Gördük ki, görüyoruz ki -ve göreceğiz ki-, ne Amerika, ne Rusya, ne Çin ve ne de Batı veya başka cihetler, adâleti sağlamada, milletlerarası hukuku tesis etmede çâre olmuştur.
Hepsi, şöyle veya böyle, kuyumuzu kazmanın sinsi p(i)lânı içindedir.
Yegâne çâremiz; Türk yakınlaşması, Türk birliği, Türk’e yakınlaşanlarla yakınlaşmak ve topyekûn her sahada gayret sarfetmektir.
Azerbaycan toprağı olan Karabağ’ın, 1992 yılından beri, kalleşçe ve hâin emellerle, Ermenistan tarafından işgaline, Azerbaycan ordusu tarafından birkaç gündür haklı bir mücâdele başlatılmıştır.
Azerbaycan Türk’ü, şehitlerinin yattığı kendi toprağını istiyor.
O târihte, Ermenistan’ın yaptığı vahşî katliamlara/soykırıma göz yumanlar, bugün de, ne yazık ki, haklıyı korumaktaki sessizliklerine devam etmek bir yana; haksıza, zulüm yapıp kan akıtana arka çıkmaktadırlar.
ABD ile Rusya, al gülüm ver gülüm, oynaşmaktadır.
Hâlâ, dünyanın gözü önünde işlenen iğrençliklere susulmaktadır. Riyâkârlar sahnesinde, sâdece zor zamanda değil, her zaman, her yerde ve her şartta, kendimizi kuvvetli yapacak her türlü dayanışmayı yapmak zorundayız.
Çok şükür ki, bugün, Türkiye, iktidarı ve muhalefetiyle, İki Devlet Bir Millet şuûruyla, bütün gücünü seferber etmek istikametindedir.
Fakat, insanlığın vicdânı kötürüm edilmiş hattâ sökülmüş ve koparılmıştır.
1992 yılında, 25 Şubatı 26 Şubata bağlayan gece, Rus destekli Ermenilerin 83’ü çocuk 613 Azerbaycan Türkü’nü şehit etmelerinin acısı hâlâ tâzeliğini korumaktadır ki, bugün bile, Ermenilerin sivillere karşı işlediği akıl almaz cinâyetler, insanlığın tükendiğini göstermektedir.
Daha birkaç gün önce, balistik füzelerle, hem de gece uykuda iken, onca mâsûmu şehit ettiler, yaraladılar.
Peki; geçen zaman içersinde, Birleşmiş Milletler ne yapmış, Ermenistana, ‘soykırım suçun”dan dolayı hangi yaptırımı uygulamıştır? Acaba; 10 Aralık 1948 tarihinde kabûl edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ne imza atanların gözleri kör, kulakları sağır, idrâkleri dumura mı uğramıştır?
O hâlde;
Millî şâirimiz Mehmet Âkif’in:
“Târih’i tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Mısrâlarıyla, yaptığı îkazı unutmayalım ve ondan ibret alalım!..
Ve yine...
Niyazi Yıldırım Gencosmanoğlu’nun mısrâlarındaki nasihatleri de, hatırdan çıkarmayalım:
“Geçmişi öğrenelim, gezip anayurtları;
Görelim, hangi tasa öldürmüş Bozkurtları!
Çevirelim gözleri ondört asır önceye;
Sonra bugüne dönüp dalalım düşünceye...
Seni özünden vuran düşmanın kimmiş dünkü?
Göreceksin ki, yine aynı düşman, bugünkü!”
Eğer, “ibret” olarak, doğruyu ‘teşhis’ yol gösterici olmazsa/olamazsa, bâdirelerden kurtulmak zordur. Çektiğimiz sıkıntıların ekserisi, maalesef dünyayı iyi okuyamamızdan ileri gelmektedir.
“Dostum!”, denilip kucaklaşılıp sarılılanlar, çok az bir süre sonra yılan çıkıyorsa, tedbiri ona göre almamız gerekmez mi?
Kafkas Kartalı diye nam salan büyük mücâhid Şeyh Şâmil (1797-1871)’in şu sözleri, yıllar yılı tecrübe ve ibret levhamızda baştâcımız olmalıydı:
“Bugün bizimle harbetmekte ve memleketimizi abluka altında bulundurmakta olan yüzbinlerce Moskof askeri, bilahare sizinle harbedecektir! Bugün sarp dağlarımızda bizimle çarpışmakta olan yüzbinlerce Moskof, yarın sizin zengin ovalarınızı istilâ ve ahâlinizi esir edecektir! Bizim dağlarımız, İran ve Osmanlılar’ın istihkâmları ve kapıları ve bu memleketlerin müdâfîleri mesâbesindedir. Biz, mahvolunca bu memleketler müdâfaasız kalacaktır! Ocakbaşı ancak kapı kapanarak temin edilir!” (Bknz. İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, İstanbul 1958, Sf. 448)
Bu da şu demektir ki, güneyi ve kuzeyi ile, Kafkasya, çok önemli s(ı)tratejik bir mevkiye sahiptir.
İşte, bu sözler üzerine çığlık çığlığa kükremek, haykırmak ve koskocaman bir “EYYY!” çekmek gerekmez mi?
Eyyy Türk Dünyâsı!..Eyyy Türk-Oğuz Beğleri!...Eyyy, insanlığını unutmuş insanlık!..
Sâdece ne Amerika, ne Rusya, ne Çin değil... Batı da değil!..Hani şu güneyli, bizim dindaşlarımız vardı da, onlar için dövünüp duruyorduk ya, acaba onlar, şimdi nerededirler?!..Hangi, Amerikalı’nın, hangi Rus’un veya hangi bilmem neyin uşaklığında mıdırlar ki, din kardeşlerinin düşmanlarına “buğz” bile etmiyorlar?
Karabağ yangını elbette sulh ile sonlanacaktır!..Allah’ın izniyle, Türk’ün zaferiyle nihâyet bulacaktır!..Ancak görünen odur ki, sulh, hücûm olmadan, olmayacak gibidir!..Yâni; hiçbir savaş, hücûm olmadan kazanılmaz/kazanılmıyor!..
Çünkü, kaatiller sürüsü, çoluk çocuk, kadın ihtiyar demeden gece uykuda iken, insanlara saldırıyor!..
Çok şükür; şu anda, Azerbaycan Türk’ü de, Türkiye Türk’ü de, Türk Dünyası Türk’ü de bu hücûm idrâki içersindedir.
Ebulfez Elçibey (1938-2000), vefâtından önce, bir beyanatında şöyle demişti:
“Garabağı yalnız silâhla azad edeceyik. Başka yolu yokdur.”
Şu an îtibâriyle gelinen nokta burasıdır!..
Şimdi, bir başka hususa dikkat edelim: 16 Ekim 2020 târihli Yeniçağ Gazetesi’nde, kıymetli yazar Arslan Bulut , “ABD ve Rusya Uzayda Üzüm Yerken...” başlıklı yazısına şöyle başlıyor:
“İki Rus kozmonot ile bir Amerikalı kadın astronotu taşıyan Rusya’ya ait Soyuz MS -17 uzay aracı, hâlen uzayda araştırmalar yapan Uluslararası Uzay İstasyonu’na kenetlenmek üzere Kazakistan’daki Baykonur Uzay Üssü’nden uzaya fırlatıldı.
Rus kozmonotlar Sergey Rıjikov ve Sergey Kud-Sverçkov ile Amerikalı kadın astronot Kate Rubins’i götüren MS-17 kapsülü, fırlatıldıktan üç saat sonra uzay istasyonuna ulaştı.”
Biz, hâlâ, Amerika ile Rusya çatışıyor sanalım, adamlar elbirliğiyle uzaya doğru yol alırken; bizimkiler televizyon televizyon, kahvehâne kahvehâne, sokak sokak, bir Anayasa Mahkemesi Üyesi’nin attığı tiviti tartışıyor.
Adamlar, güya iki düşman, değil mi?!..
Oyun çok büyüktür. Zâten, hiç küçülmemiştir. Unutmayalım ki, bu oyunu bozmak, Türk Dünyası olarak bizim elimizdedir!..
Necip Fâzıl diyor ki: “Türk’te bozulan ancak Türk’te düzelebilir. Türk’te düzelince de her yerde düzelir ve her yeri düzeltir”.