Mustafa Kemal Atatürk tarihe mal olmuş bir şahsiyettir. Bütün tarihi kişilikler gibi onun hayatı, fikirleri, dünya görüşü vs. tartışılabilir. Esasında Atatürk'ü adeta bir tabu haline getirenler, onun insani yönünün, günlük yaşantısının halk tarafından anlaşılmasını sağlayamayanlar ona en büyük kötülüğü yapanlardı. Atatürkçülük maskesi altında mevcut konumlarını korumaya ve güçlendirmeye çalışanların varlığı bu ülkenin en büyük yaralarından birisiydi. Ancak bu yaradan daha derini ve acıtanı, dindarlık adına Atatürk'e yapılan saldırılardır.
Atatürk'ün insani yönüyle ya da asker ve devlet adamı olarak tartışılmasında hiçbir sakınca yoktur. Tartışılmalıdır da. Böylece milletine, ülkesine, insanlığa ne gibi katkıları olduğu daha iyi anlaşılabilir. Ancak bu tartışmaların bir yöntemi olmak zorundadır. Atatürk tarihe mal olmuş bir kişi ise tarihi kaynakları esas alarak onun hakkında bir şeyler yazmak/konuşmak mümkündür. Aksi şeyler gerçeğe aykırı olacaktır.
Dünden bugüne belirli cemaat ve tarikat çevrelerinde Atatürk hakkında çeşitli iddialar gündeme getirilmektedir. Bunlar bir tarih sohbetinin değil bir ideolojik yönlendirmenin omurgasını oluşturmaktadır. Durum öyle bir hal almıştır ki sanki İmanın ve İslam'ın şartlarından sonra insanlara Atatürk ile ilgili tarihi kaynaklarda karşılığı olmayan, belirli mahfillerde kurgulandığı belli olan yalanlar anlatılmaktadır. İnsaf ve ahlak sınırlarını fazlasıyla aşan bu değerlendirmelerin dindarlık adına yapılması ise en üzücü olanıdır. Ucu dışarıdaki senaryoları dillendiren bu şahıslar İslam hukukunu göz göre göre çiğnerken hem bu dünyada hem öbür dünyada hesabı verilemeyecek sözler etmektedirler. İğrenç yalanları dillendiren bu kişiler ahlaki, dini ya da insani değerlerden yoksundur. Atatürk'e ve ailesine saldırarak dindarlık yapmaya çalışmak, ilk düğmeyi yanlış iliklemektir. Bunu yaparak ülkesinde bölünmeye vesile olanlar nasıl bir projeye hizmet ettiklerinin farkında değildir. Bölücülük yapma bakımından dağdaki eşkıyadan farkları yoktur. Bu iddiaları mazur görmek ise hem doğrudan Türkiye Cumhuriyetinin hükm-ü şahsiyetini hedef alan saldırıları hafife almaktır hem de benzer iftiraların yaygınlaşmasına yol vermektir. Böyle haksızlıklara uğramak istemeyen herkes tarihi sorumluluğunu yerine getirmeli, gereğini yapmalıdır. Aksi hepimiz için hüsran olacaktır.
Tarihçiler, Atatürk ile ilgili her türlü ithamı kaynak göstermeleri şartıyla herkesle tartışmaya hazırdır. Bunun ötesi psikologların ilgi alanına girer.