“Emelsiz, fikirsiz bir aşk, bir heves
Kendisi başına güverebilmez.
Millet sevgisiyle silâhlanan kes
Kendi tek başına millet olurmuş.”
Bahtiyar Vahapzâde
Türk nesrinin ve Türk şiirinin en hâkim unsurlarından/ana temalarından biri de, hiç şüphesiz ki, vatan düşüncesi’dir.
Bilhassa, Namık Kemal’le başladığı umumî bir kanaat hâlini alan vatan kavramı, Ziya Gökalp ve diğer şairlerimizle devam etmiştir. Namık Kemal’in “Vatan Mersiyesi”, “Vatan Şarkısı” ve “Vatan Türküsü” başlıklı şiirlerinde bu yüksek irdrâki fazlasıyla bulabiliriz:
“Vatan Yahut Silistre’deki Vatan Türküsü şiiri şöyle başlar:
“İşte adû karşıda hâzır-silâh
Arş yiğitler vatan imdadına
Ârş ileri ârş bizimdir felâh
Ârş yiğitler vatan imdâdına..”
Ziya Gökalp ise; “Genç Kalemler”de, “vatan”a çok geniş bir perspektifle bakar ve şöyle der:
“Vatan ne Türkiyedir Türklere ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir; Turan.”
Mehmet Âkif ise, duyduğu endişeleri, bir ibret vesikası olarak gelecek nesillere sunuyordu;
“Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır!”
Yahya Kemal’in sözünü ettiği “vatan”, çok “acı” vericidir. Eğil Dağlar adlı kitabında, bunu, şöyle ifade eder:
“İzmir’e Yunan baskınından sonra Anadolu’da birdenbire parlayan mukaddes ateş ve dökülen mukaddes kan, bu milleti müebbed yaşatacak iki unsurdur…
Vatan acılarını, tatmadan evvel anlayamıyorduk.”
Orhan Şâik Gökyay ise, “Bu Vatan Kimin? “ başlıklı şiirinde, buna, şu cevabı verir:
“Bu vatan toprağın kara bağrında,
Sıra dağlar gibi duranlarındır..”
Türk Milleti için bu vatan; kâh Doğu-Batı Türkistan’dır, kâh Azerbaycan, kâh Kerkük’tür, kâh Batı T(ı)rakya’dır!..
Aslında, ”vatan düşüncesi”, Türk tarihinin çok önceki asırlarına dayanmakta ve çok derinlerden gelmektedir. En azından, Orhun Kitâbeleri’nde, birçok yerde, “il” olarak geçen tâbir bunun ispatıdır:
“...Bunca yer(lere) değin (Türk adını) yürüttüm. Ötüken ormanında (yabancı) sahip yok imiş. İl tutulacak yer Ötüken ormanı imiş” ve “Ötüken Ormanı(nda) oturursa(n) ebedî il tutarak oturacaksın”
cümlelerindeki “il” kelimesi; Eski Türkçe’de, “ülke, yurt , memleket, vatan “ mânalarında kullanılmıştır. Bugün dahi, bunlara ilâve olarak vilâyet, il, diyâr kelimeleri karşılığında da ifade edilmektedir.
Bu da, şu demektir ki, Türkler’de ‘vatan düşüncesi’ yakın zamanların değil, çok eski asırlardan gelen mukaddes ve millî bir haslettir.
Bahtiyar Vahapzâde, 16 Ağustos 1925 tarihinde Azerbaycan’ın Şeki şehrinde doğmuştur. Bu tarih; Rusya’da, Lenin’in komünist ihtilâl yaptığı dönemin ardında gelen yedinci senedir.
Dr. Arslan Tekin, Yeniçağ Gazetesi’nin 09 Kasım 2024 tarihli nüshasında yayınladığı “Türk Esirlerin Romanı: Nargin” başlıklı yazısında o günleri şöyle hulâsa eder:
“29 Ekim 1914’de başlayan Türk-Rus savaşı 15 Aralık 1917’de, arkada binlerce şehit, binlerce esir bırakmış, Osmanlı’yı da bitiren kapıyı aralayarak fiilen sona ermişti.
(…) Ekim İhtilâli, Lenin’in liderliğinde yapıldı. Rusların Jülyen takvimine göre 25 Ekim 1917’de (Milâdî 7 Kasım 1917), Petrograd’daki hükûmet devriliyor, iktidar Bolşeviklere geçiyor. Ardından çok büyük kıyımlarla Azerbaycan dâhil Türk ülkelerini de içine alan Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruluyor.”
İşte, Bahtiyar Vahapzâde, bu acı gerçekler içinde dünyaya gözlerini açtı, büyüdü, yetiişti!..
İsmâil Hâmi Dânişmed ise, Türklük Meseleleri adlı kitabında şu temel bilgileri verir:
“Bugün “vatan” denilince akla bir toprak gelir. Fakat “vatan”kuru bir topraktan ibaret değildir. Toprak, vatan mefhumunda ancak bir unsurdan ibarettir. Bir memleketin kuru bir coğrafî saha vaziyetinden millî bir vatan hâline yükselebilmesinde güzellikle verimlilik gibi veyahut ferdin bütün insanlık haklarını te’min eder yer olmak gibi içtimaî ve siyâsî vasıfların bile hiçbir tesiri yoktur: Tabiat güzelliği ile toprak zenginliği dünyanın her yerinde bulunabileceği gibi, insanî ve siyâsî haklardan istifade imkânı da bir toprağın vatan sayılmasına sebep değildir. Çok defa insanlar en zâlim idârelerle en ağır haksızlıklar altında bile vatan mefhumuna can vermekte tereddüt etmemişlerdir.
Toprağın vatanlaşması için mukaddesatla, mâneviyatla ve tarihle yoğrulmuş olması lâzımdır.
(…)Vatan topraklaşınca millet vatansızlaşır”.
O’ndaki “vatan ve millet düşüncesini” ele almadan önce, en azından, bu gerçeği hatırlamakta ve bu hususta kısa bir bilgi sunmakta fayda vardır diye düşündüm.
Vahapzâde’nin, 1966 yılında yazdığı “Torpagdan Pay Olmaz” başlıklı şiiri, Sovyet desteğindeki Ermenilere, Azerbaycan toprağından toprak verilmesi üzerine feveran edişidir:
“(…)Hardan senin oldu bizim Garabağ
Adı, sahibini demir mi âşkâr?
Hoşlugla vermezler torpağı, ancag
Ganla möhürleyip, zorla alarlar.
Hele göz dikmisen Nahcivan’a da,
Tebriz de, Serab da belki seninmiş?
Vartazar yaşayan bütün ülkeler
Ya’ni bütün dünya öz veteninmiş?
(...)Yatır bu torpagda ecdadım menim,
Şerefim, şöhretim öz adım menim.
Ceddimin yattığı ulu torpağı
Sinesi servetle dolu torpağı
Men sene pay verim?
Men gulam, sen ersen?
Sen meni bu gader ahmag bilirsen?”
“Vatan veya yurt” kelimeleri mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de de sıkça geçer ve her ne pahasına olursa olsun korunması emredilir:
Meselâ; “Allah, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurdunuzdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı, onlara adâletle davranmanızı yasaklamaz...Allah, ancak sizinle din konusunda savaşan, sizi yurdunuzdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım edenlerle dost olmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa, işte onlar zâlimlerden olmuş olurlar” (Mümtahine sûresi, 8-9)
Ayrıca; Haşr sûresi, 8. ve Bakara sûresi , 191. âyetlerde de “vatan”ın ehemmiyetine işâret buyurulmaktadır.
Vahapzâde; 1992’de yazdığı “Hakkı Yok” başlıklı şiirinde vatan aşkıyla âdeta çırpınır. Şiirin, ‘toprakla/vatanla” ilgili beşinci kıt’ası şöyledir:
“Ne çok imiş bu toprağa göz diken
Baka baka gözümüze mil çeken.
Düşmanımız dostumuzdan çok iken
Türkün Türke adavete hakkı yok”
3 Ağustos 1991 tarihini taşıyan “Madalyalı Dilenci “ başlıklı şiiri ise, şu kıt’ayla sonlanır:
“Vatan toprağını koruyan asker,
Şeref abidesi, şan heykelidir.
Özge toprağında can koyan asker,
Döşte yad medalı, dilenmelidir.”
3 Nisan 1992 tarihli “Hem Oğul, Hem Baba” şiirinde, bir iç muhasebe yapar:
“(…)Millet Karabağ’da kırılan zaman
Toyda-düğünlerde çalıp oynayan
Adamdan millete baş olabilmez,
Bu halkın kendinden ağır yükünü
Çeken arabaya koşulubilmez,
Halkın ateşine alevlenmeyen,
Cephede can veren şehit askeri
Kendine doğmaca evlât sanmayan
Nasıl olabilir halkın önderi?
Bu vatan benimdir, bu vatan senin.
Siperde askere değen merminin
Ağrısı kalbinde sızlamayan kes
Bu boyda millete baş olabilmez.
(…) Şuşa’da, Şelli’de, Kerkicihan’da
Atılan topların gürültüsünü
Bakû’da evinde işitmeyen kes
Vallah, bu millete baş olabilmez.”
Esasında, Bahtiyar Vahapzâde’nin 1990 yılında yazdığı, âhenk dolu “VATAN” başlığını taşıyan şiiri, hem müstakil olarak bir tahlili gerektirir ve hem de, ‘vatan’ konusundaki bütün sorulara cevap verecek fikrî seviye sahiptir.
Bu muhteşem vatan şiirini takdim etmekten büyük haz ve gurur duyuyorum:
“Çağırır şimdi bütün milleti imdada vatan,
Değişilmez ey oğul, cennete dünyada vatan.
Bize meydan okuyan bilmelidir bir defelik,
Ne satılır, ne verilir binadan yada vatan.
Sine altında gerek kalp gibi her an dövüne,
Yana yıldız gibi her sözde, her imzada vatan.
Vatan aşkından yücelsin bütün isteklerimiz,
Yaşasın arzuda, amaçta, temennada vatan.
Ulular uymadı var-servete, yalnız dediler:
En büyük bahşişimiz bizden her evlâda Vatan.
Vatan aşkından alır Bahtiyar öz kudretini
Dövünür kalbi gibi her yeni mısrada vatan.”
Vefâtının onaltıncı yılında, bu büyük şâir ve ilim adamımızı rahmetle anıyorum. Mekânı cennet, ruhu şâd olsun!..