Okudukça gelişir, okudukça tâzelenir, okudukça yepyeni dünyâlara açılır, okudukça târihin derinliklerine iner ve çalışmak için kendimizde cesâret buluruz. Yalnız bir şey var ki, okuma tercihlerimizi yerli yerinde yapmamız ve ‘zamanımızı ilim ve san’at değeri yüksek eserlere ayırmalı’yız.
Bunun yanında; ‘okuma tekniğimiz’ de mühimdir. Yâni, ‘nasıl okumamız gerektiği’ni de bilmemiz icâp eder ki, bunda, hem meslekî ilerlememizi sağlayan ve hem de zevkimize uygun faydalı eserleri kısa zamanda değerlendirmemiz gerekir.
“BOZKURTLARIN DESTANI”
Türk şiirinin en büyük sun’i destan şâiri Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun, Ötüken Yayınları neşriyatı olan 325 sayfalık muhteşem destanıdır.
Gençosmanoğlu; Bozkurtların Rûhu (1952), Gençosman Destanı (1959), Kür Şad İhtilâli Destanı (1970), Malazgirt Destanı (1071), Bozkurtların Destanı (1972), Salur Kazan Destanı (1974), Boğaç Han Destanı (1972), Destanlarda Uyanmak (1983) ve Destanlar Burcu (1988) adlı destanlarıyla, millî rûhu şahlandıran eserlere imza atmıştır.
Şâir Gençosmanoğlu; eserine yazdığı “BİR KAÇ SÖZ” önsözünde şöyle der: “Bu kitap, yaşayışları gerçek bir destan olan Gök Türk atalarımızın, tarihin bir dönemindeki çetin uğraşlarını anlatır.
Nihâl Atsız tarafından yazılmış olup 9. defa basılan “Bozkurtarın Ölümü” adlı büyük roman, destanımızın konusu ve kaynağı olmuştur.
(...) İlk çalışmalarımı Nihâl Atsız beğ görmüşler ve teşvik etmişlerdi. Bu teşvik, benim için, hem büyük bir güç kaynağı, hem de büyük bir lütuf olmuştur.”
Destan Şâirimiz, BOZKURTLARIN DESTANI’na, günümüze de ışık tutan şu mısralarla başlıyor:
“Geçmişi öğrenelim, gezip anayurtları;
Görelim, hangi tasa öldürmüş Bozkurtları!
Çevrelim gözleri ondört asır önceye;
Sonra bugüne dönüp dalalım düşünceye...
Seni özünden vuran düşmanın kimmiş dünkü?
Göreceksin ki, yine aynı düşman bugünkü!”
Bu mısrâları, bugün, çok iyi yorumlamak zorundayız!..Neymişiz!..Neymişiz! Ve yine neymişiz! Deyip, “ondört asır önceye gözlerimizi çevirip; bizi, özümüzden vuranların kimler” olduğunu, bütün “anayurtları gezip öğrenmeliyiz!”
Öğrenmek için ise....
Şu andaki Doğu Türkistan’ı, şu andaki Kerkük’ü, şu andaki Karabağ’ı, şu andaki Kırım’ı...yâni bütün ”anayurtları gezip”, başımıza gelen/getirilen hâlleri mukayeseli olarak tahlil edip “düşünceye dalmalıyız!”
Düşünceye dalmak!!! Yegâne mes’uliyetimiz!..
“KÜLTÜR DEĞİŞMELERİ”
Türk sosyolojisinin öncü isimlerinden Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın eseridir. “Memleketimizde, medeniyetle kültürü sistemli bir şekilde ilk tarif eden şüphesiz büyük mütefekkirimiz, Ziya Gökalp’tir” diyen Mümtaz Turhan, yüzlerce kültür tarifi içersinde, belki de en güzel tarifi kendisi yapmıştır.
Şöyleki;
“Kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddî ve mânevî kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi bilgiyi, alâkaları, itiyatları, kıymet ölçülerini, umumî atitüt, görüş ve zihniyet ile her nevi davranış şekillerini içine alır. Bütün bunlar birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu değer cemiyetlerden ayırt eden hususî bir hayat tarzı temin eder”.
Bu târîf ışığında, Prof. Dr. Mümtaz Turhan, târihî bir tahlille, bilhassa, son ikiyüz senelik dönemin bir ‘kültür haritası’sını çizer. Avrupalılaşmadaki karmaşık görüşlerin ve köylülükteki içtimâî ve coğrafî tesirlerden gelen çıkmazların ve aşılmazlıkların ve şehirleşmedeki çarpıklıkların bize getirdiği vaziyetin panoramasıyla karşı karşıya bulundurur.
“Kültür Değişmeleri”; köyden şehirleşmeye, şehirleşmeden Avrupâîleşmeye yol almak isteyenlerin hangi yanlışlıklara düştüğünü ve zamanın şartlarında, nasıl hareket idilmesi gerektiğini belirtmeye çalışan önemli bir eserdir.
Köyümüz böyle mi olmalıydı? Şehirleşmeye böyle mi yürümeliydik/yönelmeliyiz? Hele de Avrupalılaşma denilen ‘hap’ böyle mi yutulmalıydı, gerekli miydi? Bu soruların sebebini araştırmadan alınan yol, biraz da karanlıkta yürümeye benzer!..
“TÜRKÇE’NİN SIRLARI”
Güzel Türkçe’miz, bugün, ne yazık ki, başıboş bırakılmış vaziyettedir. Nihad Sâmi Banarlı, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Necip Fâzıl, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Peyami Safa, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, S. Ahmet Arvasî, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Yavuz Bülent Bakiler, Doç. Dr. Ali Karamanlıoğlu gibi Türkçe sevdâlılar, Türkçe’nin yabancı kelimeler karşısında dik duruşu ve uydurma kelime hücûmuna karşı mücâdele veren değerli yazar, şâir ve ilim adamlarımızdır.
Türkçe’nin Sırları, büyük edebiyat tarihçimiz Nihad Sâmi Banarlı’nın Türk dili hakkındaki denemelerini topladığı 319 sayfalık muhteşem eseridir.
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserin yazarı, sâdece edebiyatımızı değil, edebiyata malzeme olan dilimiz Türkçe’nin de kötü tesirlerden korunması ve gelişmesi için büyük mücâdeleler vermiş ve bu husustaki görüşlerini böyle bir eserde toplamıştır.
Türkçe’nin Sırları, başta Türk dili ve edebiyatıyla ilgilenenler olmak üzere, Türkçe’yi seven herkesin okuması gereken bir eserdir.
Banarlı; İmparatorluk Dilleri başlıklı denemesinde şöyle der: “İmparatorluk dilleri...aynı ülkelerden derledikleri lüzumlu kelimeleri kendi dillerinin gramerine, estetiğine ve fonetiğine göre millîleştirerek kendi kelimeleri yaparlar.
Biz, bunlara, öteden beri, fethedilmiş ülkeler gibi, fethedilmiş kelimeler diyoruz.
Ancak, yeryüzünde ve cihan târihinde imparatorluk dili olmamış, olamamış diller çok, fakat, imparatorluk dilleri azdır. Çünkü dünyâ târihinde hem askerî ve idârî imparatorluk, hem de dil ve kültür imparatorluğu kurabilmiş milletler azdır.
Bu saydığımız vasıflara, şüphesiz bâzı mühim farklarla uygun imparatorluk dilleri, denilebilir ki Lâtince, Arapça, İngilizce ve Türkçe’dir.
Bunların hiçbiri özdil değildir.
Esâsen yeryüzünde hiçbir kültür ve medeniyet dili, hiçbir zaman özdil olmak taassubuna ve basitliğine iltifât etmemiştir.”