Seyyid Ahmed Arvâsî’nin “ŞİİRLERİM” Kitabı Hakkında (Vefâtının 32. Yılı Münâsebetiyle)
Daha önce, Edebice Dergisi’nin Kasım-Aralık 2016 tarihli nüshasının 20-23. sayfalarında değerlendirmeye çalıştığım “Seyyid Ahmed Arvâsî’nin Şâirliği” başlıklı makaleme ilâve edebileceğim fazla bir şey olmamasına rağmen, önemine binâen bu hususta zihinleri bir daha tâzelemek istedim.
Arvâsî Hoca, “Şiirlerim” adlı eserini Takdim’ine şöyle giriş yapar: “Vaktiyle şairliğe özenmiş ve yazdıklarımı “Sır” adını verdiğim bir kitapçıkta toplamıştım. O zaman, Ahmet Cezzar Arvasî imzasını kullanıyordum. 1950 yılında, daha yirmiüç yaşında bir delikanlı iken yayınladığım ve mürettip hataları ile dolu bu kitapçığımı, her nedense hiç sevemedim ve âdeta şairliğe küstüm. Kendimi, fikrî çalışmalara verdim”.
Yâni, O, kendini, şâir kabûl etmez...Fakat..
Bilgi edinmek, san’atla meşgul olmak, Allahü teâlâ tarafından, sâdece insanoğluna verilmiş bir meziyet ve aynı zamanda bir nimet ve ikramdır. Bunun kıymetini bilebilmemiz için de okumamız ve yazmamız gerekir.
S. Ahmet Arvasî’nin mütefekkirliğini herkes bilir de, şâirliği sözkonusu olunca fazla bilgi sahibi olana az rastlarız. Şüphesiz ki; “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri, Kendini Arayan İnsan, İnsan ve İnsan Ötesi, Dünyadaki Kaynaşmalar ve Millî Eğitimimiz, Eğitim Sosyolojisi, Türk-İslâm Ülküsü (3 Cilt), Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, Doğu Anadolu Gerçeği, Size Sesleniyorum-1, Size Sesleniyorum-2, Hasbihal (6 Cilt)” isimli eserleri, geleceğe dâir ufkumuzu aydınlatır, yol gösterir ve yeni muhakeme kapılarını açarlar.
Seyyid Ahmed Arvâsî’nin eserleri, istisnâsız çok kıymetlidir. Hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki, yaptığı tahliller, sâdece geçmişin sathî bir murakabe ve muhasebesi değil, istikbâlle alâkalı hususların da ap-açık ortaya konmasıyla, neler yapmamız veya yapılması gerektiğine dâir çâreleri beraberinde getirir.
Bu bakımdan, kanaatim odur ki, topyekûn eserlerinin değil, her eserinin herbir satırı bile kıymetlidir.
S. Ahmet Arvasî, “Şiirlerim” adlı 96 sayfalık şiir kitabıyla da, ‘fikrî ve bediî’, çok değerli bir numûne bırakarak genç yaşta âhiret hayatına intikal etmiştir.
Tekraren söylüyorum ki, şiirlerindeki fikir muhtevâsındaki üstünlük kadar, poetik bakışla da, hârika şiirlere imza atmıştır. 1949 yılında yâni 17 yaşında iken yazdığı “Özleyiş” başlıklı şiirine bir göz atalım ve kendi kendimize soralım: “O yılların gencinde bulunan böyle yüksek bir millî şuûr bugün niçin -yok değil- oldukça zayıflamıştır?”
Bugün, yaşadığımız hâdiselerde değişen nedir? Birkaç kıt’asını birlikte okuyalım:
“Tuna neden köpürmüş, Kırım niçin inliyor?
Nerde parlayan kılıç, nerde o akıncı ced?
Şimdi Hazar uzaktan feryâdımı dinliyor,
Ayrıldı mı Kafkaslar yurdumdan ilelebet?”
...
Nerde bütün Türkeli, Taşkent, Buhara nerde?
Müslüman-Türk ülkesi Büyük-Mâvera nerde?
Asya’yı, Avrupa’yı titreten nâra nerde?
Vatan parçalanınca yüzümüz gülmez elbet.
...
Yüce İslâm âlemi, boyun eğmiş haçlıya,
Vicdanı yosunluya, elleri kırbaçlıya,
Zaman hasret duyuyor başı hilâl taçlıya,
Nerede kaldı tarih, nerde bizdeki heybet?”
Ah mı, vah mı, vay mı? Dersiniz bu mısrâlara bilemem ammâ, S. Ahmed Arvâsî, hâlimizi çok güzel tasvir etmiş ve bugünlere de işâretini vermiştir, vesselâm!..
“Tefekkür” şiirinde:
“Dünya, ağır bir yüktür,
Onu atmayan bilmez.
Hayat, “ölmeden ölmek”...
Bunu, tatmayan bilmez.
.....
İki kanadı “yer”in
Biri “dün”, biri “yarın”.
Bâtıl, “kesretin” adı.
Bana “Tevhidi” verin.
Yıkın bütün putları,
Karanlık “umutları”,
Bir Allah’a yalvarın....”
Diyen S. Ahmed Arvâsî, vefâtından üç sene önce (1985’te) yazdığı “Dünya” adlı şiirinde de şöyle der:
“İşte gördük seni dünya,
Ne gerçeksin, ne de rüya,
Bir resim çizilmiş suya,
Sahte ışık, sahte boya...
....
Dir ki
Fenâ, bekâya anahtar,
Toprak, semâya anahtar,
Açar kapıyı Mevlâ’ya.”
Nesir yazıları kadar şiirleri de millî ve mânevî kültür nakışlarıyla dopdolu mütfekkirimiz S. Ahmed Arvâsî’nin her eseri apayrı bir ufkun açılmasına vesîle olabilecek kuvvette ve kıymettedir.
Sözü; O’nun bir nasihatiyle bitiriyorum.
Diyor ki; “Asla unutmamak gerekir ki, yabancı ideolojiler, yabancı ve istilâcı devletlerin fikir paravanalarıdır. Milletleri içten vuran sinsi tuzaklardır. Bunu bildiğim ve buna inandığım içindir ki, Türk milletini parçalama oyunlarına ve tertiplerime karşı durmayı, büyük bir namus ve vicdan borcu bilmekteyim. Hele bir Doğu Anadolu çocuğu olarak olarak, doğduğum ve büyüdüğüm bölge etrafında döndürülmek istenen hain niyetlere, kahpe tertiplere karşı elbette kayatsız kalamazdım. Beni yakından tanıyanlar, bütün hayatımı ve çalışmalarımı Türk-İslâm Ülküsü’ne vakfettiğimi elbette bilirler. Beni bu mukaddes yoldan döndürmek için ne oyunlarla, ne tertiplere ve ne kahbeliklere maruz bırakıldığımı bir Allah bilir bir ben. Şüphesiz bu oyunlar bitmemiştir ve kolayca biteceğe de benzemez.
Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlü ise, İslâm dünyası da güçlüdür. Aksi bir durum varsa, bütün Türk dünyası ile birlikte İslâm dünyası da sömürülmektedir.””(Size Sesleniyorum-1; Model Yayınları, İstanbul 1989, Sf. XII)