Yazıma bir haberle başlıyorum: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Külliyesi’nde düzenlenen Kültür ve Turizm Bakanlığı 2019 ve 2020 Yılları Özel Ödül Töreni’ne katıldı.
Burada konuşan Erdoğan, “Türkçe” hakkında önemli uyarılarda bulundu, özetle şunları söyledi:
Bir dönem, ülkemizin kültür sanat dünyasını esir alan kısır ve bağnaz bakış açısı, binlerce yıllık medeniyet mirasımıza da sırtını döndü. Öyle ki bizi tarihimize, köklerimize bağlayan birçok kültür sanat eseri bu dönemde, ya müzelerin mahzenlerinde ya da kütüphanelerin tozlu raflarında bakımsızlığa, unutulmaya terk edildi.
Kültürle ilgili tartışmalarda maalesef o kültürün taşıyıcısı olan dili ihmal ediyoruz.
Dilde sadeleştirme niyetiyle çıkılan yolda Türkçemiz tarihimizin en büyük kelime katliamına maruz bırakılmıştır.
Diline sahip çıkmayan, dilini zenginleştiremeyen milletler, kökleri kuruyan ağaçlar gibi esen rüzgarlar karşısında devrilmeye mahkûmdur.
Millî kimliğimizin ve hafızamızın nişanesi olan Türkçeye hak ettiği ihtimamı göstermiyoruz.
Gençler bir asır önce vefat eden dedelerinin mezar taşını okuyup, anlamaz durumda.
Sosyal medya dili ve plaza dili ile bu tablo daha da kötüleşti, Forward etmek, set etmek, aksiyon almak gibi ne İngilizceye ne de Türkçeye uyan bir dil ortaya çıktı. Ne olduğu bilinmeyen harf yığınları sosyal medyayı istila etti.
Dilde müstevlilerin âdeta mahkûmu durumundayız” (Bknz. Türkiye Gazetesi, 21 Ocak 2021, Sf. 9)
Bu cümlelerin ikisi hâriç, hepsinin altına imzamı atarım.
O cümleler ne mi?
Birincisi: “Kültürle ilgili tartışmalarda maalesef o kültürün taşıyıcısı olan dili ihmal ediyoruz”.
ikincisi de: “Milli kimliğimizin ve hafızamızın naşinesi olan Türkçeye hak ettiği ihtimamı göstermiyoruz”dur.
Bunlardan da; “ihmal” ve “ihtimam” kelimelerini öne çıkarabilir ve düşünebiliriz!..
Bu cümlelerde “biz” olduğu ve bu “biz”in içinde kendimi de bulduğum için itirazım bunadır. Çünkü; bırakınız öncesini, son yirmi yılda bu mevzûda onlarca uyarıcı yazı yazdım. Bunların en mühimi, hiç şüphesizdir ki, “Okul Kitaplarındaki Türkçe Hakkında” başlıklı yazımdır.
Dikkat buyurulsun: Dil mes’elemiz, bizim en büyük ve en hassas millî dâvâmızdır. Bu; birinci derecede, hem Millî Eğitim’i ve hem de Kültür’ü (ve Turizm değil) ilgilendirmektedir.
18 Kasım 2002’den itibâren geçen dönem içersinde, yedi Millî Eğitim Bakanı ve beş Bakan Yardımcısı ile, on Kültür ve Turizm Bakanı ve sekiz Kültür ve Turizm Bakanıı Yardımcısı iş başında bulunmuştur. O hâlde; “ihmâl” nerededir, açıklamaya çalışayım.
Önce, önemine binâen, “Okul Kitaplarındaki Türkçe Hakkında” başlıklı geniş îzahlı yazımdan bir bölüm nakledeyim:
"Millî Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulunun 17.12.2010 gün ve 233 sayılı kararı ile ders kitabı olarak kabul edilmiş, Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 10.04.2015 gün ve 3897233 sayılı yazısı ile beşinci defa 640.351 adet basılmıştır." denilen "Ortaöğretim Dil ve Anlatım-9" kitabından örnekler sunmak istiyorum:
* "Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, bilinçle işlensin."(Sf.38)
Atatürk, bu kelimelerden hangisini kullanmıştır, bilmek isteriz. Meselâ üç tane "ulusal", bir tane "bilinç" nereden geliyor? Bunlar, Macit Gökberk tarafından uydurulmuş ve "Komisyon" tarafından da takdirle nakledilmiştir.
Aslı şöyledir: "Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin..."
"Millet" ve "millî" yerine Moğolca "ulus" ve "ulusal", Türkçe'yi tahriptir. Meselâ; millî futbol maçı sonrası: "Millîlerimiz şahlandı" diye cümle kuran bir s(i)piker, bunun yerine "Ulusallarımız şahlandı" dese nasıl olur?
Yukarda da yazdım, (-s/el) ve (-s/al) takıları F(ı)ransızca'dır. Peki; "his" kelimesini bilmeyen mi vardı ki o, yine bir başka Türkçe kelime olan "duygu" ile ifade edildi? Peki; "kuvvet " kelimesini anlamayan mı vardı ki, onun yerine "güç" kelimesi yerleştirildi? Peki; "şuur" kelimesini hangi dil şuursuzluğu "bilinç"le takas etti?
Bir hususu ifade edeyim ki; "bilinç" kelimesi (bil-mek)ten, tıpkı sevinç, korkunç, gülünç'te olduğu gibi, doğru kuruluşlu güzel bir Türkçe kelimedir. Ancak, bu, şuûr değildir.
* "Komşunun koşullarına koşullandırılmıştık." cümlesinde söyleyişi zorlaştıran sesleri bulunuz."(Sf. 56)
Bu "koşul" hangi dağdan geldi de bağdaki "komşu"nun "şart"ını kovdu/koğdu anlamadım. Peki; nasıl, "Kayıtsız şartsız" diyeceğiz? Peki; dînî bir tâbir olan "Şart etmek", "Şart olmak - Şart olsun!" veya " şart koşmak" vb. nasıl söylenecektir? Türkçe'yi geliştirmek bu mudur?
* "Özgür düşünce; hem tutucu, gelenekçi hem de özgür olamaz. Nasıl olabilir ki düşünce özgürlüğü eski düşünce kalıplarını kırmanın ta kendisidir." (Sf.121)
Bu iki cümle, hem dil ve hem de fikir bakımında çarpıktır. Meselâ; "Gelenekçi" olmak kötü bir şey midir, Sayın Yazarlar?
"Hür" ve "hürriyet" hattâ "serbest/serbestlik" yerine kullanılan "özgür" ve "özgürlüğü" kelimeleri, ne yazık ki, yanlışların yanlışıdır. İstiklâl Marşı'mızdaki "hür" ve "hürriyet" kelimelerini düşününüz. "Özgür" ve "özgürlüğü"n bunlarla ne alâkaları vardır?
Hem "özgür düşünce" diyeceksin, hem de, çocuklarımızın zihinlerine bu olur olmaz kelimeleri "zorla" sokacaksın, ne âlâ değil mi?
Peki; şu "eski düşünce kalıplarını kırmanın ta kendisi..." nin de ne demek olduğunu bir açıklasanız da anlayıversek!..Vah ki vah!.
Şimdi de, Millî Eğitim Bakanlığı, Talim Ve Terbiye Kurulu’nun 25.11.2011 gün ve 166 sayılı kararı ile ders kitabı olarak kabul edilmiş, Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 10.04.2015 gün ve 3897233 sayılı yazısı ile dördüncü defa 547. 086 adet bastırılmıştır.” İfadeli “Ortaöğretim Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi-9” kitabına göz atalım:
* “105. sayfada, yine, Atatürk: "Her birey dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur" mu demiştir, yoksa "Her fert, dinini diyânetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir" mi demiştir?
* 99. sayfadaki: "Din Bireyi Esas Alır" başlığını yukarda yazmıştım. Bu "birey" neyin nesidir ki, aynı sayfada , "İslam dininde yer alan pek çok emir ve yasak bireye yöneliktir" dendikten sonra, âyet-i kerîme de, "...Her birey kendi yaptığından sorumludur." (Tûr sûresi, 21) deniliyor.
"Birey"; tamamen ucûbe bir kelimedir ve Türkçe'yle hiçbir alâkası yoktur. Her kim söylüyor ve yazıyorsa yanlış yapıyor!..
Peki; en azından, cenâze namazı kılarken/kıldırırken: "Er birey niyetine... " veya "Hatun birey niyetine..." diye nasıl niyet edeceğiz/edeceksiniz/ettireceksiniz, söyler misiniz?
Yûnus Emre'nin: "Kişi bile söz demini...", mısrâsını, niçin unutturma gayretinde bulunuluyor?
* "Kur'an-ı Kerim" , "İslam", "sure" ve "ayet" kelimeleri yazılırken, (a)larda, (u)da ve (i)de, inceltme işâreti (^) olmaz mı? Hayretle gördüm ki, baştan sona, her sayfadaki durum aynıdır. Niçin?
Ziyâ Paşa'nın terkîb-i bend'indeki (Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde) "kişi" ve "şahıs" kelimelerine rağmen (birey) demenin ve bunu, kitaplara sokarak çocuklarımıza baskı uygulamanın ve dili/ güzel Türkçe'yi zorlayıp bozmanın mânâsı nedir?”
(Bkz. M. Halistin Kukul, Okul Kitaplarındaki Türkçe Hakkında, www.kapsamhaber.com- 31 MART 2016-23.35; DENGE GAZETESİ, 31 MART-01 NİSAN 2016, SF.14
Peki; yukarıda zikrettiğim, Millî Eğtim Bakanı ve Yardımcıları ile Kültür ve Turizm Bakanı ve Yardımcıları Türkçe hususunda ne yapmışlardır?
Okul kitaplarından birinci derecede mes’ul olan Millî Eğitim Bakanları, demek ki, Cumhurbaşkanı’na ya hiçbir bilgi vermemiş yâhut da yanlış bilgi vermişler, her şeyi güllük gülistanlık göstermişlerdir.
Necip Fâzıl; Edebiyat Mahkemeleri adlı eserinde “Ruhumuzun Dişleri” başlıklı yazısında şöyle der:
“Maarif Vekâletinin (Dünya Edebiyatından Tercümeler) umûmî başlığı altında meşhur filozof (Dekart) dan tercüme ettirdiği ve 1943’te bastırdığı (Felsefenin ilkeleri) isimli kitabı açınız!
Hatalarımız istem alanının anlıkımızınkinden daha geniş olmasından ileri geliyor. (Sahife 58, satır 12)
Her tözün bir sanı vardır, ruhunki düşünce, cisminki uzamdır. (Sahife 72, satır13)
Nasıl düşünen töz, cisimsel cevher ve Tanrı üzerine seçik fikirler edinebiliriz? (Sahife 73, satır7)” (Bknz. Necip Fâzıl, Edebiyat Mahkemeleri, b.d. yayınları, İstanbul 1997, Sf. 208)
Peki; geçen yirmi yıla yakın sürede, “Okul Kitaplarındaki Türkçe”nin, 1943’teki Türkçe’den farkı nedir?
Dahası; üniversiteye giriş imtihanlarında kullanılan Türkçe, bir başka fecaâttir. Bu hususta yazdığım makalelerden derlediğim bir hulâsayı arzedeyim:
“Bakınız şimdi size, gerçekten korkunç bir şeyden bahsedeceğim. Tabiî ki dil hakkında. 2005, 2006, 2009 ve 2011 yıllarına ait, ÖSS ve YGS Türkçe sorularında kullanılan bâzı kelimelere dâir dört ayrı makalemden bir hulâsa nakledeceğim:
Hikâye yerine "öykü": 2006'da, 12 tane; 2009'da 21 tane; 2011'de onbeş tane.
Kelime yerine "sözcük: 2005'te 45 tane; 2006'da 12 tane; 2009'da 13 tane; 2011'de 22 tane.
Hayat yerine "yaşam": 2005'te 11 tane; 2006'da 10 tane; 2009'da 10 tane; 2011'de 10 tane.
Tabiî yerine "doğal": 2005'te 9 tane; 2006'da 3 tane; 2009'da bir tane,
Eser yerine "yapıt": 2005'te 28 tane; 2006'da 11 tane; 2009'da 9 tane; 2011'de 12 tane.
İmkân yerine "olanak": 2005'te 5 tane; 2006'da 2 tane; 2009'da 3 tane...kullanılmıştır.
Daha çok var. Fakat, bu kelimeler, kullanılırken, bir tane olsun, "hikâye, kelime, hayat, tabiî, eser ve imkân" kelimesi kullanılmamıştır. Böyle bir tesâdüf olabilir mi? Bu kadar despotluk olabilir mi?
Kaldı ki, bu kelimelerin hepsi Türk Dünyâsı'nda en çok kullanılan kelimelerdir.
Peki, biz, bu Türkçe anlayışıyla Türk Dünyası Türkçesi'ni nasıl inşâ edeceğiz ve Türk kültürünü koruyacağız?
Hür/hüriyet, şart, tabiat/tabiî, medeniyet/medenî, hâkimiyet, cevap kelimeleri de bunlardandır.
"Kelime-i şahadet" veya "Er kişi niyetine" nasıl diyeceğiz?”
(Bknz. Şâir ve Yazar M. Halistin Kukul İle Kültür ve Dil Üzerine Sohbet, Oğuz Çetinoğlu, Önce Vatan Gazetesi, 06 Ocak 2018, Sf. 10)
Seneler öncesinden bir başka haber daha nakletmeliyim ki, ilgililerin “ihmâl”i ve “ihtimam”ı daha iyi görünsün: “Trump Towers Mall adlı özel bir kuruluşun açılışında, Başbakan (Erdoğan) şunları söyledi: Son zamanlarda başta İstanbul olmak üzere, yeni inşa edilen konut ve iş yeri projelerinde ne yazık ki farklı dillerde kelime ve kavramların, isimlerin çok sık kullanıldığına şahit oluyoruz. Towers gibi, mall gibi, kids ya da food court gibi kelime ve kavramların tamamının Türkçe’de çok güzel karşılıkları var. Yerli yatırımlarda Türkçe hassasiyetini ben özellikle yatırımcılarımızdan rica ediyorum.” (Bknz. Türkiye Gazetesi, 20 Nisan 2012, Sf. 6)
Son yirmi yılda ilkokula başlayan çocuklar, ortalama olarak, şu anda, yirmibeş yaşındadır.
Bu milyonlarca çocuk ve genç, bu ‘uydurukça ve bu yabancı kelimelerle” ilkokul, ortaokul ve lise tahsillerini yaptılar, üniversiteye girdiler ve üniversiteden mezun oldular.
Bu mevzûdaki bütün bu istişâreler ve fikir alış-verişleri içersinde, Millî Eğitim Bakanlığı’nın, Kültür Bakanlığı’nın, üniversitelerimizin Türk Dili ve Edebiyâtı Bölümleri ile, Türk Dil Kurumu’nun yeri, mevkisi, salâhiyeti ve mes’uliyeti nedir, diye zihnimizde geçirmeyelim mi?
Bu “ihmâl”in ve “ihtimam göstermemenin” bedelini, niçin, çocuklarımız ve gençlerimiz ödesinler!..
Ne yazık ki; durum acıdır fakat bulunulan hâl de, budur!..
Sözü; büyük sosyoloğumuz S. Ahmet Arvasî’nin, “Nesiller ve Millî Dil” başlıklı yazısındaki bir nasihatle bitirelim:
“Millî dil, sâdece yaşayan nesillerin dili değildir. O, geçmişi ve geleceği ile bir milleti kucaklar.” (Bknz. Size Sesleniorum-1, Model Yayınları, İstanbul 1989, Sf. 283)