“Çocuk Edebiyatı” değil de, ‘Çocuklar İçin Edebiyat’ ifadesi, bana daha doğru geliyor. Eski yazılarımda da, bunu, hep böyle değerlendirdim. Çünkü; bundan, yâni, “çocuk edebiyatı” ifadesinden, ‘çocukların yazdığı-meydana getirdiği edebiyat’ da anlaşılabiliyor. Hâlbuki, ‘Çocuklar İçin Edebiyat’, doğrudan doğruya, bizzat çocuğa ‘hitâp eden’ edebiyattır.
Tabiî ki, bir de, ‘konusu çocuk olan edebiyat’ anlaşılabilir. Bu üç husus iyi tetkik edilmeli ve sözünü ettiğimiz edebiyat için “Çocuklar İçin Edebiyat” tâbiri kullanılmalıdır.
İlk bakışta, karşımıza bir soru çıkıyor: Çocukluk, insan ömrünün hangi yaş safhasıdır ki, ona göre bir edebiyat inşâsına gidilsin? Tabiî ki, sâdece edebiyat da değil, bütün güzel san’at dalları da, bunun içinde telâkki edilmelidir.
Mütefekkir sosyolog ve pedadog S. Ahmet Arvâsî, 0-2 yaşı bebeklik; 3-6 yaş aralığını ilk çocukluk ve 7-14 yaş aralığını da ikinci çocukluk yaşı olarak değerlendirdikten sonra, şu bilgiyi verir: “Güzel sanatların her dalı, aynı zamanda çocuklara da hitap eder. Bir cemiyet, kendi çocukları için, onların anlayabilecekleri seviyede estetik çalışmalar yapmak zorundadır. Bu çalışmalar, hem çocukta estetik duygusunu güçlendirir, hem de onu cemiyetin istediği ölçüler içinde geliştirir.
Çocuklarda öğrenme, ne kadar fazla duyu organı harekete geçirilirse, o kadar faydalı olur. Bu sebeple terbiyeciler, hem göze, hem kulağa hitap eden öğretim vasıtalarını tercih etmektedirler. “ (Bknz. Seyyid Ahmet Arvâsî, İlm-i Hâl, Burak Yayınevi, İstanbul 1997, Sf. 89)
Demek ki, bu hususta, çocukluk yaş dönemlerini de düşünerek hareket etmek lâzımdır.
Bu bakımdan, “Çocuk Edebiyatı” tâbiri, çok muallakta kalmaktadır. Çocukluk dönemleri de ayrıştırılarak, sâdece edebiyatta değil, bütün güzel san’at şubelerinde de, onların, çocukların hizmetine sunulmasının şartları ve temel p(i)sikolojik tavırları araştırılmalıdır.
Şüphesiz ki, bu işin önemini kavrayan gelişmiş ülkeler, çocukları için gerekli tedbirleri çoktan almışlardır. Bâzı hamlelerimiz olmasına rağmen, bu hususta geç kalmışız ve teşvik, hâlâ yeterli değildir. Maalesef, Batı k(ı)lâsikleri, hâlâ birinci derecede tercihimiz olmaktadır.
Esasa dönelim: Meselâ; başlığı “çocuk” olan bir şiir veya hikâye, doğrudan doğruya büyüklere hitâp etmiş olabilir ve tabiîdir ki, bu şiir veya hikâye “çocuk şiiri veya hikâyesi” olmaz/olamaz.
Çocuk yaşta, edebiyatla meşgul olanlar yok mudur? Elbette ki, vardır. Meselâ, meşhûrlardan Victor Hugo ve Necip Fâzıl böyledir. Fakat, bunlardan da, sâdece birer hâtıra olarak söz ediliyor. Bu yaşlarında, ortaya koyduklarının ne(ler) olduğu üzerinde çok az düşünülüyor. Edebiyat olarak çok az düşünülüyor, sosyoloji olarak çok az düşünülüyor, çocuk p(i)sikoloji olarak çok az düşünülüyor.
Meselâ; henüz ondört yaşındayken ,“Ya Chateaubrian olmak istiyorum veya hiçbir şey” diyen ve Chateaubriand tarafından da “Hârika çocuk” olarak târîf edilen Victor Hugo (1802-1885); ve zamanının en önemli şâirlerinden Ahmet Hâşim tarafından, henüz onyedi yaşındayken, kendisine, “Çocuk, bu sesi nerede buldun?”; 20 yaşında iken, hocası Prof. Dr. Mustafa Şekip Tunç tarafından, “Tarihin malı olduğunu unutma” ve bilâhare de, 1928’de, henüz 24 yaşındayken, Yaşar Nabi Nayır, onun için, “Bir mısraı bir millete şeref verecek şâir” dedirten ve “Şâirliğim on iki yaşımda başladı” diyen Necip Fâzıl (1904-1983) böyledir.
Ele aldığımız iki örnek şahsiyet, zaman içersinde, sâdece kendi milletlerinin en önde gelen, şâirleri, romancıları ve tiyatro yazarları olmamışlar, aynı zamanda, dünyanın önde gelenleri arasında bulunmuşlardır.
Bu yaştaki çocukların yaptıklarına/yazdıklarına/meydana getirdiklerine, hiçbir zaman “çocuk edebiyatı-san’atı” denmemiştir. Çünkü; “çocuk edebiyatı”, çocukların ortaya koyduğu edebiyat değildir. S. Ahmet Arvasî’nin dediği gibi, “çocuklara hitap eden edebiyat”tır.
Elbette ki, sözünü etmek istediğim bu değildir. Ancak, çocukların da, edebiyata ‘meyletme yaşı’na dikkat çekmemiz şarttır. Bu bakımdan, onlara uygun edebî türleri iyi seçmeli, iyi takdîm etmeli ve onların zihinlerine göre, iyi tahlil etmeyiz.
Biri Batı’dan, biri içimizden/özümüzden ‘iki numûne’, kaabiliyet, keşif, çalışma hevesi/ arzusu/hırsı/azmi ve teşvik ile, san’atlarındaki yüksek mertebeye ulaşmışlardır.
Bütün bunların temelinde, saydığım bu unsurlar yâni, “kaabiliyet, keşif, çalışma hevesi/arzusu/hırsı/azmi ve teşvik” bulunmaktadır.
Bunun için, hiçbir tür ayrımının önemi yoktur. Yeter ki, yazılanlar, fikir, estetik ve üslûp îtibâriyle çocuklara hitap edebilsin, ilgilerini çeksin/cezbedebilsin, onların fikir ve hayâl dünyâlarını genişletebilsin ve bu cesâret ve bu ümit herbirine verilebilsin!...
Böylece, herbiri, zihinlerinde; “Bu işi, ben niçin yapmıyorum/yapamıyorum/yapamam” düşüncesinden kurtularak, “Bunu, ben, mutlaka yaparım, başarırım ve en mükemmeline de ulaşırım” hedefine göz dikmelidir.
Gerek, Victor Hugo’ya yol gösterici olarak Chateaubriand, gerekse Necip Fâzıl’ın önündekiler, hem keşfetmişler ve hem de teşvike başlamışlardı.
Bu bakımdan, öncelikle, ‘san’at eğitimi’nin, apayrı ve müstakil bir saha olduğu ve bu sahanın içinde de, ‘edebiyatın üstün mevkisi’ tartışılmasız kabûl görerek, mes’ele ele alınmalıdır.
Şiir, hikâye, roman, masal, hatta deneme, mektup, hâtıra, velhâsıl, edebiyât dâiresine giren her tür, aynı derecede ihtimamla ve dikkatle düşünülmeli ve bu hareket tarzı makbûl addedilmelidir.
Buraya kadar düşünüklerimizden şu netîceye varabiliriz: Çocuklar için edebiyat, çocukların değil, büyüklerin/yetişkinlerin, çocuk p(i)sikolojisini esas alarak meydana getirdikleri edebiyattır.
‘Çocuklar İçin Edebiyat’ mes’elemizde, şüphesiz ki, edebiyatın ‘temel kaideleri’ esastır. Bu sebeple; edeplilik/ahlâklılık-millîlik-insânîlik ve estetik, üzerinde durulması gereken şartlardır.
Bu durumu, bâzılarının, kaideleşme, katılaşma/katılaştırma, belli merkezlere bağlama, sınırlandırma gibi telâkki etmeleri mümkündür. Şüphesiz ki, bu, niyetimize ve bu kelimelerden ne anladığımıza bağlıdır.
Bilinmelidir ki, ortaya bâzı görüş ve kanaatlerin konulması, asla ‘sınırlandırma’,’ tahdit’, ‘müdahale’ veya ‘hürriyete engel olma’ değildir.
Çünkü; söylediğimiz şey, edebiyâtın özünde olanı tekrar’dır. Basitlik değil; sâdelik, yalınlık ve anlaşılırlık, bu yaklaşımın esasını teşkil eder.
Çocuk p(i)sikolojisi, güzelliklerle süslenerek, hem zihin faaliyeti olarak öğrenme ve hem de fiilî uygulama yapılmalıdır.
Yâni; çocuk, okuduklarını, kendi zihninde yorumlayacak, gönlüyle barıştıracak, heveslenecek, okuma azmi artacak ve bunları, tatbik etme temâyülü göstermeye de başlayacaktır.
Zaman, işte bu zamandır ki, ‘onun’, ‘keşfedilme ânı’dır. Bu keşif, ona/çocuğa muazzam bir güven hissi verecek, sâdece okumakla kalmayacak ve yazmaya da başlayacaktır.
Bu bakımdan; biz, çocuklar için edebiyatı, çalakalem değil, aklı başında eserlerle inşâ etmek durumundayız. Ümitlerini kırmayı, incitmeyi veya zedelemeyi değil, artırmayı hedef alan konuları zarîf bir üslûpla, onlara sunmalıyız.
Çocuklar için edebiyat mes’elesinde en mühim husus, cümle yapısı, ifade sâdeliği ve üslûba temel teşkil eden ‘dil’dir. Hangi tarz olursa olsun; mutlaka konuşulan, köklü ve yaygın Türkçe, tercih olmalıdır.
Türkçe karşılıkları bulunan yabancı kelimelerden uzak durulmalı; ve aynı şekilde, asırlardan beri kullanılan, Türkçeleşmiş-Türkçe’ye mâlolmuş kelimelerimizin yerine de, ‘öz’ aldatmacasıyla ‘uydurulmuş kelimeler’ kullanılmamalıdır.
ÇAĞRI DERGİSİ, SAYI: 736, MART 2021, SF. 5-7