Güneşli havalarda, Gençlik Parkı cıvıl cıvıldır. Çocuğunu kaydıraklarda kaydıranlar, salıncakta sallayanlar, şehrin gürültüsünden, hayatın bıkkınlığından uzak durmak isteyenler, aheste adımlarla gezinip kuş sesleriyle bir başka âleme gidenler ve banklarda oturarak sohbete dalanlar, hep bu parkta buluşurlar.
Zaman; burada, kimine göre, kaydıraklarda kaymak; kimine göre, salıncakta salınmak; kimine göre, gürültüden-pahalılıktan kaçmak; kimine göre, ağaçlar ve çiçekler arasında kuş sesi dinleyerek derin bir soluk almak ve kimine göre de, dostlarla muhabbete dalmaktır.
Suat; bunlardan hiçbiri değildir!..
Birkaç mahalle uzakta, daha ziyâde fakîr âilelerin oturduğu bir mahalleden gelerek, bu huzur mekânı parkta zaman geçirenlerin aksine; o, bu parkın, bir cephesi limana, bir cephesi de Atatürk Bulvarı’na bakan köşesinde boyacı sandığıyla rızkının peşinde emek harcayan genç bir adamdır.
Orta boylu, saçları, biraz önden dökük, esmer yakışıklısı biridir Suat!..
Gelip geçerken, yanıbaşında, merhabalaştığım simitçi ahbabım vasıtasyla, onunla da selâmlaşmaya başlamıştım... Her sabah, yağmursuz ve karsız havalarda, her ikisi de mutlaka o köşe başındaki dalları caddeye sarkan söğüt ağacının altına tezgâh kurar, müşteri beklerlerdi.
Bu söğüt ağacı, bir yaz günü, havanın en sıcak zamanda, caddenin karşısındaki bir apartmanda ikamet eden bir kadının, “Evimin önünü kapatıyor, caddeyi göremiyorum” bahanesiyle belediyeye şikâyeti üzerine dalları budanmıştı da, bu simitçi ve boyacı dostlarım ağızlarını açamamış, o yaz güneşinde, şıpır şıpır ter dökerek işlerini yapmaya gayret etmişlerdi.
Simitçi dostum, birkaç sene önce öldü. Yerini, yine, bir gariban arkadaşına bıraktı.
Ayakkabılarımı çok az boyatan biriyim. Fakat, boyacı da, iş yapsın diye, arasıra, ona uğradığım da olur. İşte, bir öğle üzeri, güneşin tam tepede olduğu bir zamanda, Suat’a selâm verdim.
Suat, selâmımı aldıktan sonra, âdeta, “Nereye gidiyorsun, gel de ayakabılarına bir cilâ atayım!” der gibi, baktı bana!..
Birkaç adım atmıştım ki, geri döndüm...Sandalyesine oturdum!..Yüzü güldü!..
-Epeydir de boyanmamış olmalı, dedi.
- Doğru, dedim. Boyanmamış...Her şeyi, işin erbabı bilir!..
Hoşuna gitti. Devam ettim:
-İşler nasıl, bugün hava da çok güzel!..
Sözümü kesti:
-Bu saat oldu, gelen olmadı; ilk müşterim sensin, dedi.
Söyleyecek söz bulamadım. Yutkundum. Sırf konuşmak için konuştum:
-İlk mi? Ben mi? diyebildim. İnşâ-Allah, sana şans getiririm!
Bir suskunluk hâli yaşadık ikimizde. Caddelerden vızır vızır arabalar geçiyor, yanımızdan dertli-dertsiz kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar yürüyor, ben ise, bir yerlere dalmış gidiyordum.
-Hayırdır, bey amca, dedi, boyacı, daldın gidiyorsun. Karadeniz’de gemilerin mi battı?
Güleç yüzlü, tatlı ve açık sözlüydü. Hoşuma gitti. Ben de gülümsedim.
-Yok, dedim, yok!..Sana öyle gelmiştir!..
Kendimi toparlayıp:
-Adın ne? diye soruverdim.
-Suat, dedi, Suat!..
-Kaç çocuğun var?
-Ellerinizden öperler, üç, diye cevap verdi.
-Okul durumları ne?
-Biri ortaokul, biri ilk, diğeri daha küçük!..
Bu arada boya işi de bitmek üzereydi. Üç çocuk ve öğlene kadar da ilk müşteri!..Bu adam ne yer, ne içer, çocuklarına, evine ne götürür?!
- Borcum, dedim.
-Beş lira, bey amca, dedi.
Kâğıt beşliğe bir de sarı ellilik ilâve edip uzattım. Anladı!..
-Tamam, dedim. Yavrulara bir şeyler alırsın!..
-Allah, râzı olsun, dedi, boynu bükük.
Ayağa kalktı, elimi alacak oldu.
-Kat’iyyen, dedim, kat’iyyen!.. Bu, senin hakkın, bunu böyle bil!..
Ayrılmadan önce:
-Bana telefon numaranı verin misin? diye sordum. “Niçin?”, der gibi, şaşkın şaşkın yüzüme baktı.
-Olur ya, dedim, lâzım olabilir!..
Gülüştük. Ayrıldım!..
Araya, koronovirüs girdi. Dışarı çıkmam zorlaştı. Hattâ, belediye otobüslerine ve t(ı)ramvaya binmemiz bile yasaklandı.
-Vay be! dedim. Demek ki, bir devlet, insanını böyle korurmuş!..
Suat’ın işyeri (!) yürüyüş yolumun üzerindeydi. Sokağa çıktığım zamanlar, mutlaka onu görürdüm.
Günlerden bir gün, sokağa çıktığımda, Suat’ın yerinde olmadığını gördüm. “İnşâ-Allah, bir şey olmamıştır!” diye düşündüm. Kimseye de sormam mümkün değildi. Çünkü, işyeri dedimse, boyacılık yaptığı mekân, parkın bir köşesiydi!..
Eve dönünce, onu aradım, kendimi tanıttım.
-Buyur, bey amca! Dedi.
-Neredesin? dedim, yerinde yoktun da merak ettim. Bir şey mi oldu?
Söylemekle söylememek arasında tereddüt geçirdi. Üzgün bir sesle:
-Benim oğlanın askerlik işleri var da... Şu anda, Askerlik Şubesi’ndeyim...
-Hani senin çocukların küçüktü?
-Yok, dedi, büyüğü, ilgiye muhtaç...Askerliğe de mâni hâli var!..Onun için burada, sıradayım!..
Evi târîf ettim ve:
-Öyleyse, yarın, bana mutlaka uğra, dedim.
Ertesi gün, Suat, erkenden geldi. Hava da güneşliydi. Belli ki, bugün iş yapabilirdi ve dünkü kaybını da çıkarabilirdi.
Tedârik ettiğim bir şeylerle onu uğurladım!..
-Allah râzı olsun, deyip, doğru işine koştu.
Benim evle, onun iş yaptığı yerin arasında fazla bir mesâfe de yoktu. Yüzelli, bilemedin iki yüz metre!..
......
Aradan epeyce bir zaman geçmişti. Bir cuma günüydü. Hava biraz çiseli ve biraz da soğuktu. Ne de olsa, ocak ayının ortalarında, Karadeniz’in nemli ikliminde yaşıyorduk.
Suat’ı aradım.
-Yerindeysen, bana uğra, dedim.
-Hava iyi değil, bugün işe gidemedim, dedi.
-Yarın cumartesi...iki gün, sokağa çıkma yasağı var. O zaman, pazartesi, boş bir anında, müşterin olmadığı bir zamanda bana gel! dedim.
Anlaştık. Telefonlarımızı kapattık.
Akşama, hava, daha da sertleşti. Günlerdir hattâ haftalardır yağmayan yağmur, karla karışık yağmaya başladı. Elbette ki, barajlar su dolmalıydı ve elbette ki, bahçeler kuraklıktan kurtulmalıydı!.. Yağmur, bereketti!.Bolluktu!..Fakat...
Pazartesi günü geldi çattı!.. Yâni; 2021 yılının Ocak ayının 18. günü...Öğlene doğru, telefonum çaldı.
Baktım!.. “Suat” yazıyor. Bir şey olduğu kalbime doğdu.
-Buyur, Suat, dedim, hayırdır.
-Cuma günü, bana bir şey demiştin ya, geleyim mi? dedi.
Şaşkınlık geçirdim. Bir an durakladım bile:
-Gel de, dedim, havanın durumunu görüyorsun, göz gözü görmüyor...bir de, yol parası vereceksin!..
Bir duraklama ânı yaşadık!..Ve...Kanımı donduran bir cümle, aklımı başımdan aldı mı, diyeyim, yoksa aklımı başıma mı getirdi, bilemiyorum!..
-Baba! dedi, evde, yiyecek hiçbir şey yok!..
Bugün; büyük ve güzîde bir s(ı)por kulübümüzün başkanı, yine bize gurur veren bir futbolcumuzu, “özel uçağı” ile, İngiltere’den Türkiye’ye, İstanbul’a getirdi.
Fakat, Suat, bana:
-Baba! dedi, evde, yiyecek hiçbir şey yok!..