Son dönem fikir ve edebiyat dünyamızı iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Bunda, başarılı olduğumuzu da söyleyemem. Çünki, yapılan her yorumda, haddinden fazla tarafgirlik hâkimdir…
Filânca şâir, benim şâirim…Filâncalar sizin…Fikirler, bıçak gibi keskin…
Hiçbir birleşme noktası yok ve hiçbir ‘geçirgenlik’ mümkün değil…Sanki, herkes fikir denilen mefhumu cebinde taşıyor ve onu, hususi olarak kendisi için icat edip geliştirmişler…
Evveli çok geniş ve muhteşemdir..Fakat, en azından, son yüzelli senelik edebiyat ve fikir hareketlerimize bakarsak, Osmanlı-Türk’ten, Cumhuriyet Türk’e ulaşan, onunla birleşen/kavuşan/kavuşturulan/kucaklaşan/kucaklaştırılan sıkı bağın ne kadar muhkem olduğunu ve ne kadar muazzam bir köprüyle irtibat kurduğunu da görürüz.
Bu köprüyü inşâ edenlerden biri de, muhakkak ki, Hüseyin Nihal Atsız’dır.
Bir insan, bir fikir adamı veya bir şâir, ömrü boyunca ne kadar iş başarabilir!..Ebette ki, o kişi, bu başarılarıyla takdir görmelidir…
Meselâ; Mevlâna Celâleddîn-i Rûmi (1207-1273) –diğerleri hâriç-sâdece 25.618 beyitlik Mesnevî’si düşünüldüğü zaman bile, ne büyük bir esere imza attığını görülür.
Yûsuf Has Hâcibler, Kâşgarlı Muhmudlar, Yûnus Emreler, Ali Kuşçular, İbni Sinalar..bu silsilenin, öncüleridir.
Hüseyin Nihal Atsız’ın vefâtının 49. yılındayız.
O; 12 Ocak 1905 tarihinde, İstanbul/Kadıköy’de doğdu ve 11 Aralık 1975 tarihinde ise, İstanbul/ İçerenköy’de vefât etti. Kabri, Karacaahmet Mezarlığı’ndadır.
Aslen, Gümüşhâne’nin Torul ilçesi’ndendir. Gümüşhane’de, kendilerine “Çiftçioğlu”lar denir. Hüseyin Nihâl, 21 Haziran 1934 tarihinde çıkarılan 2525 Sayılı Soyadı Kanunu’yla, resmî kayıtlarda bulunmayan “Çiftçioğlu” yerine “Atsız” soyadını alır.
Şüphesiz ki, yetmiş senelik ömrü, büyük mücâdelelerle geçmiştir.
Bu mücâdele; bir milletin şahlanışının mücâdelesiydi.
Bu millet ise, muhakkak ki, mensubu olmakla iftihar ettiği Türk Milleti’ydi. Bütün ümidi, emeli, arzusu, gayreti, bu milletin cihânşümûl olma yolunda bir mevki kazanmasıydı.
Nihal Atsız; bu mânada milliyetçi, bu mânada Türkçü, bu mânada ülkücü ve bu mânada insaniyetçi’ydi.
“İçimizdeki Şeytan, En Sinsi Tehlike, Hesap Böyle Verilir” adlı kitabında şöyle der:
“Gerçek fikrimi merak edenler şu bilsinler ki, ben ne faşist ne de demokratım. Sâdece kaynağı yabancı hiçbir fikri benimsemeyecek kadar millî şuûr ve gurura sahip bir Türküm!” (Bknz. Hüseyin Nihal Atsız, İrfan Yayınevi, İstanbul 2015, Sf. 9
“Nihâl Atsız’ın hayatındaki ilk fikrî kırılma, 1922’de girdiği Askerî Tıbbiye üçüncü sınıf öğrencisi iken, Mesut Süreyya isimli Arap asıllı bir subaya selâm vermeyişi ve bu sebeple de 04 Mart 1925 târihinde Askerî Tıbbiye’den atılışıyla başlar.
Atsız, Askerî Tıbbiye’den atıldığı zaman henüz yirmi yaşındaydı. Daha önce de, 25 Ekim 1924’te, Ziya Gökalp’ın cenâzesinde, fikren kendisine ters olanlarla kavgaya tutuşmuştu. Fakat, Bağdatlı Mesut Süreyya’ya karşı tavrı daha başkadır. Zîra; bir başka milliyete mensup birine, Osmanlı Ordusu’nda subay da olsa selâm vermez.
Atsız’ın ikinci kırılma noktası diyebileceğim tavrı da, Kür Şad ile ilgilidir. 19 Nisan 1934 tarihinde, Orhun Mecmuası’nın 6. Sayısında, Kür Şad’ı şu cümleyle takdîm eder: “Cihan Tarihinin En Büyük Kahramanı: Kür Şad”. Bu; farklı ve herkesin dikkat kesilmesi gereken bir ‘işâret’ti. Türk tarihinin kahramanları çoktu fakat, Atsız’a göre, Kür Şad, bunlar arasında çok farklı ve çok üstün bir mevkideydi.
Atsız’ın fikrî zemini, artık bu temel üzerinde inşâdadır. Bundan sonra, daha çok dergi, daha çok makale, roman, araştırma eserleri peşpeşe gelecek ve on sene sonra da, 1944’te, iş, başka bir mecrâya girecektir ki, Atsız, esas çehresini o zaman ap-açık ve tâvizsiz bir şekilde ortaya koyacaktır.
Türk siyâset ve adâlet târihinde “Irkçılık-Turancılık Dâvası” diye anılacak olan hâdiseler zincirinin başlangıcı olarak, 3 Mayıs 1944’te bir lisede öğretmen olan Hüseyin Nihâl Atsız’ın, dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na açık mektup yazışı ve onu istifâya dâvet edişi bir ilktir.”
(Bknz. M. Halistin Kukul, Nihal Atsız’ın Mücâdelesi, Türk Yurdu Dergisi, Yıl:109, Sayı:393, Mayıs 2020, Sf. 44-48; wwwkapsamhaber, 21 Mayıs 2020)
Atsız; bir fikir adamı, bir yayıncı, bir tarihî romancı, bir tarihçi, bir öğretmen, bir şâir ve bir yazar olarak, Türklük dâvasının önde gelen kahramanlarındandır.
Eserlerinden bâzıları şunlardır:
“Onaltıncı Asır Şâirlerinden Edirneli Nazmi (1934), Türk Edebiyat Tarihi (1940), Türk Tarihi Üzerine Toplamalar (1935), Türk Târihinde Meseleler (1966), Âşıkpaşaoğlu Târihi (1970), Oruç Bey Târihi gibi inceleme eserleriyle; Dalkavuklar Gecesi (1941), Bozkurtların Ölümü (1946), Bozkurtlar Diriliyor (1949), Deli Kurt (1958), Z Vitamini (1959) ve Ruh Adam (1972).
Şunu diyebilirim ki, mensup olduğu milleti çok sevenlerden ve yazdığı gibi yaşayan nâdirlerdendir.
Yukarıda sözünü ettiğim Türk Yurdu Dergisi’nde yayınlanan makalemi şu cümlelerle bitirmiştim. Tekrarında fayda görüyorum:
“Tek ve en büyük emeli; Türk milletinin cihânşümûl mânada hâkimiyet sağlaması, mes’ut, müreffeh ve ihtişâmlı târihinin tekrar canlandırılmasıydı.
Sözü; O’nun, mahkemeye sunduğu ve âdeta, hayatına yön ve mâna veren uzun savunmasındaki bir cümleyle bağlayayım:
“Dünyanın hiçbir yerinde kendi devletini büyütmek isteyenlere “vatan hâini” denmemiştir.”
Vefâtının 49. Yılında, O’nu rahmetle anıyorum!..Rûhu şâd olsun!..