Halk arasında “tur” diye adlandırılan “toplu gezilerin/seyahatlerin” sosyolojik ve kültürel maksatları ve hedefleri vardır. İnsanlık âilesi, birbiriyle istişâre yaparak gelişir ve büyür.
Tarih, bize, şunu göstermiştir ki; tecrübenin kazandırdığı değerler silsilesi, başka yerlerden elde ettiğimiz hazır bilginin çok daha üzerindedir.
Muhakkaktır ki, işin ticârî cephesi asla geri p(i)lânda değildir, olmamalıdır, zarûrîdir. Çünkü; her gezinin mutlaka bir mâliyeti ve ödenmesi gereken bir emek bedeli vardır.
03 Ekim-06 Ekim 2024 tarihleri arasında, “GEZİ LİFE TURİZM”in tertip ettiği geziye katıldım. Beni tanıyanlar bilirler ki, hiçbir şeyde Türkçe’den vazgeçmem; ondan üstte bir kültürel değer tanımam.
“Life (lâyf)”, İngilizce bir kelimedir ve “hayat“ demektir. “Turizm (tourisme)” ise, F(ı)ransızca’dır ve bizde, yerleşik bir hâl almıştır. Dikkatli olmak gerekir!..
Hemen şunu ifade edeyim ki, bu; çok güzel p(i)lânlanmış bir gezi olarak karşıma çıktı.
Böyle bir faaliyette, gezginlere/seyyahlara/turistlere, görülmesi/gezilmesi/hatırlatılması gereken çok şey vardı ve bunlar da, hakkıyla/lâyıkıyla yerine getirilmiştir.
Bir defa; denizi, havası, suyu ve toprağıyla tabiî güzellikler; tâhten intikal eden kültür mirası değerler ve bunların ışığında yapılabilecek sosyolojik analizlere fırsat verebilecek her türlü fikir ve tavır, ele alınmaya çalışılmıştır.
Yâni; dünya, kendi mecrâsı içinde kendi mâcerasını yaşıyor ve biz de, ona, ayak uydurmaya çalışıyoruz.
Bilinmelidir ki; insana birer nimet olarak verilen fakat sonra, insanın onları koruması emredilen ‘dil’ gibi, ‘din’ gibi değerler yanında, ‘tarih şuuru’ içinde, ‘tabiatın korunması’ da çok mühimdir.
Bu sebeple; durmadan, ‘insanlık’ diyoruz da, bu insanlık nereye kadar hakîkî mânasıyla yaşıyor, onu çözemiyoruz.
Bu kısa girişten sonra; intibalarıma geçeyim:
“ GEZİ LİFE TURİZM”; Şehri Kıyak hanımefendinin öncülüğünde mükemmel bir gezi p(u)rogramı hazırlamış ve sunmuştur.
Yardımcısı Serap Yıldız hanım da, gezi kafilesine her bakımdan yardımcı ve ilgili olmuştur.
Gezi (Tur) Rehberi, Güven Cancı Bey ise, o derece donanımlı bir şekilde îzahlarda bulunarak her konuda nezâketle bilgilendirmelerde bulunmuştur.
Gezi başlığı “TİFLİS-BATUM TURU” olarak takdim edilmiştir. Bu noktada şunu diyebilirim ki; her ne takdim edilmiş olunursa olunsun, her zihin kendi müşâhedesini ve tahlilini yapar; kendi kanaatini ortaya koyar ve gördüklerini, akıl süzgecinden geçirir ve hükme varır.
Müşâhede ettiğiniz şeyi gerçekten ‘okuyor’ ve ona nüfûz edebiliyorsanız, maksat hâsıl olmuş demektir..Meseleleri de, ancak böyle çözersiniz!..
Bunun için; ister kitap okuyun, ister kâinatın kendisini ve insanı okuyun, tabiatı, gökyüzünü, yeraltını, denizatlarını, bitkileri ve hayvanları okuyun…işte o zaman hakîkî ve anlaşılır bir yürüyüş üzerindesiniz demektir… Yeter ki, okumasını bilin!..
İlk adım BATUM’du!.. Elbette ki, insanlar gibi, şehirler de değişiyor…On sene önce gördüğüm Batum, o zamankinden çok farklı bir şehir olmuş…Değişen noktaları da var, kaybolanlar da!..
Zâten; ‘tabaka farkı’ vardı…Bir kısım halk kendi derdinde, bir zümre ise, lüks ve şatafat içinde…Dünya böyle Mİ?! Evet, böyle!..
Burada; bir câmi de olsa, Osmanlı-Türk izi mevcut, yaşıyor!..Ancak, ne yazık ki, Batum’da, hem Gürcü ve hem de Türk unsurlar ‘sıfırlanmaya’ doğru gidiyor. Rus izi hâkim iken, şimdi alenî bir şekilde Batı ve Amerikanvârî şehirleşme devasa binalarla kendini gösteriyor. Hem de ne binalar!!!
Şu var ki; Batum, bir ağaçlar şehri!..Bünyesinde yüz litreye kadar su tutabilen asırlık okaliptus ağaçları başlıbaşına görülmeye değer..
4 Ekim Cuma günüydü…Maalesef, elde olmayan mâlûm sebeplerle Cuma namazı vaktini geçirmiştik… Vakit namazını kılmak için Batum’daki tek câmi olan Orta Cami avlusuna girince, bir vatandaşa selâm verdim. Selâmımı alınca, kendisine, ellerimi yıkama ve ağza su alma işâreti yaparak ‘abdesti’ îmâ ettim.
Adamcağız büyük bir sevinçle koluma girerek beni, hemen lavaboların bulunduğu yere götürdü.
Kapısında, Gürcü alfabesiyle, Arap alfabesiyle ve F(ı)ransızca olarak lâtin alfabesiyle ve yarısı Türkçe olan “BATUMI CENTRAL MOSQUE(/ORTA DJAME-1866 yazılı, Osmanlı –Türk mîmârisine göre inşâ edilmiş bu câmide öğle namazını kıldım.
Tabiî ki, temiz ve tertipli olmasına rağmen, ihtimam gösterilmeyen bir câmi…
Şunu da söylemeliyim ki; buradaki Türk lokantasında yediğimiz haçapuri, pideden başka her şeye benziyordu!..(Tiflis’teki haçapuri ise, daha lezizdi).
Batum; muhakkak ki, bir sâhil şehri..Târihî ve tabiî hususiyetleri de çok. Meselâ, bundan on sene önce gezdiğim “Botanik Bahçesi”, çok ihtişamlı ve herkesin görmesi gereken bir mekândı(r).
Burası bana, çok kültürlü veya kültür çatışmalı’dan ziyâde, ‘uyuşmalı bir şehir’ olarak göründü…İsterdim ki, Türkiye olarak, bize, hem coğrafî ve hem de kültürel bakımdan bu kadar yakın olan bu şehirle olan irtibatımız daha farklı olsun!..
TİFLİS YOLUNDA…
Öğleden sonra, Saat 15.00’e doğru Tiflis’e yollandık..Beş-altı saatlik bir mesâfe imiş!..Geçtiğimiz her yer ağaçlık…Yollar güzel..Yer yer yeni yapılmış tünellerden geçiyoruz..Zâten, Gürcistan’ın üçte biri ormanlık araziymiş..Çam, lâdin, kestane, ıhlamur, kayın gibi ağaçlar çok bolmuş!..
Yol boyu, dikkatimi en çok çeken ve bana çok çarpıcı gelen şey ise: köylerin azlığı yanında, bu az sayıdaki köylerdeki evlerin boş denecek kadar ıssızlığa terkedilmesi ve hatta karanlığa gömülmesidir..Bu evlerin ekserisi, iki katlı…
Târihî hüviyet ve değer kazananlar olduğunu da tahmin ediyorum!..Bu tenhalığı, bu ülke insanlarının geçirdiği badirelere ve geçmiş rejimin zulüm ve baskılarına bağlıyorum…Yanılmış olabilir miyim, bilemem!..
Aynı duruma, dönüşte, Tiflis –Kutaisi yolunda da şahit oldum. Etrafta, çok az sayıda çocuk-genç ve hatta çok az sayıda hayvan var...
Başşehir Tiflis, ilk anda, geniş ve birbirini kesen ağaçlı caddeleriyle beni cezbetti..Şehre girdiğimizde, karanlık basmıştı…Fakat, buna rağmen, şehir kendini gösteriyordu!..
Ertesi gün yâni 5 Ekim Cumartesi günü, gündüz gözüyle her şeyi daha berrak görme imkânı buldum…Yanılmamışım!..
Köylerin bu kadar tenha olmasına karşılık, Tiflis, bambaşka bir dünyayı temsil ediyordu…Düzenli, ağaçlı, tarih kokan ve yer yer ise, devasa binaların bulunduğu temiz geniş caddeleriyle cap-canlı bir şehirdi. Nüfusu birbuçuk milyon civarındaymış..Kura Nehri’nin iki yakasında kurulmuş..Bir başka ifadeyle, Kura Nehri, şehri ikiye bölüyor…
Şehir dışında eski/köhne binalar elbette mevcudiyetini koruyordu ammâ, çeşit çeşit inşâ tarzıyla yeni Tiflis de kendini gösteriyordu.
Gezdiğim birkaç yerden söz edeyim:
Sameba Katedrali, 1995-2004 yılları arasında inşâ edilen, Gürcü Ortodoks Kilisesi’nin merkezi olarak kabul ediliyor. Geniş ve şehre hâkim bir mekâna kurulmuş…Ziyâret için giren hanımlar; girişte asılı bulunan eşarplardan bir tane alıp başlarını örtüp içeri giriyorlar, çıkarken ise, aldıkları yere asıyorlar..
Dışarıda, ziyaretçilerden başka kimse yok..Herhâlde, bugün Pazar değil de ondan..Yalnız, bir şeye şahit oldum, onu da nakledeyim..Bir hanım, katedralin avlusunda, hatta avlunun da kenarında sigara içiyordu….Onu gören, fakat görevli olmayan bir Ortodoks/hıristiyan vatandaş, onun, burada sigara içişine şiddetle karşı çıkarak, burada sigara içmemesine sert bir tavırla tepki gösterdi…Tavrı çok gergindi…
Sonradan öğrendik ki, burada, sokakta bile sigara içmek yasak…Sigara içen tespit edilirse elli lâri yâni yediyüz Türk lirası civarında bir cezaya çarptırılıyor…Bu kişi, şayet turist ise, gümrük çıkışında, mutlaka bu bedel tahsil ediliyor….
Burada da, dilenci çok…
Tiflis’in tek câmisine, dar bir sokaktan bir yokuş çıkarak ulaştık. Tabiî ki, târihî bir câmi...Takriben, 150 seneden fazla yâni 1870’lerden beri hizmet veriyormuş..İlk bakışta câmi görünümü yok…İçi, öyle değil…Bu câminin çok önemli bir hususiyeti var: Çift mihraplı!..
Yâni…Bu mihrabın biri, sunnî Müslümanlara, diğeri ise, Şii Müslümanlara ait…Dış levhada, “CÜMA MESCİDİ” ve altında da, (JUMA MOSQUE) yazılı. Minâresi yok…Batum’daki câmide minâre vardı…Burada niçin yok bilemem!..
Câmi imamı ile konuştum. Dediklerini hulâsa edeyim: Tiflis’te, Sunnî-Şii el ele vermişler. Kendisi Azebaycan Türk’ü. Sabah ezanı okunmuyor. Beş dakika (kadar) arayla, önce biri, sonra diğeri namaz kılıyor. Yâni, bir Sunnî ve bir de Şii imam var. Yâni; her namaz vakti bir ezan okunuyor, namazlar beş dakika arayla ayrı ayrı kılınıyor...
Cüma Mescidi imamıyla fotoğraf çektirip vedâlaşdık…
Buradan “Hürriyet Meydanı”na geçtik…Eski adı Lenin Meydanı olan bu mekânda devasa bir Lenin heykeli varmış..
Gürcistan, Ruslardan kurtulup bağımsızlığını elde edince, kutlamaları bu meydanda yapmışlar..
Bu meydandan, “Kaplan Postlu Şövalye” destanının şâiri Şota Rustaveli (1166-1220)’nin adını taşıyan “Rustaveli Bulvarı”na geçtik..
Bu cadde, başlıbaşına görülmeye değerdir ve gerek Batum’da ve gerekse Tiflis’te ilk önce ve en başta görülüp gezilmesi gereken bir caddedir. Oldukça geniş ve t(ı)rafiği yoğun bu caddeyi, boydanboya süsleyen ve ona câzibe kazandıran asırlık okaliptus ağaçlarını seyre doyum olmuyor.
Tiflis; Antikacı Pazarı ve Tablo Pazarı’ndaki meyva-sebze festivaliyle de çok değişik manzaralara sahip albenili bir tarihî şehir olarak karşımıza çıkıyor.
VE KUTAİSİ’YE DOĞRU…
Ertesi sabah/6 Ekim Pazar sabahı Kutaisi istikametinde yola çıktık..Yolumuz üzerinde, Tiflis’e bağlı, Mtskheta şehrinde bir süre gezdik. Rehberimiz; buranın; milâddan önce üçbinli yıllarda, ilk başşehir ve aynı zamanda ilk kırallık merkezi olduğunu söyledi… Mtskheta, Ortodoks hıristiyanlığın da ilk merkezi durumundaymış. Dünyanın en eski onaltı alfabesinden biri olan ilk Gürcü alfabesi de burada meydana getirilmiş.
Mtskheta’da şuna şahit oldum: Pazar günü olduğu için, herkes, g(u)ruplar hâlinde, çocuğunu almış topluca âyine gidiyordu. Kilisenin kapısında bekleyen saçı sakalı karışmış yetkili, hiçbir yabancı kimseyi içeri almıyor, hatta gürültü çıkarır diye tersliyordu.
Burada, her şehir, âdeta kiliseler şehri durumunda...nereye gitsen önünde bir kilise…Aynı duruma Kutaisi’de de şahit oldum..Kutaisi; hükümet meydanında bir süre etrafı gezip tetkik etmeye çalıştık. Hükümet konağının karşısında yine kocaman bir kilise var…Henüz tamamlanamamış amma her yere hakim bir vaziyette..
Hükümet binasının bulunduğu meydanda bir anıt var. Adı: Zafer Anıtı ammâ esas olan ad da şu: Kutaisi Büyük Vatanseverlik Savaşı Askerleri Anıtı…Demek ki; vatanları için canlarını fedâ edenler için yapılmış!..
Kutaisi’de dikkatimi çeken düğün konvoyları oldu. ..Demek ki, böyle merasimlerde, şenlik günlerinde ‘korna’ çalınıyormuş!..Peşpeşe sıralanmış taksiler, bu zafer anıtının çevresini dolanıp yollarına devam ediyorlardı..
Agro Nehri üzerinde ise, hem Aşk Köprüsü ve hem de Beyaz Köprü denilen, aşkı uğruna, kendini nehre bırakan bir asker gencin mâcerasını sembolize eden bir köprü var…Nehir, bölüm bölüm tabiî olarak beyaz taşlarla örtülü…
ARTIK DÖNÜŞ YOLUNDAYIZ…
Muhakkak ki, tekrar Batum’a gelip Türkiye’mize ulaştık…Ancak…
Netice olarak şunu söyleyebilirim ki; Batum’dan Tiflis’e, Tiflis’ten, Mtskheta’ya, Mtskheta’dan Kutaisi’ye ve oradan da tekrar Batum’a, sözünü etmediğim pek çok güzelliklerle buluşma fırsatını ve imkânını buldum.
Yukarıda da bâzılarını ifade ettiğim gibi, her yerde, fakir-zengin ayrımı, bâriz bir şekilde, kendini göstermektedir.
Köylerin seyrekliğini bir nebze olsun kabul edebilirim: Nüfus meselesi..Ancak; bu köylerin ıssızlığına bir türlü akıl erdiremedim..Bu kadarı da olur mu, diye düşünmekten kendimi alamadım!..
Yeşillik, hemen hemen her yere hâkim ve ağaca çok büyük saygı var...
Sokak temizliğine bu kadar büyük ilgi gösterilmesine rağmen; ne yazık ki, helâlarında, hâlâ, bu çağda, ‘tahâret musluğu’ bulunmamaktadır.. . Bunu anlamam ise, asla ve kat’a mümkün değildir.
T(ı)rafikte yayalara gösterilen saygı takdire şâyandır.
On sene önce gittiğimde, ‘lâri’, Türk Lirası’na göre daha değersizdi. Şimdi ise, bir lâri, ondört Türk Lirası değerini bulmuş…Bu hususta, kendimizi iyi tahlil etmeliyiz!..
Kutaisi’deki düğün konvoyu hâriç, hemen hemen hiçbir yerde ‘korna sesi’ duymadım. Hârika bir şey!..
Türkiye; batıda, Balkanlara kapı durumunda olan Yunanistan ve Bulgaristan’la mümkün olmasa bile; güneyde Suriye ile; doğuda, Türkiye- İran-Gürcistan-Azerbaycan ve hatta Ermenistan’ı da içine alarak, komşuluk münâsebetiyle, asgarî müştereklerde birleşip, bir ‘dostluk ittifakı’ kurarak, biraz olsun rahatlayabilirdi. Niçin olmuyor, düşünülmeli!..
Muhakkak ki; 82. yaşım biterken, yine, yeni şeyler öğrendim…Eşim Cânan Hanım da, bundan ziyâdesiyle memnun kaldı, mesut ve bahtiyar oldu!..
Bu güzellikleri bizlere yaşatan, başta, GEZİ- LİFE TURİZM temsilcisi Şehri Kıyak hanıma ve Gezi Rehberi Güven Cancı Bey’e teşekkür ederim!..
Velhâsıl, güzel bir seyahat oldu!.. “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır!”
FOTOĞRAFLAR:
*Batum: Orta Câmi; *Tiflis:Sameba Katedrali; *Tiflis: Cuma Mescidi (2); *Tiflis:Rustaveli Bulvarı; *Tiflis:Kura Nehri; *Kutaisi: Zafer Anıtı; *Kutaisi: Agro nehri/Aşk Köprüsü-Beyaz Köprü
Değerli büyüğüm saygideğer insan birlikte gittiğimiz bu geziyi bu kadar güzel anlatan insan teşekkürler büyük bir zevkle okudum hürmetlerimi gönderiyorum ❤️