Bu üç büyük Türk şâirinden ilki, bundan yedi asır önce; dîğer ikisi, Mehmet Âkif önce olmak üzere, birbirlerine çok yakın zamanlarda yaşamışlardır.
Şüphesiz ki; Yûnus Emre, sâdece bu iki şâirimiz tarafından değil, dünyânın en erişilmez mısrâlarının sâhibi oluşu münâsebetiyle, kendisinden sonra gelen herkes tarafından örnek alınmış bir şâirimizdir.
Üçü de; aynı fikrin, aynı bediî idrâkin farklı tarzlı büyük şâirleridir.
Şu var ki; bilhassa, Yûnus Emre’yle Necip Fâzıl arasındaki fikrî ve bediî rabıta çok yüksektir.
Yûnus Emre hakkında bir makale hazırlarken, Mehmet Âkif’in Safahat adlı eserinden de bir bahis aklıma geldi ve onu araştırmak ihtiyacını duydum. Tesâdüf bu ya, hemen hemen aynı diyebileceğim mısrâlarla karşılaştım.
Necip Fâzıl’la ilgili -elbette, dîğer ikisiyle de kitap çapında çalışmalarım mevcuttur. Şüphesiz ki, Necip Fâzıl’la ilgili ‘Çile’nin Sultanı’ isimli bir kitabımın bulunması ve Necip Fâzıl’ın en çok Yûnus Emre’ye bağlı bir şâir ve mütefekkir olduğu için, O’nda da bu fikri beyan eden şiirlerine rastlamıştım.
Yûnus Emre’nin beyti şöyle:
“Sûfiyem halk içinde tesbih elümden gitmez
Dilüm ma’rifet söyler gönlüm hiç kabûl itmez
Boynumda icâzetüm riyâyıla tâatüm
Endişem ayruk yirde gözüm yolum gözetmez
(...) Görenler elüm öper tâc u hırkaya bakar
Şöyle sanurlar beni zerrece günah itmiz
(...) Taşum derviş içüm boş dilüm datlu sözüm hoş
İllâ itdüğüm işi dinin değşüren itmez”
(Bknz. Yûnus Emre Dîvânı, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, bky, İstanbul, 2006, Sf.77-78)
Safahat’ın Altıncı Kitabı Âsım’da, Mehmet Âkif’in mısrâları da şöyledir:
“Sofusun farz edelim, şimdi de boy boy tesbih...
Dalkavuklar bütün insan kesilir, lâ-teşbîh!
Taylâsan, cüppe, kavuk, hırka, hep esbâb-ı riyâ,
Dış yüzünden Ömer’in devri, muhîtin gûyâ.
Kimi sâim, kimi kaaimdir, o tavanlar, yerler
“Kul hüva-llahü ehad” zemzemesinden inler.
Sen bu coşkunluğa istersen inan, hepsi yalan,
“Hüve”nin mercii artık ne “ehâd”dir, ne filân.
Çünkü mâdem yürüyen sâde senin saltanatın,
Şimdilik heykeli sensin tapılan menfaatın.
Kanma, hey kukla kıyafetli adam, hey sersem!
Herifin ağzı “samed”, midesi yüzlerce “sanem!”
(Bknz. Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, İnkılâp ve Aka Basımevi, İstanbul 1974, Sf. 421)
(Taylâsan=Sofuların sarkıttıkları sarık ucu. Kul hüva-llahü ehad=(İhlâs sâresinin ilk âyeti, “De ki Allah tektir.)
Yûnus Emre’nin, bilhassa ilk iki mısrâsı ile, Mehmet Âkif’nin ilk iki mısrâsı arasındaki benzerlik, zaman farkıyla, ‘dîn istismarcılığı”nın ifşâsının bâriz örnekleridir. Tekrar edelim.
Yûnus Emre’nin:
“Sûfiyem halk içinde tesbih elümden gitmez
Dilüm ma’rifet söyler gönlüm hiç kabul itmez.”
Mısrâları ile, Mehmet Âkif’in:
“Sofusun farz edelim, şimdi de boy boy tesbih
Dalkavuklar bütün insan kesilir, lâ-teşbîh!”
Mısrâları, bu mes’elenin özünü teşkil eder.
Necip Fâzıl ise, müstakil beyitleriyle bu konuda ciddî tenkitlerde bulunur:
“İki Tip” başlıklı beyti:
“İki tip tanıyorum, bu devrin utanmazı;
Biri dinde hokkabaz, biri küfür cambazı...”(1977)
(Öfke ve Hiciv, b.d yayınları, İstanbul, 1988, Sf. 120)
“Şeyh ve Anahtar” beyti:
“Biblo şeyh...Çevresinde balmumundan müritler..
Elinde bir anahtar...Kapı açmaz, kilitler...” (1982)
(a.,g.,e., Sf. 180)
“Cömert” beyti:
“Hazret-i Ali diyor: “Hasis Müslümandan geç!..
Hasis Müslümandansa cömert kâfiri seç!” (1983)
(a.., g.,e., Sf. 218)
“Günah” beyti:
“Sen ki, beş vakit namaz kibriyle ferahtasın,
Günahın yok sanırken en büyük günahtasın!” (1983)
(a.,g.e., Sf. 220)
“Ve Aşk” beyti:
“Biz Allah’tan korkmayız, onu severiz, derler;
Âşıklarsa sevgiyi hep korkuyla öderler.” (1983)
(a.,g.,e., Sf. 232)
“Yobaz” beyti:
“Yobaz ısındırmayan, sevdirmeyen ürküten;
Kendi çirkin yüzünde güzelliği çürüten...”(1983)
(a.,g.,e., Sf. 240)
“Namaz” beyti:
“Namazları bitince, eşinirler otlarda,
Kılar böyle namazı, kurgulu robotlar da...”(1983)
(a.,g.,e., Sf. 226)
“İkisi” beyti:
“Dini bozmaktan yana ikisi de bir safta;
Taş kafalı kâfirle, duygusuz kaba softa...(1982)
(a.,g.,e., Sf. 183)
Umûmî olarak bakıp bir değerlendirme yaptığımızda:
Şiirlerdeki, ‘dînî istismarı’ dile getiren hususların, bugün bile, bâzıları tarafından aynı riyâkârlıkla devam ettiği müşahede edilmektedir.
Teknolojik, kültürel farklılık, mekân, kişiler farklı görünse de, hadîselerin oluş ve gelişme tarzı hep aynıdır.
Üçü de aynı fikir dâiresi içersindedir. Yer yer farklılıklar mevcuttur fakat bu, esâsa fazla tesir etmez. Hepsinde; dindar görünse de, dîni, siyâsete veya ticârete âlet edenler hicvedilir.
Üslûp farklılıkları da çoktur. Meselâ; bir beyti okursanız, hemen, “Bu, Yûnus Emre’nindir” veya bir kıt’ayı okursanız, hemen, “Bu, Âkif’indir” veya bir beyit veya kıt’ayı okursanız “Bu da, Necip Fâzıl’ındır” dersiniz. Yâni, herbirinin üslûbu, yaygın bir şekilde toplum tarafından kabûl görmüştür. Buna rağmen, işledikleri mevzûda birlik hâkimdir.
Yûnus Emre, kendi nefsine hitap eder. Beyanını, “ben” kelimesini öne çıkararak verir. Bu, ilk kelimede “Sûfiyem” le başlar ve devam eder. Sîgaya çektiği ben’de, sâdece yaşadığı cemiyetin insanlarına değil, bütün insanlara hitapta bulunur. Müslümanlığın icâplarını hatırlatır.
Tabiî ki, bir de “öbürler” vardır. “Onlar” yâni, kananlar/inananlar, belki de gafiller!...
Bu durum; Mehmet Âkif’te, “sen” dir ve onda da, hem aldatan/kandıran/yalan söyleyen “sen”dir, hem de “kanan, aldanan”dır. “Dalkavuklar”, ön cephededir.
Necip Fâzıl’ın umûmî olarak şiirlerinde “ben” hâkim olmasına rağmen, burada, “o” ve “onlar” öne çıkar.
Sûfi/sofu/kaba softa ham yobaz, aynıdır. Üçü de aynı kişiyi, târîf eder. Hedefleri, dindâr görünüp dîni bozanlardır.
Kâfir, mürted, riyâkâr, her üçünün de mücâdele ettiği kişilerdir. Üçü de, cemiyeti, mübârek dînimiz üzerinden aldatan kişileri teşhir ederek tenkit etmektedir. Umûmî kanaat: Bu kişiler, zehir saçmaktadırlar.
Hâlbuki; Yûnus Emre bir beytinde de şöyle der:
“Dîn ü îmân bünyâdı doğrulukla gerçeklik
Ol tamam olmayıcak ne ile dîn çatarsın”
Yâni; Din ve îmânın temeli/esası, doğruluk ve dürüstlüktür. (Bunlar/doğruluk ve dürüstlük) olmayınca/olmadan, ne ile/nasıl dîn bina edersin”.
Son söz, Yûsuf Hâs Hacib’in:
“Şu iki türlü kimse ile münâsebette bulunma, onlardan uzak dur; eğer onlara karışırsan, bakarsın, karışıklık çıkarırlar.
Biri müfteridir, gammazlık eden adamdır; biri iki yüzlü, menfaat-perest kimsedir.” (Bknz. Kutadgu Bilig, Ord. Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1974, Sf. 308)
Bir cemiyet ne çekiyorsa, yalancıların, yalanlarıyla hâkimiyet kurdukları ve insanları tahakkümleri altına aldıkları zümrelerden, partilerden, g(u)ruplardan veya idârî kadrolardan çekmektedir. Bunun için, dînimizi, onu istismar edenlerden, sahtekârlardan kurtarmak ve hakîkî kaynaklardan okumak, öğrenmek ve tatbik etmek lâzımdır.
ÇAĞRI DERGİSİ, SAYI: 737, NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2021, SF. 5-7