Herkes, O’nu, “Bu vatan toprağın kara bağrında/Sıradağlar gibi duranlarındır” diye başlayan “Bu Vatan Kimin?” başlıklı şiiriyle tanıdı. Ben de, öyle tanıdım!..
1950’lerde başlayan ilkokul sıralarımdan îtibâren, her millî bayramımızın değişmez şiiri bu idi!..Öğretmenlerimiz, bayrama hazırlanırken, en gür sesli ve telaffuzu güzel arkadaşlarımızdan birine bu şiiri okutur, bizler de, her tarafı Ay-Yıldızlı şanlı bayrağımızla süslenmiş meydanlarda, ellerimiz çatlayıncaya kadar, heyecanlarımızın tezâhürünü ortaya koyardık.
Sâdece 29 Ekim, 23 Nisan ve 19 Mayıslar’da değil, şehirlerimizin kurtuluş günlerinde de bu havayı teneffüs eder, coşardık.
Orhan Şâik Gökyay, beni, arkadaşlarımı hattâ bütün Türk çocuklarını ve gençlerini duygulandıran bu şiirini nasıl yazdığını şöyle anlatır:
“Yıl 1937. Bursadayım. Bir yerlerden geliyorum. Tam bizim evin oralarda resmî bir dâire var. Karakol mu ne? Bayrağı direkte unutmuşlar. Rüzgâr da yok. Bayrak kendisini bırakıvermiş. Bu, bana öylesine dokundu ki...Bu, içimde bir yerlerde “asker” oluşumdan kaynaklanıyordu. Biz, İstiklâl Savaşı’nda yetiştik. Gençliğim Harb-i Umumî’nin bozgunlarıyla başladı. İşte bayrağımın bu hâli bana hemen daha oracıkta şiirimin ilk mısrâlarını yazdırdı.” (Bknz. Prof. Dr. Günay Kut, Orhan Şâik Gökyay, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989, Sf. 37-38)
Orhan Şâik Gökyay, 16 Temmuz 1902 târihinde Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde doğmuş; 02 Aralık 1994 târihinde de İstanbul’da vefât etmiştir. Yâni, bu muhteşem şiirini yazdığı zaman, otuzbeş yaşındaydı.
Bizzat kendisinin bahsettiği gibi, Osmanlı Cihân Devleti’nin çöküş/yıkılış döneminde doğmuş ve gençliğini de bu dönemde sürdürmüş bir nesildendir. Zîrâ, bu dönemden Cumhuriyet’e intikal eden, Mehmet Âkifler, Yahya Kemaller, Ali Fuat Başgiller, Necip Fâzıllar, Ârif Nihatlar, Ahmet Hamdi Tanpınarlar, Halide Nusret Zorlutunalar, Basri Gocullar,Hüseyin Nihal Atsızlar, Zeki Velidi Toganlar, Âşık Veyseller, Peyami Safalar...ve tabiî ki, İstiklâl Harbi’ni kazanan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran kadrolar da bu altın neslin öncüleridir.
Orhan Şâik Gökyay denince, akla ilk gelen, şüphesiz ki, “Bu Vatan Kimindir?” şiiridir. Yâni “vatan” duygusu’dur. Bayrak sevgisi’dir. Millî şuûr’dur.
Ancak; Orhan Şâik Gökyay, aynı zamanda, 92 senelik bir ömrü Türk milletinin birliğini, saadetini ve yükselişini ülkü edinmiş bir fikir ve dâvâ adamıdır. Hayatı boyunca, ilkokuldan üniversiteye, nice millî şuûr sahibi gençler yetiştirmiş büyük bir maarifçidir.
3 Mayıs 1944 milliyetçilik hâdiseleri sebebiyle, Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşlarıyla birlikte tabutluklarda bin beşyüz mumluk elektrik lambaları altında bir buçuk yıl vatana ihânet suçlamasıyla yatmış, işkenceler görmüş fakat dâvâsından bir zerre geri durmamış, Türk milletinin hizmetinden geri kalmamıştır. Netîcede, Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi beraatine karar vermiş ve hapisten alnı ak olarak çıkmıştır.
Henüz kırkiki yaşında iken bu muamelelere mârûz kalan Orhan Şâik Gökyay, Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığı’na sunduğu müdafaasına şöyle başlar:
“Ben, vatanın dört bir bucağında on yedi yıldır alnının akıyla Türk milletinin hizmetinde şerefli bir öğretmen olarak çalışan ben...On yedi yıldır ne kendi şerefine ne vatanın ve milletinin şerefine kendi aczi dâhilinde leke sürdürmeyen ben...Şerefi, haysiyeti, adı aylardır darağacında sallandırılan ben yani bugün artık her iki manada adı çıkmış ve çıkarılmış olan Orhan Şâik Gökyay karşınızda yeryüzünde işlenebilecek olan suçların en zelili, en iğrenci, en şerefsizi ile vasıflandırılmış olarak, vatan haini ithamı altında bulunuyorum. Bir madalya takar gibi bir sadaka verir gibi vicdanınız ürpermeden bana yakıştırılan bu kirli ve çirkin emaneti daha lâyıkına verilmek üzere verenlere iade ediyorum” (Bknz. Yavuz Bülent Bâkiler, 1944-1945 Irkçılık-Turancılık Davasında Sorgular Savunmalar, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul 2010, Sf. 153)
Orhan Şâik Gökyay’ın eserleri kadar, hayatında yaşadığı mâcerâlar da iyi okunmalı, tahlil edilmeli ve örnek alınmalıdır.
Ne yazık ki, edebiyatçılarımızın da, sevgili gençliğimizin de, O’nu, yeterince tanıdığını sanmıyorum!..
Bu kıymetli vatan şâirimizi, vefâtının 25. yılında, rahmetle anıyorum. Rûhu şâd, mekânı cennet olsun!..