Anadolu, tarih boyunca pek çok medeniyete beşiklik yapmış bir ülkedir. Haliyle pek çok milletin de yurdu olmuştur. Bu milletlerden birisi de Türklerdir.
Büyük Selçuklu Devleti kurulmadan çok önce, 1016’da, Çağrı Bey, kendilerine yerleşebilecekleri uygun bir yer arayan Selçuklulara yurt bulabilmek için keşif seferine çıkmıştı. Onun aradığı yurtta üç temel vasıf bulunmalıydı: Türklerin yaşantısına uygun iklim ve coğrafi yapıya sahip, nüfusu kalabalık olmayan ve büyük bir güç tarafından savunulmayan bir ülke.
1018’de Van Gölü kıyılarından Anadolu’ya giren Çağrı Bey, 1021’de Horasan’a dönene kadar Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da bol otlakları bulunan, az insanın yaşadığı ve ciddi bir güç tarafından savunulmayan bir ülke keşfetti. Döndüğünde kardeşi Tuğrul’a, kendilerine yurt olabilecek bir ülke bulduğunun müjdesini verdi. O tarihten sonra Selçukluların aklında hep bu ülkeyi elde etme fikri vardı. Nitekim Dandanakan Savaşından sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulması ile bu amaca yönelik faaliyetleri başlattılar. 1048 Pasinler Zaferinden sonra durmaksızın Anadolu’ya yönelen Selçuklu akınları bölgedeki Bizans gücüne ağır darbeler vurdu. 1054’te ise ilk kez bir Selçuklu hükümdarı Anadolu’ya ayak bastı. Tuğrul Bey Doğu Anadolu’daki bazı stratejik yerleri ele geçirirken gönderdiği keşif birlikleri sayesinde Romalıların bölgede çok güçlü olmadığını bir kez daha anladı. Sultan Alp Arslan devrinde ise Anadolu’nun fethi konusundaki faaliyetler kararlılıkla devam etti. 16 Ağustos 1064’te Anı şehrinin fethedilmesiyle bölgedeki Bizans savunma hattı büyük ölçüde çökertildi. İmparator Romanos Diogenes, Anadolu’daki Selçuklu hâkimiyetine son vermek, Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırmak ve İslam dünyasını işgal etmek gibi büyük hedeflerle o zamana kadar benzeri görülmemiş bir ordu toplayarak Sultan Alp Arslan’ın üzerine yürüdü. 26 Ağustos 1071’de iki ordu Malazgirt’te karşılaştı. Selçuklu hükümdarı tarihin akışını değiştiren bir zafer kazandı, Bizans ordusu imha edildiği gibi imparator da esir düştü. Yapılan antlaşmayla savaş tazminatı ve yıllık vergi vermeyi kabul eden Romanos Diogenes, Müslüman esirleri serbest bırakmayı ve Antakya, Urfa, Menbic ve Malazgirt’i Selçuklulara devretmeyi kabul etmiştir. Antlaşma imzalandıktan sonra da ülkesine dönmek üzere Malazgirt’ten ayrılmıştır. Ancak Romalılar onu yenilginin sorumlusu olarak görerek tahttan indirdiği gibi yaptığı antlaşmayı da kabul etmemişlerdir. Yapılan bu hukuk tanımamazlık üzerine Sultan Alp Arslan da Anadolu’nun fethedilmesi emrini vermiş, kısa sürede Marmara kıyılarına kadar olan bölge Selçukluların eline geçmiştir. Malazgirt Zaferinin akabinde kurulan beylik ve devletlerle Anadolu’nun yurt edinme süreci hız kazanmıştır.
Romalılar, Anadolu’yu Türklerden geri alma ümidi ile fırsat aramaya başlamışladır. Haçlı seferleri bu açıdan büyük bir imkân olmuştur. Ancak Anadolu’da kısa sürede o kadar büyük bir siyasi, sosyal ve kültürel değişim olmuştur ki ülkenin çehresi bir anda değişmiştir. Bu değişimin en önemli göstergelerinden birisi, 1147-1148’de gerçekleşen İkinci Haçlı Seferi sırasındaki Latin kaynaklarının artık bu ülkeyi Turchia (Türklerin ülkesi) adıyla anmasıdır.
Romalılar, Türkleri Anadolu’dan atabilme ümidiyle son hamleyi Manuel Komnenos zamanında yapmıştır. Bizans imparatoru müttefiklerinin desteği ve paralı askerlerden takviyeli büyük bir orduyla Denizli’ye doğru yürüyüşe geçti. 17 Eylül 1176’da, Düzbel geçidi yakınlarındaki Miryakefalon’da yapılan savaşta Türkiye Selçuklu hükümdarı II. Kılıç Arslan parlak bir zafer kazandı. Bizans’ın Türkleri Anadolu’dan atma hayali de 105 yılın ardından son buldu. Malazgirt “vatan kazandıran” savaş olarak anılırken Miryakefalon da “vatan kurtaran” zafer olarak tarihteki yerini aldı.