Her doğan bir gün mutlaka ölecektir. Hiçbir yaratılan sonsuza kadar yaşama hakkına sahip değildir. Bu, tabiatın en temel kanunudur ve istisnası yoktur.
İnsan, yaşı ilerledikçe geriye doğru bakarak nasıl bir ömür geçirdiğinin muhasebesini yapar.
Bazıları, bulduğu ölümsüzlük iksirini kaybeden Lokman Hekim’e sitem ederek daha uzun yaşamanın sırlarını elde etmeye çalışır. Bazıları da her insanın bu dünyada bir iz bıraktığına iman ederek ardında kalacak “hoş bir seda” için çalışır.
* * *
Kuran-ı Kerim’de yazılanlara inanıyorsanız, onda, akıl sahibi insanlara dünyada ne kadar kaldıkları sorulduğunda, “bir gün ya da daha az” cevabını verdikleri yazılıdır. Bir başka deyişle bu dünyada geçirdiğiniz ömür, ölüm ötesinde geçeceğiniz boyutta lahza hükmünde olacakmış. Buna kalben inanan insanların içinde dünyanın “koca bir hiç” olduğu duygusu oluşur ki bundan daha tabii bir şey yoktur. Ömrünün son demlerini yaşayan insanların pek çoğunu saran bu “hiçlik duygusu”, hayatın ne kadar kısa sürdüğü ve bir şey anlaşılamadan geçip gittiği ana fikri üzerine kurgulanan sözlerle ifade edilir.
* * *
Bu dünyadaki ömrünün sınırlı ve çok kısa olduğunu fark eden akıl sahipleri, zamanını olumlu işler yapmaya harcayarak hayatına anlam kazandırmaya çalışır. Onlar için ölüm, sınırsız bir zaman diliminin başlayacağı ikinci bir doğumdur, “sevgiliye kavuşma günü”dür. Yaptığı her olumlu davranış ona pozitif bir enerji ile geri döner ve kartopunun çığa dönüşmesi misali döngü devam ettikçe vaktini boşa harcamayan insanların hayatına kattığı anlam diğerleriyle kıyas kabul etmeyecek derecede artar. Haliyle o insanın dünyada bıraktığı iz diğerlerinden farklılaşmaya başlar.
Kaybolduğu zannedilen ölümsüzlük iksiri artık bu insanın ellerindedir. Ondan içmeye başlamıştır ama o farkında bile değildir. Çünkü o böyle bir iksir içmek gibi bir niyetle yola çıkmamıştır. Sadece nitelikli bir hayat sürme ve hayatına anlam katma derdindedir.
“Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni”
diyen çelebi misali yaptıklarına bir karşılık bile beklemez, sadece gönlünü hoş tutacak işleri yapmanın derdini taşır. Ancak o artık bir ömürle sınırlanmayacak işlerin mimarıdır. Ebediyete kadar adı gök kubbede yankılanan insanlar arasına girmiştir. Ölümsüzleşmiştir.
* * *
Hiçlik duygusunun bir başka yansıması, yine bu dünyanın boş olduğu temeli üzerinde yükselmekle birlikte, ömrün son durağına kadar hayattan zevk alma üzerine kuruludur. Yaşanılacak kısa zamanda ne kadar keyif alınırsa hayattan o derecede mesut olan bu insanların için ölümün yüzü korkutucudur. Ölüm bir sevilenden ayrılık olduğu için acıklı değildir, bizatihi ölümün kendisi acıklıdır, korkunçtur. “Hiçlik duygusu”nu taşımakla birlikte ölümle hayatlarını sınırlayarak kendilerine bir ömür çerçevesi çizen bu insanlar için sonrası meçhuldür.
* * *
Üçüncü bir insan tipi daha vardır ki hem hayatın ölümle bitmeyeceğine inanır hem de ömrünü pek de olumlu yönlendirmeyi beceremez/istemez. Kendilerine, ailelerine, çevrelerine, insanlığa herhangi bir olumlu katkıları yoktur. Akıntıya kapılmış bir dal misali hayatını devam ettirmeye çalışır ancak ne istediğini, ne yaptığını kendisi de dâhil kimse bilemez. Bu kararsızlık ve amaçsızlık bir insan için en önemli intihar silahıdır. Böyle davranan insan kendinin akrebi olur, başkasına ihtiyaç bile duymadan ömrünü zehirler, hayatını heder eder. Taraflarını belirleyemeden ruhunu teslim eden böyleleri için Araf bile mükâfattır.
* * *
Bütün dünyalık vasıflarından sıyrılarak dününün muhasebesini yapan, bugünü için kararını veren, yarını için de planını yapan her akıl sahibi insan ölümsüzlük şerbeti içme vasfına sahiptir. Hayatına anlamına layık yaşamak için insanlık adına iyi işler yapmaya adanmış her ömür, ölümsüzlüğe ulaşacak bir ömürdür. Böyle bir hayat sürmeyi kim istemez ki?