İhmâllere rağmen, güzelliğine ve işlekliğine doyamadığım ‘anadilim’, bana/bize Allah’ın büyük bir nimeti ve büyük bir lütfudur.
Onun, ne kadar titiz, ciddî ve ilmî usûllerle korunması ve geliştirilmesi gerektiğini yıllardan beri yazmaktayım. Târihî “sosyo-kültürel” ihâta ediciliği, coğrafî genişliği, güzel ifade ediş/ediliş tarzı ve mâna derinliğiyle, Türkçe, emsâlsiz bir lisândır.
Belçikalı Türkolog Prof. Dr. Johan Vandewalle, Türkçe hakkındaki çok mühim müşahede ve tespitiyle, âdeta, Türkçe’nin özüne iniyor ve Türkçe üzerinde farklı bir cepheden, düşünmeye yol açıyor.
Diyor ki:
" Türkçe'yi biraz tanıyıp öğrenince, matematik bir yapıya sahip olduğunu anladım. O anda bende, bu yapıyı derinlemesine incelemek için merak uyandı. Türkçe'nin yapısında bana zor gelen hiç bir unsur görmüyordum. Kurallarının sayısı az olduğu halde pek çok cümle üretilebiliyor. Kurallar sisteminin gücü çok büyük. Onun için Türkçe'yi satranç oyununa benzetmeye başladım. 7 yaşındaki çocuk bile öğrenebilir. Bununla birlikte insan, hayatı boyunca satranç oynasa bıkmaz. Yeni hamleler, yeni oyunlar yapma imkânı var. Bunun gibi ben de, 17 senedir Türkçe oynuyorum, hiç sıkıldığım an olmadı. Türkçe'nin yapısı, gerçekten ideal bir dilin yapısıdır. " ( Bknz. Belçikalı Türkolog Johan Vandewalle İle Konuştuk, Konuşan: Osman Oktay, Türk Yurdu Dergisi, Kasım 1990, Sf. 54)
Prof. Dr. Johan Vandewalle’ın en çok ilgimi çeken sözü, Türkçe’nin, “matematik bir yapıya sâhip” olduğu tespitidir.
Bu tespit; aynı zamanda, Türkçe’nin ne kadar ‘işlek’ ve ‘donanımlı’ olduğunu; bunun yanında, kelime inşâsındaki yâni kuruluşundaki ‘kıvraklık’ mahâretinin üstünlüğünü göstermektedir. Şüphesiz ki, hecelerinde harflerin ve kelimelerinde de hecelerinin ‘uyumluluğu’ yanında, sesli-sessiz harf birleşimlerinin de, bunda, müessir olduğu âşikârdır.
Bu durum, elbette ki, ’kurgulu’ , “hazırlıklı”, “irâdî” bir gelişme değildir. Bu; bir irsî öz’ün ‘anadamar hâlinde’ geliştirdiği bir ‘millî kültürün’ netîcesidir. Çünkü; dikkat edilirse görülür ki, her millet, kendi ‘ağız/gırtlak/damak/geniz’ yapısının sağladığı imkânlarla telaffuz kaabiliyetini sağlar ve geliştirir.
Bir F(ı)ransız’ın, bir Arap’ın, Çinli’nin veya Rus’un, bu özelliklerinin birbirlerinden çok farklı olduğunu söylemek muhakkak ki, yeni bir şey olmaz. Bir Türk’ün F(ı)ransızca’yı telaffuzundaki veya bir F((ı)ransız’ın Türkçe’yi veya Arapça’yı telaffuzundaki gariplik tebessüm ettiricidir.
Kaldı ki, Türkçe’nin bu yapısı, kendine kattığı ve irsî/ırkî hasletleriyle Türk kültürü içersinde yoğurduğu, Türkçeleştirdiği yâni ‘millîleştirdiği’ kelimeler de bile kendini göstermektedir.
Bir süredir, zihnimde sıkışıp duran kelimeler yığını, beni bir yöne itti. Gerçekten bilmiyorum, aşağıda sunacağım kelimeler, başka dillerde, bu kadar uyumlu ve mânalı mıdır? Bâzı sıfatlardan önce gelen pekiştirme/kuvvetlendirme/güçlendirme hecelerine dikkat etmek gerekir.
“Ap-açık, ap-ak, ap-âşikâr, ap-aydın, ap-ayrı// bam-başka, bas-bayağı, bem-beyaz, bes-belli, bom-boş, bum-buruşuk, bum-buz, bus-bulanık, büs-bütün// cap-canlı, cas-cavlak, cıp-cılız// çar-çabuk, çep(e)-çevre, çır-çıplak, çırıl-çıplak// dap-dar, dim-dik, dip-diri, dop-dolu, dos-doğru, dup-duru, düm-düz, düp(e)-düz// gep(e)-genç, göm-gök, güp(e)-gündüz// ıp-ıssız, ıp-ıslak// ip-ince// kap-kara, kap-karanlık, kas-katı, kıp-kırmızı, kıp-kızıl, kıs-kıvrak, kop-koyu, kos-koca, kup-kuru// mas-mâvi//mos-mor, per-perişan, pes-pembe// sap(a)-sağlam, sap-sarı, sım-sıcak, sım-sıkı, sim-siyah, sip-sivri, sop-soğuk, sır(ıl)-sıklam// şip-şirin// tam-takır, tap-tâze, tas-tamam, tos-toparlak// up-uzun// üp-üryan// yam-yassı, yam-yaş, yap(a)-yalnız, yem-yeşil, yep-yeni, yus-yuvarlak,//zır-câhil, zır-deli..”
Bu örneklerde görüldüğü üzre, mânası pekiştirilen/kuvvetlendirilen/güçlendirilen kelimelerin baş harfi ne ise, pekiştirme heceleri de, aynı harfle başlamaktadır. Bu durum, hiçbir kaidecinin koymadığı yâni zorakî olmayan, bir hâldir. Yâni, “Bu, böyle olsun, olmalıdır veya bu, böyle olsa daha iyidir” gibi, bir kaide, kanun koyucu/(g(ı)ramerci/dilbilgisici tarafından emredilmemiştir.
Bunu, doğrudan doğruya, Türk milletinin özünden gelen, hususiyetleriyle ve ‘ağız/gırtlak/damak/geniz’ organlarının faaliyetleriyle îzah mümkündür.Tabiî ki, bu kadar da olmamalı ve başka örneklerle, üzerinde çokça düşünülmesi de gerekir.
Sesli harf ile başlayan: “açık, ak, âşikâr, aydın” kelimeleri, “ap” ile; “ıssız, ıslak” kelimeleri “ıp” ile; “ince” kelimesi, “ip” ile;“uzun” kelimesi, “up” ile; ve “üryan kelimesi ise “üp” ile pekiştirilmekte ve ilk heceyle uyuşmaktadır.
Sessiz harf ile başlayan: “başka, bayağı, beyaz, belli, boş, buruşuk, bulanık, bütün// canlı, cavlak, cılız// çabuk, çevre, çıplak// dar, dik, diri, dolu, doğru, duru, düz, düz// genç, gök, gündüz// kara, karanlık, katı, kırmızı, kızıl, kıvrak, koca, kuru// mor// perişan, pembe// sarı, sıcak, sıkı, siyah, sivri, soğuk// şirin// takır, tâze, toparlak// yassı, yaş, yalnız, yeşil, yeni, yuvarlak -(câhil) ve (deli) kelimeleri hâriç- ” kelimeleri de, yine, birinci hecelerin ilk iki harflerini alarak uyum sağlayıp pekiştirme yapmaktadırlar. Bunlar; “ba(m), be(m), be(s), bo(m), bu(m), bü(s)// ca(p), ca(s), cı(p)// ça(r), çep(e), çı(r/rıl)// da(p), di(m), di(p), do(p), do(s), du(p), dü(m), dü(pe)//ge(pe), gö(m), gü(pe)// ka(p), ka(p), ka(s), kı(p), kı(p), kı(s), ko(p), ko(s), ku(p)// ma(s)//mo(s)// pe(r), pe(s)// sap(a), sa(p), sı(m), sı(m), si(m), si(p), so(p), sır(ıl)-// şi(p)// ta(m), ta(p), ta(s), to(s), ya(m), ya(m), ya(pa), ye(m), ye(p), yu(s)// -burada, bir istisnâ olarak zı(r), zı(r)” pekiştirmesi “câhil” ve “deli” ile- uyuşmamış olduğunu söylememiz gerekir.
Ayrıca; tespit edebildiğim kadar, aşağıda zikredeceğim bu kelimeler mevcut kayıtlarda bulunmamaktadır: ap-acı, ap-alçak, pim-pis, tap-tatlı, kıp-kısa, yüp-yüksek, kım-kır, kım-kırışık, güp-güzel, ep-eğri, cıs-cırlak, ep-ekşi, ep-eski, hıp-hızlı, gep-geniş, ip-iri, kap-kalın, sep-sert...Bunların, niçin bulunmadığı da düşünülmelidir.
Meselâ; birkaç mânaya gelen “kır”, saç için kullanıldığında, “kır saç-lı” diyoruz. “Bembeyaz” veya “apak” olmayan yâni tamamen beyazlaşmamış fakat simsiyah da olmayan saçlar için, “tamamen kırlaşmış” mânasında “kımkır” kullanılmaktadır. Meselâ; “Gencecik yaşında, bu kadar sıkıntıyla, saçları birdenbire “kımkır” oldu”.
Bir başka mâna ise; seyrek otsu bitki örtülü, taşlık geniş arazi, “kımkır”dır.
Bir başka tâbir “soy sop”tur. “Soyu sopu” olarak da kullanılır. Bunun, kuvvetlendirmeyle,”yap(a)yalnız” ve “sap(a)sağlam”da olduğu gibi, “sop(u) soyu” olması mümkündür. Söylenişten gelen rahatlıkla “soy sop” ve “soyu sopu” denmiş olabileceği muhtemeldir.
Bir makalemde yazmıştım, tekrar yazayım: “Şehirleşemememizden ve şehirlileşememizden dolayı çok üzgünüm”.
Yukardaki cümlemde geçen iki uzun kelimeyi, kuruluş, mâna ve söyleyiş/söyleniş bakımından, bu kadar kısa ve özlü, ifade gücü yüksek bir şekilde söyleyebilecek başka bir dil varsa, alkışlanmalıdır. Bu bakımdan, Türkçe’miz, kuruluşu ve anlatım tarzındaki kısa fakat tesirli gücüyle çok farklı fakat üstün meziyetli bir lisândır.
Bütün bu hususlara dikkat edilerek, Türkçe’nin “matematik yapısı” ele alınmalı ve düşünülmelidir.
EDEBİCE DERGİSİ, YAZ 2020 SAYISI