Türk-Ermeni ilişkileri tarif edilirken ilk akla gelen hadise 1915 olaylarıdır. Oysa Türkler ve Ermeniler, beşinci yüzyılın ortalarından itibaren birbiriyle münasebeti olan iki topluluktur. Genel itibariyle iyi ilişkiler geliştirmişlerdir. V. yüzyıl ortalarında Sasanilere karşı Hunlarla işbirliği yapan Ermeniler, benzer ittifakı Hazarlarla da yapmışlardı. Anadolu'nun fethedilmesi sırasında Bizans İmparatorluğunun yanında yer alarak Türklere karşı direnen Ermeniler, Malazgirt Zaferinden sonra Selçuklu idaresinde yaşamaya başlamışlardır. Selçukluların Müslüman olması, askeri bakımdan oldukça güçlü olmaları ve kalabalık bir nüfusla Anadolu’ya yönelmeleri gibi çeşitli faktörler Ermenileri Bizans’la işbirliği yapmaya zorlamıştı. Ancak Selçukluların Ermenilere tanıdığı dini ve ekonomik özgürlükler onların Türklere bakışını büyük ölçüde değiştirmişti. Ermeni tarihi uzmanlarının büyük kısmı bugün dünyada bağımsız Ermeni kilisesinin varlığından söz edilebiliyorsa bunun Türkler sayesinde olduğunu yazar. Selçuklu hakimiyetinin sona ermesinden sonra Osmanlı vatandaşı haline gelen Ermeniler, İstanbul'un fethinden sonra burada kurulan patrikhane ile Hıristiyan dünyasında üst düzeyde temsil edilmeye başlanmıştı. Ekonomik bakımdan Osmanlı Devleti'nin en gelişen grupları içerisinde yer alan Ermeniler devlet kademelerinde de üst düzey görevler elde ettiler.
Osmanlı Devleti'nin gerileme döneminde büyük güçlerin hedeflerindeki topluluklardan birisi de Ermenilerdi. Ancak Osmanlı Ermenilerinin büyük kısmı bu projeye itibar etmedi. XIX. yüzyılın ortalarında ivme kazanmaya başlayan Ermeni milliyetçiliği, 1887'de Cenevre'de Hınçak, 1890'da Tiflis'te Taşnak örgütlerinin kurulmasından sonra silahlı eyleme yöneldi. 1890'dan itibaren ortaya çıkan isyanlar XX. yüzyılın başlarında yoğunlaştı. 1906-1922 arasında Ermeni terörü sebebiyle hayatını kaybeden Türklerin iki milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Osmanlı Devleti uzun süre bu eylemlere karşı savunma durumunda kaldı. 24 Nisan 1915'te Taşnak ve Hınçak partilerini kapatarak üyelerini tutuklatan Hükümet, 27 Mayıs 1915'te de isyana kalkışan Ermenilerin daha güvenli yerlere zorunlu olarak gönderilmesi emrini yayınladı. 29 Kasım 1915'e kadar büyük kısmı Ruslarla işbirliği yapan Ermeniler yerlerini terk etmek zorunda kaldı. Zorunlu göç devletin cephe gerisindeki sivilleri koruma adına aldığı bir önlemdi. Savaş sırasında iki ateş arasında kalmamak adına başvurduğu bir çareydi. Bugün uluslar arası hukuk çevrelerince de kabul edildiği üzere Ermenileri yok etmek için hazırlanmış bir düzenek değildi.
1915'teki bu zorunlu göçün uygulanması sırasında Osmanlı Devleti büyük önlemler almıştı. Yaşlı, sakat ve çocuk olanların göç ettirilmemesinden tutun da göç ettirilenlerin geride bıraktığı malların korunmasına kadar pek çok önlem alındı. Günümüzde Ermeniler bu göç sırasında bir buçuk milyon Ermeninin katledildiğini iddia etmektedir. Oysa o dönemde Osmanlı devletinde bu kadar Ermeninin yaşamadığı hem Osmanlı kayıtlarında hem de uluslararası kayıtlarda mevcuttur. Üstelik göç ettirilenlerin kaç kişi olduğu bunlardan ne kadarının göç ettirileceği yere ulaştığı kaçının hayatını kaybettiği bellidir. Bununla birlikte Ermeniler lobi faaliyetleri çerçevesinde dünyada önemli mesafe kat ederek soykırıma uğradıkları tezini kabul ettirme noktasında büyük ilerleme sağlamışlardır.
Türkiye’de Türk-Ermeni ilişkileri ya da 1915 olayları ile ilgili pek çok araştırma yapılmış ve bahse konu dönemlerle ilgili olarak neredeyse aydınlığa kavuşturulmamış hiçbir mesele kalmamıştır. Bu çalışmalardan bilimsel çevrelerin haberi olsa da 1915’te Ermenilere soykırım yapıldığına inanan/inandırılan insanların ilgisini çekmemektedir. 1920’de yayımlanmış bir kitapta Talat Paşa’nın soykırım yapılması emri verdiği iddia edilen telgrafın uydurma olduğu 1983’te ortaya çıkarılmıştı. Ancak bu örnekte olduğu gibi 1915 olaylarıyla ilgili pek çok çarpıtma günümüzde ortaya çıkarılsa da dünyadaki algı çok değiştirilememiştir. Çeşitli ülkelere yayılmış, farklı ekonomik, kültürel ve mezhepsel kimliklere sahip Ermenilerin en büyük ortak noktası Türkler tarafından soykırıma uğratılmış oldukları inancıdır. Ermeniler açısından bu mesele bir tarihî mesele değil inanç meselesi haline gelmiştir. Dolayısıyla bu meseleyi ne tartışmaya yanaşırlar ne de tarih ile yüzleşmek adına konuşmaya. Yaptıkları propaganda etkisiyle dünyada ulaştıkları taraftar kitlesi onları 1915 olaylarını tartışmaktan daha da uzaklaştırmaktadır. Diğer taraftan Türkiye’nin bu zamana kadar yürüttüğü “o kadar değil de bu kadar Ermeni öldü” gibi sayısal tartışmaların ya da “Ermeniler de şu kadar Türk’ü katletti” tarzındaki çıkışların uluslar arası camiada karşılığı yoktur. Dolayısıyla tezlerimizi dünyaya anlatma açısından farklı bir söylem geliştirmek gerekir. Birinci Dünya Savaşı’nın dünyada olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de derin acılara sebep olduğu, bu acılardan bütün Osmanlı vatandaşlarının etkilendiği ana fikri üzerinden yapılacak çözümlemeler dünyada bir karşılık bulabilir. Aynı şekilde Geceyarısı Ekspresi filminin propaganda gücü sizin yayınladığınız binlerce cilt eserden daha tesirli olmuştur. Bu zamandan sonra bir yandan Türkiye’de hazırlanan bu eserlerin yabancı dillere çevrilerek uluslar arası kamuoyunun dikkatine sunulması önemliyse de dünyada 1915 olaylarına yönelik yanlış algıyı düzeltmek için sinema filmleri ve belgesellerin önemi daha da artmaktadır. 2015’te Ermenilerin soykırımı dünyaya tanıtma açısından büyük organizasyonlar içerisinde olduğu herkesin malumudur. Türkiye’nin de meseleye ayırdığı fonlar ile büyük prodüksiyonlar yaptırabilecek gücü olduğu bilinmektedir. Ancak zaman darlığı dikkate alınarak ilgili çalışmaların bir an önce başlatılması büyük önem taşımaktadır.
1915 olaylarına ilişkin olarak Türkiye'nin ortak komisyon kurulması ve arşivlerin karşılıklı olarak açılması önerilerine yanaşmayan Ermeni tarafının tarihi gerçeklerle yüzleşmeye korktuğu açıkça görülmüştür. Bununla birlikte AİHM'nin 17.12.2013 tarih ve 275101/08 numaralı kararında olduğu üzere 1915 olayları soykırım olarak nitelendirilemeyeceği hukukî olarak ortaya konmuştur. Sadece bu karar üzerinden Avrupa’da açılacak davalarla soykırım iddialarının okullardaki ders kitaplarından çıkartılmasından tutun da ifade özgürlüğü bağlamında soykırım iddialarını ilmî zeminde yeni tartışmaya açılmasına kadar pek çok yeni gelişme ortaya çıkabilir.