Bir soru ile başlayayım: “ Bana, bu üçünden hangisine öncelik verirsiniz?” diye sorsanız, inanınız ki, aralarında hiçbir tercih yapamam. Yâni; bu sıralamanın önceliği yoktur!..
Böyle bir sorunun kıskacında olarak, hiçbiri, bir dîğerine tercih edilemeyen bu değerler, ne yazık ki, büyük bir tahribat içersinde bulunmaktadır.
Sağlık olmayınca, adâlet ve eğitim olur mu?
Adâlet olmayınca, sağlık ve eğitim olur mu?
Eğitim olmayınca, sağlık ve adâlet olur mu?
Bence, olmaz!..
Bugün; dünyâyı saran koronavirüs belâsından, Türkiye’miz de çok muzdariptir. Her gün, ikiyüzün üzerinde vatandaşımız bu virüs sebebiyle hayatını kaybetmekte fakat buna rağmen, maalesef büyük bir rehâvet içersinde, gereken tedbirler alın(a)madan insanlarımız işiyle gücüyle uğraşmaktadırlar.
Bunun için tavsiye edilen: “Maske-Mesâfe-Temizlik” yanında, âcilen aşı yaptırma’ tedbirleri, arzu edilen tarzda uygulan(a)mamaktadır.
Şüphesiz ki, kimsenin, nasıl “temizlik” yaptığını bilemeyiz, ancak, “maske” ve “mesâfe”deki riâyetsizliğe, birebir şâhidiz.
Sokaklarımız, meydanlarımız, salonlarımız tıklım tıklım doludur yâni “mesâfesiz”dir ve aynı zamanda, “maske” de tavsiye edilene uygun bir şekilde takılmamaktadır.
Salgının ilk dönemlerinde alınan ciddî tedbirler tamamen gevşetilmiş hattâ bâzı göstermelik îkazlara rağmen lâçkalaşmıştır. Niçin?
Başka ülkeler, bizi ilgilendirmez, demeyelim ammâ kendi ülkemizde, bunun , başlangıçtaki ciddiyetle tedbirini niçin almayız/alamayız, ona hayret ederim.
Meselâ; “Kimse, kimsenin, hasta olmasına sebep olamaz. Kimse, kimseye zarar verme hakkına sahip değildir” düşüncesiyle; bu uygulamaların harfiyyen tatbikini istemek, Devlet’in aslî görevlerinden olmalıdır.
“Maske-Mesâfe-Temizlik” şartlarına riâyet etmeyenler için ‘hukukî müeyyideler’ konmalıdır.
Bu durum; ‘riâyet edenler için’, hem adlî ve hem de demokratik bir hak talebidir.
Burada; "adâlet”, sağlığın temini için şarttır. Kaldı ki, okullarımız, bu sene değil, geçen sene Avrupa’da bâzı ülkelerin aldığı tedbirler bile alınmadan, açılmıştır. Her şey güllük gülistanlık gösterilmektedir. Sağlık tedbirleri alınmadan faaliyete geçirilen bir eğitimin maksat hâsıl edeceğine inanıyor musunuz?
Daha önce de yazdım; yüzyüze eğitim, bütün eğitim şekilerinin en başta gelenidir. Fakat, siz, hâlâ okutulan kitap sayısını azaltmazsanız; hâlâ siz, bu hantal kitaplardaki iç muhtevâyı sâdeleştir(e)mezseniz ve hâlâ siz, haftada otuz saatlik bir ders yüküyle çocukları ve gençleri bunaltırsanız, netîcenin pek de parlak olmayacağı âşikârdır.
Bu yolla; günlük ders saati dörde indirilebilir ve böylece aynı mekânda/sınıfta ikili veya üçlü öğrenime bile geçilebilir. O zaman; sınıflardaki öğrenci sayısının da arzu edilen kadar/onbeş kişiyi aşmayacak şekilde tanzimi mümkün olur.
Öğretmen ihtiyacı mı? Vatandaş olarak, onu da biz mi düşünelim!..
Peki öyleyse; dörtyüz bin civarında öğretmen adayını ilgili fakültelerde niçin okuttunuz, diye sormama müsaade ediniz.
Diyânet İşleri Başkanlığı ise, bir tamim yayınlayarak, “câmi ve mescitlerde salgın kaynaklı problem yaşanmamıştır. /Kış şartları sebebiyle açık alanlarda namaz kılma imkânı kalmaması...göz önünde bulundurularak yeni düzenleme yapılması gerekli görülmüştür.” demektedir.
Farz namazları -bilhassa Cuma namazı-için, câmilerde saf düzenindeki ‘mesâfeyi’ kaldırmak, hangi tıbbî gerekçeyle ,‘sağlık’, ikinci p(i)lâna atılarak yapılmıştır, bilmemiz mümkün değildir!..
Diyânet İşleri Başkanlığı, “câmi ve mescitlerde salgın kaynaklı problem yaşanmadığını” hangi usûllerle tespit etmiştir ve hangi tıbbî teşhisle buna kanaat getmiştir?
Bu hususta, elbette ki, Sağlık Bakanlığı’nın/tıpçıların ne söylediklerini de merak ediyorum. Hâlen hiçbir ses mevcut değildir!..Sağlık olmayınca ibâdet yapılabilir mi?
Meselâ; benim mahallemde, namaz kıldığım câmide, birkaç ay evvel bir komşum/arkadaşım bu “salgın” sebebiyle vefât etmiştir. Dîğerlerinde, “salgın kaynaklı problem yaşanmadığı”nın ispatı nedir?
Haydi, hep berâber, bir nefs, bir vicdân muhasebesi yapalım!..Kendimize çekidüzen verelim!..
Millet olarak yanlışın neresinden dönersek kârdır, diyelim!..Birbirimizi kandırmayalım!..
Ne sağlık, bu sağlıktır; ne eğitim, bu eğitimdir ve ne de adâlet, bu adâlettir.
Günde ikiyüzün üzerinde insanın öldüğü bir memlekette her şeyin gayet normal olduğunu, işlerin tıkırında gittiğini söylememiz için, bu toplumdan habersiz yaşadığımız ve idrâkimizin dumura uğramış olması gerekir.