilgileri tâzeleyerek sunan yazılı kaynaklardır. Tabiî ki, sözlü / sesli ve görülü / şekilli televizyonlar, filmler ve kasetler de benzer bilgi ve tecrübeleri nakleden ve geliştirmeyi hedefleyen diğer yayın vasıtalarıdır.
Muhakkaktır ki, bunların hepsi, mâzînin 'hâfızası' ve geleceğin yol göstericileri- yol açıcılarıdır. Târih boyunca, her yeni adıma vesîle teşkîl eden, ışık tutan , en mühim ve kalıcı fikir hazînelerinin 'kitaplar, dergiler ve gazeteler' olduğunda herkes mutabıktır.
Cumhuriyeti Dönemi Türk dergiciliğinde önemli bir yere sâhip olan Erciyes Dergisi, bâzılarının nazarında bir 'taşra dergisi' olarak telâkkî edilse de, ortaya koyduğu üstün vasıflı fikir ve sanat numûneleriyle, kendini , sâdece Türkiye'de değil, bütün Türk Dünyâsı'nın güzîde fikir, san'at ve edebiyat câmiasında da kabûl ettirmiştir.
Erciyes Dergisi'nin Kasım 2001 tarihini taşıyan 287. sayısının birinci sayfasında, Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü olarak Av. Nevzat Türkten şöyle demektedir: "Bilindiği üzere Erciyes'in ilk çıkış tarihi 1910'dur. 1912'ye kadar aralıklarla yayınlanmış, 1938-1950 yılları arasında Kayseri Halkevi Dergisi olarak neşredilmiştir. Ocak 1978'den bu yana da tarafımızdan yaşatılmağa çalışılmaktadır. Gayret bizden, destek milletimizden, tevfik Allah'tandır."
Sözü, tekrar, ‘Anadolu Dergiciliği’nden, ‘taşra dergiciliği’ne getirmek istiyorum. Bizde, umûmî olarak; sanki, İstanbul ve Ankara, Anadolu’nun dışındaymışlar gibi, bunların hâricindeki şehirlerimiz ‘taşra’ kelimesiyle ifade edilmektedirler.
Bu hususta, “Soruşturma” başlığı adı altında, benimle yapılan ve Türkiye Yazarlar Birliği’nin 1986 yılında yayınladığı “Kültür Ve Sanat Yıllığı”nda neşredilen mülâkatımda, sıra ile: “1. Size göre taşralılık nedir?; 2.Sanat, Edebiyat alanında herhangi bir eserin ortaya gelişinde Taşralı oluşun bir payı var mıdır? Bunu kalite ve kantite bakımından düşünerek cevaplandırabilir misiniz?; 3. Anadolu’da olmanız, size, Ankara ve İstanbul’da olmamanın herhangi bir eksikliğini duyuruyor mu? Konuyu sosyal ve psikolojik etki bakımından ele alabilirsiniz.” sorularına muhatap olmuştum.
Bu tarz bir düşünceyi reddetmeme ve kabul etmememe rağmen, bir ân için buna ‘evet’ demiş olsam bile, şunu iddia edebilirim ki, Erciyes Dergisi, bu mânâda, Anadolu’nun, belki de ilk ve en eski -16 Ağustos 1326/1910- fikir ve sanat dergisidir.
“Anadolu Dergiciliği”, bu düşünceye göre, “taşra dergiciliği”dir ki, mevzûmuza açıklık getirmek bakımından bu konuyla ilgili olarak 1986 yılında yapılan bu “Soruşturma”ya verdiğim cevaptan bâzı bölümleri nakletmekte fayda mülâhaza ediyorum:
“Türkiye’mizde, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Konya, Kayseri v.b. gibi birçok şehrimizi taşra saymak bilmem ne derecede doğrudur. Fizikî bir tarif olarak buna “evet” cevabı verilebilirse de, sanat, kültür ve edebiyat acısından bu kanaati taşımam mümkün değildir.
Bunun yanında, sanat ve edebiyat merkezleri olarak kabul edilen İstanbul ve Ankara’nın, bu hizmetlere açık olmayan muhitlerinin ise, acaba, “taşra”dan farkları nedir?
O hâlde, taşralı olmayı bir lugat kavramı olarak değil, bugünkü görünür durumuyla tahlil ederek sıhhatli bir neticeye varmak gerekir. Elbette ki, İstanbul ve Ankara’nın millî ve milletlerarası kültür, sanat ve edebiyat trafiğinde -onların sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarından gelen-önemleri mevcuttur. Fakat birkaç sene öncesine kadar Kayseri’deki edebî faailiyetler hiç de gözden uzak değildi. Kezâ Konya, senelerce aynı havayı başarıyla sürdürdü.
(...) Asır, yirminci asrın sonudur; ve Türkiye hızla gurur verici bir biçimde gelişmektedir. Sanat eserini taşralı olup olmama değil, sanatçıdaki “cevher” ortaya koyar. Belki de, taşralı oluş İstanbul ve Ankara’da kümelenmiş görünen edebî grupların uzağında olmasına rağmen, onlara nazaran bir avantajdır. O, hernekadar taşrada yaşıyorsa da, çağın teknik ve kültürel imkân ve fırsat sahasının uzağında değildir. Bu fırsatı değerlendirebildiği zaman “mahallî muhit”le, “geniş millî muhit”i sentezleyebildiği zaman daha büyük eserler vermesi mümkündür.
Buna, günümüzden ve geçmişten örnek vermek gerekirse: Yûnus’un, ‘taşralı’ olmak veya olmamakla sanatı arasında ilgi kurmak mı gerekecektir?Aslında bu görüş çerçevesinde, Yûnus bir taşralı’dır. Veysel, taşralıdır. Aslında, taşra tabandır. Her şey tabanda değil mi? İstanbul ve Ankara, hem kendilerinin hem de taşranın yükünü taşımaktadır. Şâyet, Kayseri ve Konya’da olduğu gibi, sanatseverlerle, sanatçı ve edebiyatçılar bir araya gelip bu yükü paylaşsalardı, sanıyorum ki, mesele açıklık kazanacak ve bu imaj tamamen yok olacaktı.
(...) Aslında, İstanbul ve Ankara’daki sanatçılar da, ya Elâzığlı’dır, ya Trabzonlu’dur, ya Kahramanmaraşlı, ya Sivaslı, ya Konyalı veya Erzurumlu’dur.”
Tabiî ki, mülâkata verdiğim cevap uzayıp gidiyor.
Bu mülâkatımda, Kayseri ve Konya’dan söz edişim, bilhassa, Konya’da çıkan Çağrı Dergisi ve onun çevresinde oluşan Hazret-i Mevlâna’yı dünyaya tanıtma faaliyetleri; Kayseri’de de Erciyes Dergisi ile Kültür ve Sanat Dergisi’nin neşredilişi münâsebetiyledir. Bu dönem öncesinde, Konya’da çıkan Çağrı’da, Ankara’da çıkan Hisar’da ve İstanbul’da çıkan Türk Edebiyatı’nda yazmama rağmen, henüz, Erciyes Dergisi’nde yazmaya başlamamıştım ammâ böyle bir fikir ve edebiyat dergisinin tesir sahasını görebiliyordum.
Esas üzerinde durmak istediğim husus, mevzûmuz olan Erciyes Dergisi’nin geldiği/getirildiği noktadaki başarısıdır. Geniş bir kadroyla bugüne gelen ve yukarıda da temas ettiğim gibi, “Cumhuriyet Dönemi Türk dergiciliğinde önemli bir yere sâhip olan Erciyes Dergisi, bâzılarının nazarında bir ‘taşra dergisi’ olarak telâkki edilse de, ortaya koyduğu üstün vasıflı fikir ve sanat numûneleriyle, kendini, sâdece Türkiye’de değil, bütün Türk Dünyası’nın da güzîde fikir, sanat ve edebiyat câmiasında da kabul ettirmiştir.”
Başta, İstanbul ve Ankara’da yayınlanmış olan, Türk Yurdu, Çağrı, Hisar, Türk Edebiyatı dergileri olmak üzere, Anadolu dergilerinin hemen hemen hepsinde yazı ve şiirleri yayınlanmış olan biri olarak söylüyorum ki, Erciyes Dergisi, ilk olarak 16 Ağustos 1326/1910 tarihinde gazeteci Yunus Bekir tarafından yayınlanışından ve bilhassa, 1977’de, Av. Nevzat Türkten’in Sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü, Âlim Gerçel’in Genel Yayın Müdürlüğü döneminde çok çetin fakat başarılı bir dönem geçirerek bugünlere ulaşmış; ve Nevzat Ağabey’in vefâtından kısa bir süre önce de, Sahipliğini ve Yazı İşleri Müdürüğü’nü Âlim Gerçel’in ve Genel Yayın Müdürlüğü’nü ise, Ömer Büyükbaş’ın yaptığı yeni bir başarılı döneme girerek 500. sayıya ulaşmıştır.
Geçen 42 senelik zamanın 32 yılını -Haziran 1987’den îtibâren- Erciyes dergisiyle geçirmiş, başarılarını ve hizmetlerini her vesîleyle dile getirmiş biri olarak, yayınlandığı şehirden uzakta olmama rağmen, her ay tâkibime almış ve atlattığı bâdirelere ân ân şâhit olmuşumdur.
Anadolu dergileri, bugün, iftihar etmeliyim ve etmeliyiz ki, bütün mağduriyetlerine ve ömürlerini zor şartlarda sürdürmeye çalışmalarına rağmen sevirdirici ve ileri bir merhalededirler.
Ve her şeye rağmen, 500. sayıya ulaştırılmış bir Erciyes Dergisi’nin, bunda, öncü bir rol oynadığını söylemek, hem bir hakîkatin ifadesi ve hem de bir hakkın teslimidir.
Tabiî ki, bir fikir ve sanat dergisinin aylık olarak çıkarılabilmesi de çok mühimdir. Erciyes Dergisi, geçirdiği bu safhaları, hep aylık dergi olarak yaşamıştır.
Kaldı ki, Kayseri’de neşredilen, Kültür ve Sanat, Çıngı ve Berceste dergileri; Elâzığ’da, Bizim Külliye dergisi; Tokat’ta, Toşayad Kümbet Dergisi; Aydın’da, Aydın Efesi dergisi; Niğde’de, Akpınar Dergisi ve Bafra (Samsun)’da, Edebice Dergisi şu anda sayabileceğim çok başarılı “Anadolu Dergileri”nden sâdece bâzılarıdır.
Her dergi, bir ‘iddia/ görüş/ telâkki/estetik anlayış’la ortaya çıkar. Bu, bir dergi için olmazsa olmaz’dır. Bu düşünceden hareketle, “Erciyes Aylık Fikir ve Sanat Dergisi”; hem bir fikir dergisi ve hem de bir kültür, san’at ve edebiyat dergisidir.
Uydurmacadan ve yabancı kelime hayranlığından uzak, konuşulan Türkçe, onun vazgeçilmezidir. Her zaman söylemeye çalıştığım “Türk Dünyası Türkçesi”, nihâî hedefimiz olmalıdır. İnanıyorum ki, Erciyes Dergisi de bu yoldadır.
Erciyes Dergisi, millî kültürümüzün öncülerinden, sözcülerindendir. An’anevî/millî değerlerimize sâdık kalarak, cihâşümûl olma hedefindedir. Uydurma ve ne olduğu hâlâ bir türlü ifade ve îzah edilemeyen ‘çağdaşlık’ modacılğı, onun maksatları arasında yoktur. Fakat; “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak” gibi büyük bir ülküsü vardır.
lmî makaleleri ve diğer sanat dallarına verdiği önem ve değerle, Erciyes Dergisi, diğer emsalleriyle başbaşa yürümekte ve bu sahalarda da mesâfe katetmektedir.
Son 32 yılında, hemen hemen her sayısında yer almakla iftihar ettiğim Erciyes Dergisi’nin 500. sayıya ulaşması takdire ve tebrike şâyândır.
Türk fikir hayatı, Türk şiiri, Türk kültürü ve Türk edebiyatı adına büyük hizmetlere imza atmıştır. Bunda emeği geçen herbir ferdi ayrı ayrı tebrik ve takdir etmek, bir vazîfenin de ötesinde bir borçtur.
Başta, merhûm Av. Nevzat Türkten Ağabey ve Âlim Gerçel Bey olmak üzere, emeği geçen herkese minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Âhirete intikal edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlıklı, hayırlı ve huzurlu ömürler ve hizmetler dililiyorum.
Netîce olarak diyebilirim ki; Erciyes Dergisi, yaslandığı, soluklandığı ve başından bembeyaz karların hiç eksik olmadığı Erciyes Dağı gibi, Orta Anadolu’nun bağrından sökün edip-filizlenip- yeşerip- gürleşip -serpilen, Türk kültürünün nefeslendiği köklü bir çınardır!..
ERCİYES DERGİSİ, YIL. 42, SAYI: 500, AĞUSTOS 2019, SF. 16-18