Türkler, tarih boyunca farklı coğrafyalarda devletler kurarak pek çok milletle iç içe yaşamış bir millettir. Bu vasıfları ile dünyanın diğer milletlerinden farklılık kazanırlar. Asya Hunlarından günümüze kendisinden kültür ve din olarak farklı pek çok unsuru devletinin çatısı altında birleştirmeyi başaran Türklerin bu özelliği dünyada kıymet kazanmalarını sağlamıştır. Genel itibariyle Türklerin bir arada yaşatma kültürü olarak tanımlanan siyasetleri ile bugün post-modernizmin en önemli problemlerinden birisini çok erken dönemde çözmeyi başararak, farklılıkları kendilerine tehdit olarak görmeyen bir yönetim anlayışı ortaya koymuşlardır.
Türklerin farklı kökenden topluluklarla bir arada yaşayabilmesinde çeşitli faktörler rol oynamaktadır. Bunların başında cihan hakimiyeti esasına dayanan yönetme tarzı ve dinlere karşı hoşgörüsü yatar.
Cihan hakimiyeti anlayışına göre Türkler, bütün insanlığı yönetmek üzere yaratılmış bir millet olduklarına inanmaktaydı. Bütün insanlığı bir bayrak altında birleştirme ideali, onları, farklı kimliklere karşı siyasi, hukuki ve kültürel bakımdan sorumlu hale getirmekteydi. Hakimiyetlerini kabul eden her topluluğu eşit vatandaşlık hukukuna tâbi tutan Türk devletleri, herkesi birinci sınıf vatandaş haline getirerek ancak ebedî devlet olabileceklerini bilmekteydi. Hukukî bakımdan herkesi aynı kurallar bütünü içerisinde değerlendiren bir anlayış oluşturan sistemde, töre hükümlerinin eşitlikçi yanı çağından oldukça ilerideydi. Kültürel bakımdan dünyayı tek bir bayrak altında toplamanın yolunun farklı kimliklerine saygıdan geçtiği bilinmekteydi. O yüzden gelenek, örf ve adetlerin saygı duyulduğu bir ortama ihtiyaç vardı. Türklerin tarihte bıraktığı en iyi izlerden birisi, yayıldıkları coğrafyalardaki toplulukların kültürlerini yaşatmalarına yaptıkları katkılardır.
Türklerin dini politikası, tarihte farklı bir yer kazanmasına sebep olan diğer bir yönüdür. İlk devletten itibaren Türkler, farklı din mensuplarıyla birlikte bir arada yaşamışlardır. Devlet, halkının dinine hoş görüyle yaklaşmıştır. Modern dünyanın tolerans algısı ile Türklerin hoşgörüsü birbirinden farklı kavramlardır. Türklerin farklı din mensuplarına hoşgörü ile yaklaşırken onlara tahammül açısından yaklaşmamakta, oldukları gibi kabul etme eğilimi göstermektedirler. Çağın batı literatürüne giren tolerans anlayışının temelinde, sizin inançlarını hoş karşılamamakla birlikte bir arada yaşamamızın bir gereği olarak dini değerlerinize katlanıyorum algısı vardır. Halbuki Türklerdeki uygulama farklıdır. Farklı dinlerin ülkelerinde yayılmasına müsaade ettikleri gibi onların kurumlaşmasına da izin vermişlerdir. Uygurlarda Maniheizmin, Hazarlarda Museviliğin yayılması, Osmanlılarda yeni kiliselerin açılmasına izin verilmesi bunun örneklerindendir. Selçukluların Kafkaslar ve Anadolu’yu fethinden sonra uyguladıkları dini siyaset sayesinde başta Ermeni ve Gürcü kiliseleri olmak üzere bağımsız Ortodoks kiliselerin varlığını devam ettirebildiği, ciddi bilim adamları tarafından dile getirilmektedir. Aksi bir durumda Doğu Roma İmparatorluğu bu bölgelere hakim olsaydı her iki kilise de İstanbul patrikhanesine bağlanacaktı ve günümüze kadar yaşayan Gregoryen ve Ortodoks kiliseler tarihten silinebilecekti. Aynı şekilde İstanbul’un fethinden sonra karşılaştıkları dini özgürlük sayesinde Ortodoks din önderlerinin, kardinal külahı görmektense Müslüman sarığı görmeyi tercih ederim diyerek Osmanlıları, 1204’te İstanbul’u ele geçirdiklerinde mezheplerinden dolayı kendilerine büyük baskılar yapan Katoliklerden üstün görmeleri oldukça önemlidir. Öte taraftan Türkler farklı dinlere hoşgörü göstermenin yanı sıra onların varlığını korumasına da destek olmaktan geri durmamışlardır. 1492’de İspanya’da inançlarından dolayı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Yahudilerin, Osmanlı Devleti’ne göç ettirilerek hayatını sürdürmesi bunun en açık göstergesidir.
Türkler, kurdukları devletler ile tarihte derin iz bırakmış bir millettir. Ancak sizin bir coğrafyada siyasi hakimiyet kurmanız, orada kalıcı olabilmeniz için yeterli değildir. Bir yerde kalıcı olabilmek için orada yaşayan insanlarla derin bağlar kurmanız gerekir. Türkler, insanların inançlarına hoşgörüyle yaklaşarak onlara dostluk elini uzatırken bu bağlardan en önemlilerinden birisini sağlamakta, dünyaya örnek olan bir model geliştirmekteydi.