1990’ın başları...O zamanlar sigara kullanıyorum. Fakat ondan muzdaribim...Farkında olmadığım göz kararmalarım oluyor...İlerde, sağ gözümün kısa süreli beş-on dakikalık görmemesi üzerine ortaya çıkacak olan damar tıkanıklığım ve ardından 1998’de İbni Sina Hastahânesi’nde çok hem de çok kıymetli Prof. Dr. Ali Taşçıoğlu tarafından yapılan ardardarda iki karotis/şahdamarı ameliyatım...
Durumu farketmeme rağmen, sigaradan bir türlü ayrılmam mümkün olmuyordu!..Fakat, azaltma çârelerini ve daha az nikotinlisini deniyordum. İçtiğim Maltepe sigarasını bırakıp sanıyorum kısa Mortekarlo’ya başlamıştım ve içimi yarım pakete düşürmüştüm.
Bir gün, benden oldukça genç öğretim elemanı arkadaşlarımdan biri, elimde bu sigarayı görünce:
-Oooo, Hocam, dedi, artık yabancı sigaraya başlamışsın!!!
Tabiî ki, benim gibi birinin sigara içmesi bir yana Türk sigarası içmemesi dostlarımın tuhafına gitmişti ki, haklıydılar!..
Dedim ki:
-Meslekte daha birkaç senelik olmanıza rağmen hepinizin altında son model değilse bile birer ecnebî araba var...Bu, bana çok mu?
Adam, zır ateist!..Muhakkak ki, bilmeden de olsa câmi önünden geçmiş ammâ, ömründe, bir defacık olsun câmiye girmemiş...
Ağzında pipo, parkta oturmuş, elinde parka mahsus rengârenk bir gazete...
-Vay, diyor, hele şu adamllara bak...Peşpeşe dizilmiş, yatıp kalkıyorlar...Bâzıları da âyin yapıyor..
Memleket, benim memleketim..Câmiye girmezsin ammâ câmi hakkında ahkâm kesersin!..
* * *
Dünyayı gezseniz bizimki gibi bir toplum bulamazsınız...Düşünün ki, sabahın erken saatlerinden gece karanlığına kadar pişti oynuyor, sâdece içtiği çaydan veya meşrubattan ötürü zorlanınca, ihtiyaç için bâzen yerinden kalkabiliyor..fakat, mübârek (!) , memleketin bütün mes’elelerine birebir vâkıf!..
ABD diyorsun, cevaplıyor; AB diyorsun, cevaplıyor; Çin, diyorsun, cevap hazır...İktisat diyorsun, bülbül kesiliyor; kültür sahası, tıp, diyânet hepsi onun işi...Yalnız...
“Çocukların nerede okuyor?” diyorsun, hiçbirinden haberi yok!..Karısı, bahçede iki büklüm çalışıyor, anasının babasının mezarını bile bir defacık ziyârete gidip bir Fâtiha okumamış!..
Son senelerin kültür bozulmasının bizi getirdiği mevkisizlik burası!..
Bir dostum var...Banka memurluğundan emekli...Dürüst, efendi, saygılı bir insan!..Aynı zamanda hemşehrim de olur...
Samsun’da üst katımızda oturur...Hemşehrilik dolayısıyla, T(ı)rabzon’da da gidiş geliş yaparız!..
Bir gün, Akçaabat’tan Beşikdüzü’ne bizi ziyârete geldiler..Tabiî ki ilk gelişleri değildi. Bu gelişleri, benim bir soru sormamı gerektirmişti. Dedim ki, her gelişinde elin dolu geliyorsun. Dahası, her gelişinde mutlaka ekmek getiriyorsun. Halbuki, biz, her şeyi, elbette ki, başta ekmeği de hazır bulunduruyoruz.
Dedi ki:
-Bu, bana, babamın vasiyetidir. Gittiğin yere mutlaka ekmek götür!..
-Nasıl yâni? Dedim.
- Babam, gittiğin yerde her şey olabilir ammâ ekmek bulunmayabilir. Ekmek bulunmayınca da, ağız tadıyla yemek yiyemezsiniz. Ev sâhibi de mahçûp duruma düşer!..
* * *
En az yedi sekiz nesil önce Erzincan’ın -ki, o zamanlar Erzurum’un- Tercan ilçesinden gelip T(ı)rabzon’un Beşikdüzü ilçesine yerleşmişiz.
Her yöremizin farklı kültür değerleri ve farklı iklim özellikleri olduğu için, ister istemez yâni tabiî olarak bu özellikler fertten ferde de sirâyet eder.
Bu özelliklerin çoğu, şüphesiz ki, Erzincan’da, Erzurum’da doğup büyümüş akranlarımınkinden çok farklı olur.
İklim, konuşma tarzlarımıza kadar tesirli olur. Folklorik özellikler de başlıbaşına bir hususiyettir. Yemek zevkleri de...
Meselâ; tâze fasulye turşusu kavurması ile, biraz ekşimiş yoğurda mısır ekmeğini doğrayıp yemek hiçbir yerde yoktur.
AYDIN EFESİ DERGİSİ, SAYI:50, MAYIS-HAZİRAN 2019, SF. 3