Elâzığ’da çıkan Bizim Külliye Dergisi’nin 70. sayısında yayınlanan “Kar Yağıyor” başlıklı dokuz kıt’alık şiirim;
“Kalktım baktım, öbek öbek,
Penceremden, kar yağıyor!
Okşayıcı, sevdâlı, pek,
İpek ipek kar yağıyor!”
Diye başlıyor. 2016 yılında yayınlanan bu şiirim, 23 Ocak 2022 târihinde yaygınağda da yayınlandı.
Kıymetli dostum İhsan İde, şiirimi, farklı bir bakışla, haklı olarak, “Zengine eğlence, fakire işkence” ifadesiyle değerlendirmiş!.. Hoş ve yerinde bir tespit!..
Şiir bu!..Elbette ki, herkese, aynı anda, aynı hislerle hitap etmesi mümkün değildir. Hayat, hep tezatlarla dolu değil mi? Bu da onlardan biri!..
Yoksa; ben, bu soğuklarda, ne boyacı Suat’ı, ne temizlikçi Hamide’yi, ne merdivenci Mahmud’u, ne simitçi Hüseyin’i, ne seyyar arabasında hamsi satan Kemal’i ve ne de elleri titreyip, çehreleri bumburuşuk hâlde, bu bumbuz havada satış yapan pazarcıları unutabilirim!.. Mümkün mü?!
Şüphesiz ki, modernizasyon, insanlar arasındaki iktisâdî farklılıkları azaltacak yerde daha da artırdı/artırıyor. Mevkiler, birdenbire değişiyor ve birbirinden uzaklaşıyor, insanlar arası uçurumlar hâsıl oluyor!..
Fakat şu var ki; kar, aynı zamanda bereketin, bolluğun ve ümitle beklediğimiz baharın da müjdecisi. Onu sevmeyen var mı!?
23 Ocak pazarı (2022) 24 Ocak pazartesiye bağlayan gece, kar yağarken yâni kışın, ömrümde ilk defa, gökgürültüsüne şâhit oldum. Dikkat buyrulsun; gökgürültüsüne değil, kar yağarken/kış mevsimindeki gökgürültüsüne!..Bu mevzuya tekrar döneceğim.
Ancak; hemen hemen her neslin, ise kitaplarında karla ilgili okuduğu ilk şiir, Cenap Şahabettin (1870-1934)’in “Elhan-ı Şita/Kış Nağmeleri şiiridir. Şiir şöyle başlıyor ve kış-bahar çekişmesiyle romantik bir hâle kapı aralıyor:
“Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş
Eşini gâib eyleyen bir kuş
gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar…
Ey kulübün sürûd-i şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşîdeleri,
O bahârın işte bu ferdâsı:
Kapladı bir derin sükûta yeri
Karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar!..”
(Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş;/Eşini kaybeden bir kuş/gibi kar/Geçen ilkbahar günlerini arar…/Ey kalplerin çılgın nağmeleri,/Ey güvercinlerin şarkıları,/O baharın bu işte yarını:/Kapladı bir derin sessizliğe yeri/ Karlar/Ki sessizce sürekli ağlar!”
sonraki neslin hece şâiri Feyzi Halıcı (1924-2017) ise, “Ellerime Kar Yağıyor “ başlıklı şiirinde, yine, kar’ın güzelliklerini, ondan aldığı doyumsuz hazzı ve ilâhî kudretin bu büyük bağışını âdeta şükürle ve romantik bir üslûpla anlatır.
“Yalınca bir dağ-başında
Ellerime kar yağıyor..”
Diye başlayan şiir, şu mısrâlarla sonlanıyor:
“Bu deniz boyu dalgalar,
Bu Müslüman dakikalar;
Her nefes alış-verişte
Duyduğum, bu gerçek işte..
Muştular içimde sazım,
Bu mu benim alın-yazım?
Dostlar görmüyor musunuz?
Çağrılar içinde, sonsuz
Hep zamanların dışında
Yalınca bir dağ başında
Ellerime kar yağıyor…”
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri adlı eserinde, bu şiir hakkında şu değerlendirmeyi yapar: “Ellerime Kar Yağıyor” bir izlenim, daha doğrusu bir çağrışım şiiridir. Şâirin eserini yazarken, tabiata ait bir manzaradan mı, yoksa mistiklerin vecitli anlarına benzer kuvvetli bir ruh hâlinden mi hareket ettiğini söylemek güç. Dış ve iç âlemle ilgili unsurlar birbirine karışıyor. Şiirin bütününe, birdenbire hissedilen, derin, güzel, ulvî bir saadet duygusu hâkim.” (Bknz. Prof. DR. Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990,Sf. 470)
Kar, kimine yâr olur; kimine göre de, ağlar-durur!..Fakat kar, her şeye rağmen , fakirin de zenginin de, yağmadığı zaman, hasretle beklediği bir sevgilidir. Soğuğuna rağmen, ona katlanılan bir muhabbet vasıtasıdır.
Kar; çocukluk ve gençlik zamanlarımın soğuk gecelerinde, kara ocak etrafında âilecek toplanılıp sohbet edilmeye vesîle teşkil eden birleştirici bir unsurdu ve bugün için, o, binbir hâtırayı zihinlerde canlandırmanın sembolü olmuştur.
Şimdi; ‘gökgürütüsü’ mes’elesine geleyim: Çocukluğum, onbeş yaşıma kadar , mevsimine göre, yağmurun ve karın çok olduğu T(ı)rabzon’un Beşikdüzü ilçesinde geçti. Öyle zamanlarda öyle gökgürültüleri olurdu ki, çatımız çökecek sanırdık.
Büyükliman’da, Karadeniz üzerinde toplaşan karabulutlar, Beşikdağı’ndan inen esrarengiz rüzgârın taşıdığı başka bulutlarla sanki bizim evin çatısı üzerinde birleşip bütün hınçlarını alırcasına gümbürdüyordu.
Buna rağmen; kışın, hiçbir yaş dönemimde, gökgürültüsü duymadım.
Lise tahsilimi yaptığım Erzincan, Kara Harp Okulu’nda okuduğun Ankara ve üniversite tahsilim için bulunduğum Erzurum, 15-25 yaş gençlik dönemini yaşadığım karlı şehirler olmasına rağmen, T(ı)rabzon dâhil, bu şehirlerin hiçbirinde kış mevsiminde gökgürütüsüne şâhit olmadım.
Doğrusunu isterseniz, üniversite sonrası vazife yaptığım, Rize ve Samsun illeriyle Diyarbakır ilinde bile, kışın, gökgürütüsüne rastlamadım, duymadım, işitmedim.
Kayseri’de yayınlanan Erciyes Dergisi’nin Şubat 1998 târihli sayısında “Vardır” başlıklı 18 kıt’alık bir şiirim yayınlanmıştı. Bu şiirimin, konumuzla ilgili ilk kıt’ası şöyledir:
“Gök gürlemez kış gününde;
Her şeyin zamanı vardır.
Filiz filiz sürgününde,
Her oluşun ânı vardır!”
Bu şiirimin yayınlanışından – takriben- onbeş sene kadar geçip yaşım yetmişbeşlere ulaştığı sıralarda, şiirlerim üzerinde tekrar düşünme fırsatı yakaladığım bir zamanda, bu şiirimi, bir sohbetimiz esnâsında , eskiden, aynı üniversitede mesâî arkadaşım olan Prof. Dr. Şahin Köktürk dostuma okuttum.
Köktürk; bir süre durakladıktan sonra: “Hocam!” dedi, “Kış gününde, gök, niçin gürlemesin?”
“Gürler mi?” dedim. “Elbette, gürler!..” dedi, “Gürlememesi için sebep ne olabilir?!”
“Bu yaşıma kadar hiç duymadım, rastlamadım, işitmedim, şâhit olmadım!” dedim.
Tabiî ki; şiirin ilgili mısrâsını hemen değiştirerek şu şekle getirdik.
“Olmaz, gönülden her geçen;
Her şeyin zamanı vardır.
Ne geç elde, ne de erken;
Her oluşun ânı vardır!”
O gündür bu gündür, bir kış günü, kar yağarken “gökgürlemesi” bekledim.
Tabiî ki, bu iş, bekleme ile olmuyor! Vuku bulacak ki, şâhit olacaksın!..
İşte bu ân, sözünü ettiğim bu gece yarısı saat 01.00’da teşrif etti. Öyle bir gökgürültüsü ki, sandım ki, gecenin karla ışıdığı bu zamanda, başıma Erciyes Dağı çöküyor!..
Demek ki; “gönülden her geçen”, arzu ettiği zamanda olmuyor-muş!..
”Her şeyin bir zamanı, her oluşun bir ânı varmış!..