Bakanlığımızın adı: T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’dır
Müstakil bir “Kültür Bakanlığı”, 1971 yılında kurulmuş; bundan sonraki yıllarda, âdeta şaşkına dönmüş, kâh müstakil olmuş, kâh başka bakanlıklarla birleştirilerek asıl hüviyetinden uzaklaşmış/uzaklaştırılmıştır.
Meselâ, 1972’de , tekrar, müsteşarlık olarak Başbakanlığa bağlanmış ve bakanlık hüviyeti kaldırılmıştır. 1974’te, yeniden, müstakil olarak Kültür Bakanlığı’na dönüşmüş ve 1977’de, Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı; 1982’de, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’ya birleştirilerek Kültür ve Turizm Bakanlığı hâlini almıştır. 1989’da, müstakil Kültür Bakanlığı adıyla faaliyet göstermiş ve bugün ise, Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak görevini sürdürmektedir.
Acaba; müstakil Kültür Bakanlığı olarak niçin yalnız başına kalamamıştır, düşünmek lâzımdır. Bâzen Millî Eğitim’in, bâzen de Turizm’in himâyesinde bir “kültür”, kendi icraatını arzu edilen tarzda yürütememiştir.
Zîra; kültür; turizm’in himâyesine girerse, aslî hüviyetini kaybeder -ki, bugüne kadarki uygulamalarda da etmiştir. Bu ikisinin, birbirlerini desteklemeleri farklı, birinin dîğerinin özüne aykırılığı ayrıdır.
“Kültür turizmi”, “turizm kültürü” hâlini almıştır. Böylece, kültür varlıklarımızın yegâne gaayesi, birilerine teşhiri ve bundan elde edilecek parayı düşündürmektedir.
Hâlbuki, kültür varlıklarının cezbediciliği, târih ve san’at değerinden kaynaklanmaktadır / kaynaklanmalıdır.
Bunun apaçık delilini de okullarımızda görmektediz. Meselâ; “Turizm ve Otelcilik İşletmeciliği” adı altında, “Turizm Meslek Yüksekokulu” ve “Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu” adıyla okullarımız var.
Dîğer taraftan; Türkiye’de, “turizm öğrenimi” veren Meslek Yüksekokulları, hemen hemen her üniversitemizde bir veya iki, hattâ 5 veya 6 tane bulunmaktadır. Birkaç tanesini sıralayalım:
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde (5), Konya Selçuk Üniversitesi’nde (3), Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nde (4), Balıkesir Üniversitesi’nde (6), Antalya Akdeniz Üniversitesi’’de ise, (6) tane.
1956 yılında, Ankara’da açılan 3 yıllık, Ticaret Öğretmen Okulu, 1959’da Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu, 1965’te 4 yıllık Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu, 1982’de YÖK’le birlikte Meslekî Eğitim Fakültesi, 1992’de Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi ve 2009’da da YÖK ve MEB kararıyla Turizm Fakültesi olarak öğrenimini sürdürmektedir.
Yine, hemen hemen her şehirde bir veya birkaç Ticâret Meslek ve Anadolu Ticâret Meslek Lisesi bulunmaktadır.
Bâriz bir şekilde görülmektedir ki, ister lise, ister yüksek okul, ister fakülte olsun, her seviyeli bu okullarımızda, “turizm” kelimesinin yanında “ticâret” vardır da, asla ve kat’a ‘kültür kelimesi’ yoktur. Ve ne yazık ki...
Evet...Ve ne yazık ki, bakanlığın adı, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı olmasına rağmen, bir tane olsun, “Kültür Lisesi”, “Kültür Yüksekokulu” veya “Kültür Fakültesi” bulunmamaktadır!..Sebebi nedir, bilemeyiz!!!
Bana kalırsa; kültürün ne mânaya geldiğini , muhtevâsının ne olduğunu hâlâ anlayabilmiş, çözebilmiş, sindirebilmiş ve hâliyle takdîm edebilmiş değiliz.
Çünkü, ‘kültür’ diye, anlaşılabilir bir dâvâmız mevcut değildir!..Kültürün, belki yüzlerce târîfi vardır ammâ bir tane olsun müessesesi/kuruluşu bulunmamaktadır.
Bu anlayışa göre; Topkapı va Louvre Sarayları veya Ihlara Vâdisi ve Pamukkale Travertenleri, birer ticârethâne’dir. Para getirebilecek her târihî eser ve cezbedici her coğrafî mekân bu ticârethânenin birer şûbesidir.
S. Ahmet Arvasî, “Kültürün Millî Özelliği” başlıklı yazısında şöyle diyor: “Kültür, maddî ve mânevî bütün unsurlarıyla “antropososyal değerleri” ifade eder. Bu da, “insan eli” ile tabiatın değiştirilmesi ve işlenmesi demektir. Bilindiği gibi tabiat, insan müdahalesi olmaksızın var olan dünya ve kâinat varlıklarının bütünüdür. İnsan, hem “dış tabiatı”, hem “kendi tabiatını” işleyerek “kültüre” ulaşır. Tabiat, insan tarafından işlenmediği zaman hamdır; insan eli ile işlenip yeni biçimlere sokulduğu zaman “kültür değerlerine” dönüşür.
İnsan olmasa idi “kültür” olmayacaktı. Gerçekten de insan -Muhyiddin-i Arabî’nin buyurdukları gibi-“Çamurdan yaratılan dünya cilâsı” olmuştur.” (Bknz. S. Ahmet Arvâsî, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları, İstanbul 1989, Sf. 225
F(ı)ransızca bir kelime olan turizm (tourisme); yine bir F(ı)ransızca kelime olan bir turist (touriste)’in, şu veya bu sebeple gezip görmek, incelemek için yaptığı gezi veya seyyahattir.
Gezilip görülen veya incelenen bu mekân, bir tabiî manzara, bir yalıyar, bir vâdi, nehir, bir yayla, veya bir mağara yâni bir tabiat unsuru olabileceği gibi; insan eliyle inşâ edilen bir ibâdethâne, bir çeşme, bir han, bir sur veya târihî herhangi bir yapı da olabilir.
Bunların bâzıları, doğrudan doğruya paralı olabileceği gibi, karşılıksız/parasız ziyâretlerle de olabilir. Düşünmek lâzımdır ki, tabiî ve târihî her kültürel değerimizi, mutlak surette korumamız gerekir. Bu sebeple de, bunları, illâ da, bir mâlîyet karşılığında teşhir etmemiz gerekmez.
Kanaatimce, turizm’e yakışan yer, kültür’ün değil; ticâret’in yanıdır. Seyyahatlerin/gezilerin içinde elbette ki, târihî eserler de bulunacaktır. Onlarsız zâten olmaz. Onları, ‘anayapı’nın dışında tutmak da aslâ mümkün değildir. Bir vâdi, bir koy, bir ada vs. gezilecektir. Bunlardan, târihî eserleri/târihî kültür varlıklarını tecrit etmek mümkün olabilir mi?
Bu duruma göre; bu bakanlığın adı, Kültür ve Turizm değil de, Ticaret ve Turizm veya Turizm ve Ticaret Bakanlığı olması daha mâkul değil midir?
Kültür; millî eğitime daha yakındır. Ancak, sâdece yakın. Hem onun içinde, hem de dışındadır. Fakat, onunla birlikte ele alınması da gerekmez. Fakat, turizmi, doğrudan doğruya “ticâret’in içine dâhil edebilirsiniz ve çok da câzip olur ve orada değer kazanır. Nihâyet; bugünkü dünya şartlarında, turizm, doğrudan doğruya ‘ticâret’in sahasına girer, kültür’ün değil!..
O hâlde; korunması ve geliştirilmesi bakımından, ‘kültür’ müstakil değerler yekûnu olarak idrâk edilmeli ve mutlaka, başına ‘millî’ sıfatı da eklenerek, ‘Millî Kültür Bakanlığı’ olarak yepyeni bir anlayışla kurulmalıdır.
Bu bakanlık, sâdece, bize intikal eden her türlü târihî eserle değil, Türk Dili, Türk edebiyatı, Türk mûsıkîsi, Türk mîmârîsi ve her çeşit Türk el san’atı başta olmak üzere, bütün maddî ve mânevî değerlerimizi sahasına dâhil etmelidir. Böylece; halk hiâyelerinden, masallara, fıkralara, mânilere kadar, her ne kadar ‘maddî ve mânevî’ millî kültüre dâhil edebileceğimiz unsur varsa, onların hâmisi olmalıdır.
Netîce olarak; yüksek Türk kültürü’nün hem hâmisi/koruyucusu, hem de geliştiricisi ve yayıcısı vazîfesini üstlenmelidir.