Kimsenin derdi, dîğerininkine uymuyor...Yeni değil, kâinat kurulalı beri, bu, böyle!...
Benim, kendi derdim bile öyle!..Bir günüm, bir diğeriyle aynı değil!..
Dert önde, biz peşindeyiz...
Yoksa tersi mi? Biz, önde; dert peşimizde mi? Bir türlü anlamıyor, karar veremiyorum!.. Sonunda… Hangisi, hangisiyse, diyor, bitiriyorum!..
Bir şey var ki…
“Gerçekten, biz, insanı sıkıntı içinde yaratmışız.” (Beled,4) âyetini okuyunca rahatlıyorum. Yâni; bu “sıkıntı”, bir kişiye mahsus değil; herkes için geçerli!..
Elbette ki, bu “sıkıntı”lardan uzaklaşma çâreleri de sunulmuş bize!..
Öyleyse, niye vahlanayım, niçin şikâyet edeyim!.. Demek ki, her şeyin, bir yolu-yordamı var, onu aramalıyım!..
Öyleyse, temkini ve tedbiri elden asla bırakmamalı...Tedâviyi ihmâl etmemeli...Söylenenlere, tavsiyelere tıpatıp riâyet edilmelidir!..
Doktor, şunu şunu şöyle yapacaksın, bunu bunu yapmayacaksın der, sen de aynen uygularsın...
Tedbirini al, takdiri, Allah ü teâlâya bırak!..Her şey O’nda, O’nun irâdesinde!..
Bize, tedbir emredilmiştir, bunu da bilmemiz gerekir!..
Doktor demiştim...Bu da, tedbirin icâbı, değil mi?...
Yarın, öbür gün tekrar karşısına çıktığında, “ık-mık” edip lâfı değiştirmeye gayret etme!..Ne yaptıysan onu söyle!..
Peki, ilâhî huzura çıktığımızda ne yapacağız, hiç düşündük mü?
Üstelik, O, bize, kaç defa, “hiç düşündünüz mü?” veya “aklınızı kullanın” diye îkazda da bulunmuştur.
Nice kişiler gördüm ki, kalp veya beyin ameliyatı geçirmişler...Perhize hiç riâyet etmiyorlar...İşin tuhafı, ilâçlarını da tavsiye edilen şekilde kullanmıyorlar!.
Efelik de taslıyorlar hani...Peki, hiç, ahlâkî perhiz gerekmez mi?
Bu da, ne demektir, demeyin!..Bu; biraz utanma, biraz sıkılma, biraz arlanma demektir!..
Bâzıları diyorlar ki: ”Atın ölümü arpadan olsun!..Nasıl olsa ölmeyecek miyiz?”
Çok rastladım ve mübalâğa etmiyorum!..”Atın ölümü arpadan olsun” MUŞ!..
Vay be!..Ne kabadayı adamlar var MIŞ!!! Ayıp şey!..
Birkaç gün, birkaç hafta veya ay sonra kapısında bir cankurtaran...
-Ne olmuş, kim hasta?
-Filânca dayı/amca/teyze/hala!..
Daha ziyâde erkekler!..En kabadayı onlar!..
Sonra?!
Doğru âcil servise... Ya, daha sonra?
“-Aman, Doktor Bey, sen bilirsin!..N’olur bir çâre!..Kurbanın olurum!..”
Kızılca kıyamet kopar, hastahâne koridorları alt-üst, hâne halkı perîşân olur!..
Ardından!..Ahlar, vahlar, keşkeler, dizilir sıra sıra!..
Ne yapsın Doktor Bey?!
Tek istikamet var: O da, yoğun bakım!..
Birkaç gün sonra ise, mecbûrî istikamet olan morgun bir müşterisi daha hazırdır!..
Nihâyet…
İmam Efendi, “Er kişi niyetine!” dedikten sonra da kabir hayatı ve ebedî yolculuk başlar!..
Eeehh!
Atın ölümü arpadan ise, bu da, böyle!..Haydi güle güle!..Yolun açık olsun dayı/amca/teyze/hala!..İyi yolculuklar!..
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn”
Herkes, kendi derdinin peşinde...Bense, kendiminkinin!..
O, önde; ben, arkada!..Baştâcım!..
Kendime nasihati de ihmâl etmiyorum…Aslâ!..
Diyorum ki: Sakın ha, derdi, dert edinme, çünkü, derdini daha da azdırırsın!..
O, önden gitsin; sen, peşinden!..Hattâ…
Ziyânı yok, gitsin de nereden giderse gitsin!..
Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet’inde söyle buyurmaktadır:
“Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen…
(…) Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara…
(…) Dertsiz insan insan değil, bunu anla;
Aşksız insan hayvan cinsi, bunu dinle…”