2021, çok şanslı bir yıldır. Çünkü; bu yıl, UNESCO (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization/Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilâtı ) tarafından, Yûnus Emre’nin ölümünün 700. Yılı münâsebetiyle, “Yûnus Emre” yılı ilân edildi.
Ardından; Türkiye, onu, hem “Yûnus Emre” (1240/1241-1320/1321) ve hem de “Dünyâ Dili Türkçe” yılı olarak ilân etti.
UNESCO, bu sene, sâdece Yûnus Emre’yi değil, Hacı Bektaş-ı Velî (1281-1338)’yi de anma p(u)rogramına aldı.
Elbette bu kadar da değil; Milletlerarası Türk Akademisi de, şâir ve devlet adamı Ali Şîr Nevâî (1441-1501)’yi, bu yıl içersinde, doğumunun 580. Yıldönümü münâsebetiyle çeşitli faaliyetlerle anmayı p(i)lânladı.
Muhakkaktır ki, bunların hepsi, bizim olduğu kadar, dünyâ fikir ve san’at hayatı için de çok mühimdir ve iftihar vesîlemizdir.
Bugüne kadar, bu kişiler ve Türkçe’miz hakkında çok sayıda çalışmalar yapılmıştır, yapılmaktadır ve yapılması da lüzumludur.
Hepsinin de, dînî ve millî kültür hayatımızda önemli ve büyük bir yeri vardır.
Tabiîdir ki, bu kişilerin isminin geçtiği yerde, dil bahsi yâni Türkçe de, geniş bir yer tutar. Bu vesîleyle; Yûnus Emre ve Türkçe münâsebeti hakkında bâzı görüşlerimi dile getirmek istiyorum.
Bir defa; bâzı kişilerin söylediği gibi, Yûnus Emre, “arı Türkçe” veyâ “öz Türkçe” tâbir edilen bir lisân, böyle bir Türkçe kullanmamıştır. Zâten; böyle bir lisân olmamıştır ve mümkün de değildir. Dünyâda, böyle bir dil anlayışı da mevcut değildir.
Yalnız şu var ki, Yûnus Emre, zamanından bugüne de intikal eden en berrak Türkçe’siyle ve üstün âhenkli bediî/estetik üslûbuyla, Türk şiirini, dünyâ şiirinin zirvesine ulaştırmıştır.
Şiirlerinde, Türkçe yanında, Türkçeleştirdiği Arapça ve Farsça kelimelerin çokluğu hiç de az değildir. Bu sebeple; Yûnus Emre’nin şiirdeki ulaşılmaz mevkisi, tartışılmazdır.
Bir beytinde şöyle diyor:
“Benem ol ışk bahrısı denizler hayran bana
Derya benüm katremdür zerreler umman bana”
(Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Yûnus Emre Dîvânı, bky, İstanbul 2006, Sf. 19)
Bu beyti, tahlil için yazmadım. Bu beyitteki kelimeler dikkatimi çekti o kadar!..
Bahr; Arapça, deniz, deryâ demektir. Bahrî; bir çeşit deniz ördeği ve dalgıç mânasındadır.
Yûnus Emre; bu iki mısrâda; birbirine çok yakın olan Türkçe “deniz”; Farsça “deryâ” ve çok büyük deniz/okyanus mânasına gelen Arapça “umman” kelimelerini kullanmıştır.
Bu üç kelime yâni “deniz-deryâ-umman” Türkçe’mizde hâlâ kullanılmaktadır. Bugün, her nekadar dilimize yabancı bir kelime olarak girmiş olsa da, “okyanus” kelimesi, hiçbir zaman, “deniz-denyâ-umman” kelimelerine rakip olmamış/olamamış, dördüncü bir kelime olarak dilimize katkı sağlamıştır.
Bu kelimeleri göz önüne alarak, Ziyâ Paşa (1825-1880)’nın şu beytine bir bakalım:
“Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”
Büyük şâir; “kişi” kelimesiyle, “şahıs” kelimesini aynı beyitte kullanıyor. İşte, usta şâirlik burada kendini göstermektedir. Kaldı ki, “şahıs” Arapça; “kişi” ise, Türkçe’dir. Yûnus Emre’deki, “deniz”, “deryâ” ve “ummân” kelimelerini de bu cepheden ele almak gerekir. Aynı mefhûmu birkaç kelimeyle ifade etmek, o dilin zenginliğidir ve kudretindendir.
Türk edebiyatında, ilk defa, Orhun/Göktürk Kitâbeleri’nde karşılaştığımız “kişi” kelimemiz, Yûnus Emre’nin şiirlerinde en çok kullanılan kelimelerden biridir:
“Birgün yüzün gören kişi..”; “Her da’viden geçen kişi...”; “Ol kişinin yokdur işbu...”; “Ol kişi kim sağırdurur...”; “Âşık kişi harâb olur...”; “Bir kişiye söyle sözi...”; ”Şol kişiden um erliği...” ; “Kişi gerek bile anı...”; “Vuslatı olana kişiye...”; “Vuslat eri olan kişi...”; “İşbu yola giren kişi...”; “Derviş olan kişiye...”; “Kibr ü menidür subaşı delim kişidür yoldaşı”; “Her kapuda bir kişi...”; ”Bunda beli diyen kişi...”; “Sevdüğün kişi senün...”; “Işk erinün armağânı ışksız kişiye belâdur”; “Işkuna düşen kişi canıla başdan geçer”; “Okumakdan ma’ni ne kişi Hakk’ı bilmekdür”; ”Keleci bilen kişinün yüzini ağ ide bir söz”; ”Kişi bile söz demini dimeye sözün kemini” ; ”Âşık bir kişidür bu dünyâ malın”; “Ben dervişem diyen kişi..”; ”Derviş olan kişilerün...(2 defa)”; “Anı ol kişi görür...”; ”Herbir kişi dosta vara...”; ”İki kişi söyleşür Yûnus’u görsem diyü”; “Müsülmanam diyen kişi şartı nedür bilse gerek”; ”Dünyeye gelen kişiler...”; “Bir kişi bu sözi disin...”; ”Dünyâya gelen her kişi...”; ”Âşık kişiler canının...”; ”Aceb midür âşık kişi...”; “Bir kişiye vir gönül...”; ”Dört kişidür yoldaşum..”; “Azrail ne kişidür...”; ”Kırk kişi bir gönleğe...”; “Canın diriğ tutan kişi...”;” Bugün gülen kişi..”; “Seni gören kişiye...”Edebsüz kişiye niçün..”; “Evvelki kapusunda bir kişi olur anda”; ”Kendüzin bilen kişi...”; ”Kişi gerek çok bile...”; ”Kadrin bilmez kişiye göstermedi gevherin”; “Neyile ansun ol kişi yazuk...”; ”Canında gözi yok kişi görmeyiser dost yüzini”;”; “Ayne’l-yakîn gören kişi...”; “Anı gören kişiye ne gönül kalur ne can”; ”Derviş olan kişiler...”; “Dost yüzini gören kişi...”; “Kişi âşık olmak gerek ma’şukayı bulmak gerek”; ”Gelür kişi başına ezelde ne yazıla”; “Namaz kılan kişide olmaz yavuz endişe”; ”Namâz kılan kişinün...”; “Kırk kişi bir ağacı...”; ”Bencileyin gören kişi...”; ”Kişi neyi sever ise...”; ”Kişi kendüliğiyile...”; “Haldaşı bilür kişinün...”; ”Bellü bilün hiç nesnedür bu cihanda dostsuz kişi”; “Kişi neyi severse canı ana uyakdı”; “Münkir kişi tuymaz bunu...”; “Âşık kişi bilmez öğüt...”; “Gündüz hâlüm gören kişi kâfir ise köynür özi”; ”Ma’şûkını bulan kişi yokdur hiç nesneden bâki”
Sâdece, “kişi” kelimesini ele alarak sunduğum bu örnek gerçekten ibret vericidir. Çünkü; bugün; Türkçe’mizde “kişi” kelimemizle zaman zaman farklı yerde kullanılmış olsalar da, aynı mânada “şahıs, zat , fert” kelimelerimiz de vardır.
Fakat, ne hazîndir ki, yaşayan bu dipdiri kelimelerimiz varken, âdeta onları sahneden silmek üzere ortaya atılan yanlış mı yanlış bir ucûbe kelime uydurulmuştur ve maalesef, onların yerine ikame edilmek istenmektedir.
Bu kelime ne midir? Türkçe’nin hiçbir kaidesine uymayan “birey” ve buna bağlı olarak yine yanlış kuruluşlu, F(ı)ransızca takılar olan (-el, -al)’dan birini alan “bireysel” kelimesidir.
Bir kelimenin ‘kardeş kelime’ olması başkadır; ‘düşman kelime’ olması ise, daha başkadır. “Deniz-deryâ-umman” ve “kişi-zat-fert-şahıs” kardeş kelimelerdir.
Tekrar ifade edeyim ki, bir dilde, aynı mefhûmu ifade eden ne kadar çok kelime bulunursa, o dil zengin bir dildir, köklü bir dildir, kuvvetli bir dildir. Bunun için; tıpkı, “deniz, deryâ, umman” ve “kişi, zat, şahıs, fert” kelimelerinde olduğu gibi, bizim, meselâ; “defa, kere, kez, sefer” kelimelerimiz de bu zenginliğin işâretidir.
Meselâ; Arapça’dan dilimize girmesine rağmen, “hür/hürriyet” ve Farsça’dan dilimize girmesine rağmen de, “serbest/serbestlik” kelimelerimiz de böyledir. “Serbest kaldım”, yerine göre, hürriyetime kavuştum’dur. Kaldı ki; “hürriyet”, esâretin, zıddıdır. Zaman zaman, serbestlik de bu mânaya gelebilir.
Buna bağlı olarak; hürriyetperver ve hürriyetperverlik kelimelerimiz de bulunmaktadır. Bunlar, hep zenginliğe işârettir.
“Serbest bırakmak, serbest bölge, serbest meslek, serbest atış, serbest vuruş, serbest kalmak, serbest güreş, serbestçe, serbestî, serbestiyet, serbestlemek, serbestleşmek, serbestlik”, bu kelimenin Türkçe’mizdeki zenginlik hâlidir.
Ne yazık ki, uydurulan ve bunların yerine ikame edilmeye kalkışılan/edilen, yanlış kuruluşlu, “özgür” ve “özgürlük” kelimeleri, dile zenginlik değil, bozulma getirir/getirmiştir.
Çünkü, “öz” ve “gür” kelimeleri Türkçe olmasına rağmen, yanlış kuruluşlu “özgür” ve “özgürlük” kelimeleri, karşılıklarında hiçbir ‘mâna’ bulunmayan kelimelerdir.
Bunun için, birçok defa örnek verip de cevap alamadığım/almadğıım bir teklifim olmuştu. Demiştim ki: Peki, ben, -bu kelimelere ihtiyaç yok ammâ- faraza, “hür” ve “hürriyet” karşılığı olarak, “özgür” değil de, “güröz” veya “özgürlük” değil de, “gürözlük” desem, bana ne dersiniz?
Cevabını veriyorum: Hayır, kat’iyyen olmaz/olamaz? Mümkün değildir!..Niçin? Çünkü, Türkçe’de böyle bir türetme aslâ ve kat’a yoktur!..Peki; aynı şeyi sen yapınca nasıl oluyor???
Sözün özü; “özgür” ve “özgürlük” kelimeleri de böyledir. Yanlıştır!..
Aynı şekilde, “birey” ve “ bireysel” kelimeleri de, bir ‘ihtiyaçtan’, bir “zarûretten” doğmamış ve tabiî bir yol ile dilimize girmemiştir, uydurulmuş ve baskı ile, okul kitaplarımıza sokulmuş, çocuklarımıza ve gençlerimize zorla telkin edilmiştir.
Bin üçyüz sene önce, Orhun Kitâbeleri’nde geçen “kişi oglu”, bugün, nasıl “birey oglu”na dönüşebiliyor; ve cenâze namazı kılınırken, “Er kişi/hâtun kişi niyetine” yerine, nasıl “Er birey/hâtun birey” diyeceksiniz, bu, ilmin kabûl edebileceği ve aklın alabileceği bir şey midir?
Bu, nasıl bir târih ve nasıl bir dil şuûrudur?
Şüphesiz ki, Yûnus Emre’nin kullanıp da, bugün, onların yerine uydurulan daha nice kelime vardır. Meselâ; hayat, cümle, cevap, millet, eser, hayâl, misal, kelime, hâkim, şehir bunlardan bâzılarıdır.
Bu, hâlâ canlı olan kelimelerin bâzılarının yerine, hiçbir sebep yokken, uydurma “hayat-yaşam”, “cümle- tümce”, “cevap-yanıt”, “millet-ulus”, “eser yapıt”, “kelime-sözcük”, “hâkim-egemen”, “şehir-kent” denmiyor mu?
Bizim; “meselâ, faraza, sözgelişi, sözgelimi” gibi kelimelerimizin yerine, Ermenice “orinag” dan “örneğin” niçin , hangi ihtiyaçtan dolayı uydurulmuştur?
Yûnus Emre’ye ve Dünya Dili Türkçe’ye bakarken, hiç değilse, başında “Millî” kelimesi bulunan “Eğitim Bakanlığı”, milyonlarca baskısı yapılarak, bu uyduruk kelimelerle âdeta beyni yıkanan çocuklarımıza ve gençlerimize okuttukları kitapların sayfalarına biraz vakit ayırıp da göz atmalı/atabilmelidir.
Bir milletin yegâne olmazsa olmaz’ı dili ise, Millî Eğitim Bakanlığı’nın birinci vazîfesi, çocuklarına ve gençlerine okuttuğu kitaplardaki Türkçe hassasiyeti olmalıdır.
Yoksa; her yılı Yûnus Emre Yılı, ve Dünya Dili Türkçe Yılı diye ilân etmenin hiçbir mânası yoktur.
Buna bağlı olarak da, yapılan/yapılmakta olan ve yapılacak olan toplantıların da hiç mi hiçbir hükmü olmamıştır/olmayacaktır.
Çünkü; ekseriyâ, konuşulanla yapılanlar arasında uçurumlar bulunmaktadır. Tıpkı, bu âna kadar yaşadıklarımız gibi!..