Bugün; 21 Mayıs 1963 hâdisesinin 60. yılı…Türkiye’nin büyük bir ekseriyeti, bunun ne olduğunu dahi bilmez. Çünkü bu; Türk târihi içinde, küçücük, basit ve önemsiz bir vaka görünümündedir ammâ, öncesi ve sonrasıyla üzerinde düşünmeye değerdir.
Bu hâdise; benim ve arkadaşlarımın, başkalarının ‘tedbirsizliğinden’ ve ‘adâletsizliğinden’ dolayı mağdur edilip, Kara Harp Okulu’ndan atıldığımız günün başlangıcıdır.
Bunun ciddiyetini ve önemini, benim gibi, yirmi yaşını bitirip yirmi birini sürerken ‘mağduriyete uğratılan’ ve ‘Eski Harbiyeliler’ diye anılan ve bugünün târihi itibariyle de seksenini deviren, 1459 genç bilebilir ve anlayabilir!..
Şunu da unutmamak lâzımdır ki; bu hâdise, bundan önceki ve bilhassa bundan sonraki hâdiselerin ‘oluş tarzıyla da’ birebir örtüşmektedir. Yâni; ‘tedbirsizlik’ ve ‘adâletsizlik’ hepsinde birinci unsur olmuştur.
Anadolu’nun dörtbir yanından gelen bu pırıl pırıl vatansever, bayrak ve millet âşıkı îmânlı Türk gençleri; zamanın iktidar mensuplarının ‘tedbirsizliği ve ihtirası” ile, hukukun “adâletsizliği” arasında sıkıştırılarak, onlar tarafından, canları pahasına sevdikleri Türk ordusuyla irtibatları kesilmiştir.
21 Mayıs 1963 hâdisesi; dediğim gibi, koskocaman ve ihtişamlı Türk târihi içinde küçücük, basit ve önemsiz ‘görünümlü’ bir vakadır ammâ, bu hâdisenin ‘hukukî ve sosyal tesirleri’ hiç de öyle değildir.
Âdemoğlu, ne kadar adâletten, hukuktan, hürriyetten, müsamahadan, sevgiden, hürmetten, hoşgörüden, merhametten ve nezâketten bahsederse etsin, asla ve kat’a “târihî tekerrürü” değiştirememiştir.
Zîra; insanın mayasında/özünde, bir türlü ezemediği, alt edip yok edemediği, kıskançlık, haset, benlik ve menfaat hisleri ağır bastığı zamanlarda, karşısındakini ‘hiç’ yerine koyma egosu hâkim gelir ve fırtınalar başlar.
Burada; ister baba ve isterse ana denilsin, “Devlet” devreye girer/girmelidir. Şâyet, Devlet, beceriksiz ve halkı/milleti/insanı kaale almayan, ona üstten bakan kişilerin elinde bulunuyorsa,‘zayıf’tır ve ‘iktidar’ kelimesi, ‘boşta gezmekte’dir.
“İktidar” sözü, güç kudret ise; bu kudret, âdil olarak’ kullanılmadığı zamanlarda, tam bir “kaos” ve ‘tahakküm’ temsilcisi hâlini alır. Adına; demokrasi/halk irâdesi veya halk idâresi dense bile, yaşanan o dur ki, sıhhatli bir doğuşun meydana çıkardığı mahsul değildir.
Devlet’i temsil makamında bulunanlar, şayet, ‘tedbiri’ zamanında almazlarsa, sonradan vuku bulacak hâdiselerdeki ‘özürleri/kabahatleri/kusurları’, basit ve îzah edilebilir bir ‘ihmâl’ ile örtülemez/örtülmemelidir.
21 Mayıs 1963 hâdisesinin başlangıcından söz ediyorum: Devlet’in salâhiyetli ve mes’ullerine birkaç gün önceden haber verilmesine rağmen; bunu, kulak ardı ederek, ‘istihbaratı savsaklayan’ idârecilerin, bilâhare, ‘kahraman gibi/himâyeci görünümlü sahte bir edâyla” hukuktan bahsetmesi ve mağduru ‘isyâncı’ olarak göstermesi de çok gariptir.
Böyle bir Devlet yönetiminin “tedbirsiz”likle sebebiyet verdiği ‘yıkım’, tıpkı, önceden gelişi belli olan ‘sel, deprem, yangın, çığ veya başka bir felâket için” alınmayan tedbirlerden farksızdır ve hâdiselerin ardından kurulan mahkemelerin sonunda da, “Türk Milleti adına… Gereği düşünüldü” diyerek, bu 1459 Eski Harbiyeli’nin okuldan atılmalarının önünün açılması da, ‘adâlet’ adına apayrı ve cinnet derecesinde bir hukuksuzluk numûnesidir.
Bugün; 21 Mayıs 2023’tür.
Hâdisenin üzerinden tam altmış sene geçmiştir. Üç ay sonra, yıllardır ümitle ve hasretle subay olma aşk ve ülküsünün tecelli edeceği günü bekleyen yirmili yaşlardaki gençler olarak sokağa bırakılmanın dehşetinin p(i)sikolojik tahribatını hâlâ yaşamaktayız.
‘Askerî Liseli ve Harbiyeli olmak’, herkese nasip olmaz ve bu rûh hâlini yaşamayanlar da, onu anlayamazlar!..
Yapılan ‘zulüm’ derecesindeki bu haksızlığı, ancak, o günü yaşayan bu 1459 Eski Harbiyeli ve onların âileleri bilebilir.
Ancak; şunu, gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, bu arkadaşlarımın hepsi, bu büyük eziyet, zorluk, mağduriyet ve imkânsızlıklara rağmen, Devleti’ni ve aziz Milleti’ni kucaklamış, yüksek bir millî şuûrla, onlara hizmette bulunmaktan asla geri durmamışlardır.
2021 yılında, PANKUŞ YAYINLARI arasında çıkan “DARBELERDE HARBİYELİ OLMAK” adlı ikiyüz sayfalık kitabımda, bu mevzular hakkında geniş açıklamalarda bulundum ve bilgiler verdim.
Târihî hâdiseler, muhakkaktır ki, ‘zaman-kişi-yer esas alınarak, kendi özü”yle muhataptır. Ancak; hiçbir târihî hâdisenin de, kendinden önce cereyan edenlerle irtibat kurulmadan çözülebilmesi/tahlil edilebilmesi mümkün değildir.
Zîra; 21 Mayıs 1963 hâdisesinden günümüze kadar cereyan eden hâdiselerin temelinde, bütün bu sosyolojik analiz noksanlıkları, siyâsî zayıflık ve ‘tedbirsizlik’ler ile, “gereği düşünüldü’den sonra verilen ‘kararlar’ın ‘adâleti’ arzu edilen mertebede tecelli ettiremeyişi yatmaktadır.
Sözümü; “DARBELERDE HARBİYE OLMAK” adlı kitabımdaki, “21 MAYIS 1963 DARBESİ/Öncesi ve Sonrasına Dâir Hulâsa Bir Tahlil” başlığını taşıyan bölümün sonuç kısmıyla bitirmek istiyorum:
“Bilinmelidir ki; adâletin olmadığı yerde nezâket ve zarâfet olmayacağı gibi, demokrasi ve sosyal âhenkten de bahsetmek mümkün olamaz!..
İktidar olmak için ‘en yüksek oy’u almak şarttır. Ancak; iktidarda kalmak ve onu sıhhatli bir şekilde yürütmek için demokrasi; demokrasi için de adâlet, en zarûrî ve hatta birinci unsurdur.”
Altmış sene sonra;
Vefât eden bütün Eski Harbiyeli arkadaşlarıma Allah’tan rahmet; hayatta olanlara ise, sağlıklar diliyorum!..
Harbiden atılmamış olsaydınız siz öğretmen olamayacaktınız biz de sizi tanımamış olacaktık bu anlamda düşündüğümde iyi ki atmışlar size diyorum????