Cumhuriyet’e giden yol-yollar çok çetin, çok zor ve çok dikenlidir. Önce, bu yolun-yolların açıklığa kavuşması-kavuşturulması lâzımdır ki, Cumhuriyet’in değeri anlaşılabilsin. Sonrasının tahlili ayrı ve o da, çok geniş incelemeyi gerektirir.
Bir defa şunu ifade etmeliyim ki; 19 Mayıs 1919 öncesi Samsun’un durumu ne ise, Türkiye’nin bütün şehirlerinin hâli de hemen hemen aynıydı.
Balkan ve Sarıkamış’taki zayiatların ardından Çanakkale’de kazanılan zafer çok önemli olmasına rağmen, dertlere çâre olamadı, bütün bu fâciaları da Birinci Dünya Harbi tâkîp ederek, memleket evlâtları harbe sokuldu ve dur-durak bilmeden bütün Osmanlı-Türk coğrafyası acılara boğuldu;
Yemen’den Galiçya’ya kadar yüz binlerce şehit verildi.
“Son sığınak” diye tâbir edilen Anadolu bile, artık, talan edilmeye başlanılmış, elimizde ne düzenli bir ordu ve ne de yeterli silâh bulunuyordu. Gelinen şartlar vahim, imkânlar ise, çok dardı.
Bütün bu durumların hulâsasını, Millî Mücâdele’nin önderi ve Cumhuriyet’in kurucusunun sözleriyle, NUTUK’tan nakledelim:
“1919 senesinin 19 uncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye :
Osmanlı Devletinin dahil bulunduğu grup, Harbi Umumide mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti ağır, bir mütarekenâme imzalamış, Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir hâlde. Millet ve memleketi Harbi Umumiye sevkedenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği deni tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşanın riyasetindeki kabine; âciz, haysiyetsiz, cebin, yalnız padişahın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı.
Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta…
İtilâf Devletleri, mütareke ahkâmına riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilâyeti, Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap, İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da, İtalyan kıtaatı askeriyesi; Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta ecnebi zabit ve memurları ve hususî adamları faaliyette. Nihayet, mebdei kelâm kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 1919 da İtilâf Devletlerinin muvaffakatile Yunan ordusu İzmir’e ihraçediliyor.
Bundan başka, memleketin her tarafında, anasırı hıristiyaniye hafi, celi, hususî emel ve maksatlarının temini istihsaline, devletin bir an evvel, çökmesine sarfı mesai ediyorlar.
Bilâhare elde edilen mevsuk malûmat ve vesaik ile teeyyüdetti ki, İstanbul Rum Patrikhanesinde teşekkül eden Mavri Mira heyeti, vilâyetler dahilinde çeteler teşkil ve idare etmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Salibiahmeri, resmî muhacirin komisyonu; Mavri Mira heyetinin teshili mesaisine hadim. Mavri Mira heyeti tarafından idare olunan Rum mekteplerinin izci teşkilâtları, yirmi yaşını mütecaviz gençler de dahil olmak üzere her yerde ikmal olunuyor.
Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira heyetile hemfikir olarak çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor.
Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde teşekkül etmiş ve İstanbuldaki merkeze merbut Pontus cemiyeti sühuletle ve muvaffakiyetle çalışıyor.
Vaziyetin dehşet ve vahameti karşısında, her yerde, her mıntıkada birtakım zevat tarafından mukabil halâs çareleri düşünülmeye başlanmış idi. Bu düşünce ile alınan teşebbüsat, birtakım teşekkülleri doğurdu. Meselâ; Edirne ve havalisinde Trakya-Paşaeli unvaniyle bir cemiyet vardı. Şarkta, Erzurum ve Elâzizde merkezi umumisi İstanbulda olmak üzere Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti teşkil edilmişti. Trabzonda Müdafaai Hukuk namında bir cemiyet mevcut olduğu gibi Dersaadette de Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti vardı.” (1)
Bu cümlelerden sâdece birini dikkatlere arzedeyim. Henüz 38 yaşında Millî Mücâdele’yi başlatmak için yola çıkan Mustafa Kemal Paşa (henüz, o târihte Atatürk, soyadını almamıştı) diyor ki; “Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira heyetiyle hemfikir olarak çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor”.
Bu cümle bile, bugün, Türk Milleti’nin ne kadar uyanık olması gerektiğini işâret etmektedir.
Burada, hemen, bir bilgi nakli yapmalıyım: Düşman, bir memleketi ele geçirmek için, önce, insanını yok etmeyi ve hâliyle, toprak, hava ve suyunu da zaptetmeyi hedef alır.
Bugün; bunları yapmak için, büyük masrafları gerektiren birinci unsur olan silahlanmanın yanında, daha sinsi olan başka yollar denenmektedir. Bunlar ise; başta millî kültürü (dil-din-mîmârî ve sâir sosyal unsurlar) tahrif ve tahrip ile, o milleti, iktisaden çökertme ve nüfus yapısını değiştirmektir.
Esefle müşâhede etmekteyiz ki, konumuz olan Samsun ve Türkiye’de bu tahribat bilhassa son senelerde fazlasiyle artmıştır:
Meselâ; “ Bizimle hiçbir ilgisi bulunmayan “Amazon Heykeli”nin dikilerek ve Türk coğrafyasına “Amazon Adası” ve “Amisos Tepesi” gibi isimler verilerek tahrip edildiği Samsun şehrindeki resmî veya hususî kuruluş isimleri de dehşet vericidir:
“Amazon Trabzon Ekmeği, Amazon kızları dans grubu, Amazon Bebekleri, Amazon peyzaj, Amazon Köyü, Amazon Festivali, Amazon Köfte, Amazon Pide, Amazon Bar, Amazon Eğlence Merkezi, Amazon center, Amazon Balo Salonu, Amazon Ulusoy Kompleksi, Amazon Diyarı Terme, Amazon Parkı, Amazon heykeli, Amazon kadınları (zâten erkekleri yoktur), Amazon kanalı, Amazon şehri Samsun, Amazon kenti, Amazon sokağı, Amazon dansçıları, Amazon rölyefleri, Amazon Adası, Amazon Elektrik ve Aydınlatma, Amazon Sürücü Kursu, Amazon Figürleri, Amazon büfe…
(…) Selçuklular’dan ismini alan Samsun’daki “Amisos”lar da hayreti mûcibdir:
“Amisos Hazineleri, Amisos Salonu, Amisos Meyva Suları, Amisos Hotel, Amisos Dondurması, Amisos Kartvizitleri, Amisos İmsakiyeleri, Amisos Kafe, Amisos Fenerleri, Amisos Cafeterya, Amisos Restaurant, Amisos Card, Amisos Kuaför, Amisos Tepeleri, Amisos Cumhuriyeti, Hotel Amisos, Amisos Mezarları, Amisos Rand a Car, Amisos Tiyatrosu, Amisos İnşaat, Amisos Buz Pisti, Amisos Evden Eve İlden İle Nakliyat, Yıldırım Amisos İnşaat, Amisos Tepe Evleri, Amisos Mimarlık Emlâk, Amisos Sitesi, Amisos 55 Gençlik Engelliler Spor Kulübü, Amisos Haber...” (2)
Kaldı ki; beşyüz yıllık Osmanlı Türk eseri olan meşhur Samsun Taşhan’a ‘asansör’ (3) bile yapılmıştır.
Bunca mücâdeler verilerek kazanılmış bir vatan coğrafyası, kendi elimizle böylesine kültürel bir tahribata uğrarsa, çok ciddi olarak düşünmemiz lâzımdır.
Cumhuriyetin ilânının yüzüncü yılını kutlamaya hazırlanırken yapılan bu tahribat ve bozulmaları gözönüne almayanlar, gelecek nesillere hangi Samsun’u teslim edeceklerini iyi düşünmek zorundadırlar.
Öyleyse; Millî Mücâdele’nin önderi ve Cumhuriyet’in kurucusunun çizdiği bu hazin tablo karşısında, iyiden iyiye bir ‘nefs muhasebesi’ yapılmasının gerekli olduğunu düşünmekteyim. Çünkü; Millî Mücâdele’de, bir millet, bu değerleri korumak için, topyekûn ayağa kalkmış, gaazi olmuş, şehitler vermişti.
Bu durumu, o günleri, Samsun’da bizzat yaşamış olan Hasan Umur*’dan, birer ibret ve dehşet hâtırası olarak dinleyelim:
“Samsun’un Gümrük caddesinde kiraladığım dükkânda ticaret işlerine başladığım zaman, 1334 (1918)yılının sonlarıydı. Millî Mücadele henüz başlamamıştı. İngiliz askerleri Samsun caddelerinde neşeli, neşeli dolaşmakta, halk ise, endişe ve üzüntü içerisinde idi.
Asırlardan beri mukadderatlarını bizimle birleştirdiklerini sandığımız Müslüman olmıyan unsurlar sevinç içinde, bu hallerini açıkça hissettirmekten de çekinmiyorlardı.
İstikbal karanlık bir meçhuliyetle örtülü ve her geçen gün endişemizi biraz daha artırmaktaydı. Arasıra teselli verecek bir haber geliyorsa da, onun da serap olduğu anlaşılınca yeis bulutları bir derece daha kararıyordu.
Durum bu merkezde iken ahvalin hakikî ruhuna vâkıf olan vatandaşlar endişeli olmakla beraber, damarlarında dolaşan şehametli Türk kanı kaynıyor, kalplerinde cesaret, gözlerinde ümit parıltılariyle yurdu korumak ve kurtarmak çarelerini aramaktan geri kalmıyorlardı. Durumun nazikliğini olduğu gibi kavrıyamıyan, ikinci bir zümre vatandaşlar ise, milletin taliinin meçhul bir karanlığa gömülmekte olduğunu anlıyor, lâkin kurtuluş çarelerini aramak kudretini gösteremiyorlardı. Ekseriyeti teşkil eden halkın bu zümresini uyandırmak, ümit ve cesaret şulesini bunların dimağlarına aksettirmek, vaziyetin vahametini idrak eden şuurlu vatandaşlara düşen en büyük vazife idi. Bu, çok mühimdi, çünkü, her hangi bir millet ferdinin kalbinde, yaşamak için gereken ümit ve cesaret hazinesi boşalmış ise, o millet için beşer dünyasında, tarih sahifelerinden başka bir şey aramak mânasız olur.
Ahval bu merkezde iken kendime göre küçük bir vazife seçmeyi düşünürken tesadüf bunu tayin etti.
1335 senesi ramazan ayının altıncı günü, Hançerli camiinde ikindi namazını kılacağımız zaman dostum ve hemşehrim Abdülkerim oğlu Halil Efendi, namazdan sonra camide vâz etmekliğim ricasında bulundu. Her ne kadar gönül bu sevdadan uzaklaşmış, ticaret sahasına atılmış idiyse de, dostumun ricasını reddedemedim. Bu camide, sözlerimin dinleyenler üzerinde iyi tesir bıraktığını anladım. Ertesi gün, cemaatin çoğalması beni teşvik etti. Vâza devam ettim. Üç dört gün sonra (cemmi gafir) büyük bir cemaatin etrafımı sardığını gördüm ve anladım ki benim gibi bir âcizin, şu nâzik zamanda yapabileceği vatanî hizmet, ancak bu yolda olabiliyor.” (4)
Görülüyor ki; Mustafa Kemal Paşa’nın umumî bir çerçeveyle NUTUK’ta anlattıklarıyla, Samsun’da, birebir yaşananlar arasında hiçbir fark yoktur. Şüphesiz ki, bu; bütün Anadolu sathında da böyleydi.
Bugün; Batı diye vasıflandırdığımız Avrupa(lı) ve tabiî ki, diğer gayrı müslim ve gayri Türk kavim ve devletler, gizli veya aleni bütün faaliyetlerini, Türk’ü silmek ve Türk yurtlarını işgal etmek emelindeydiler. Hâlen de öyledirler. Bunların karşısında en küçük bir gaflet bile bizim için olmazların başıdır.
Zîra, Batı veya Batı zihniyetliler, ne yazık ki, biz, bu gaflet içinde bulunurken, kaybettiği ‘aklı’, Rönesans’la buldu ve onu, kullanmasını bildi.
Dışını, moderniteyle süsleyip, onu, bir de hıristiyanlıkla cilâladı ve –şu veya bu şekilde-tek cephe olmayı başardı.
Teknolojiyi becerdi ve sattı. Zengin oldu. Kendini hep yüksekte gördü. Çünkü, etrafında fırdö-nenler alçakta bulunmayı tercih etti. Onların sözü dinlendi ve onların ‘efendi’ pozuna girmeleri sağlandı. Meydanlarda, onlara karşı ahkâm kesenler; onların her dediklerini yapmalarına rağmen, onlara yaranamadılar ve kendi vatandaşlarına da ‘yalan’ konuştular.
Hâliyle; Millî Mücâdele’nin ve Cumhuriyet’in hangi şartlarda elde edildiğinin hâlâ şuurunda olamadılar.
Türk Milleti, büyük bir millettir. Dünyada, Avrupalı devletlerin toplam sayısından çok, ‘Türk Devleti’ bulunmaktadır. İllâ ki, o gün olduğu gibi, zaman içinde de Türklük, hepsinin fevkinde bir mevki kazanacaktır.
Pâyitaht/başşehir İstanbul, birçok Anadolu şehri gibi, bunların elindeydi. Bu güzel vatan, İngilizler’in, F(ı)ransızlar’ın, İtalyanlar’ın veya Pontusçu çetelerin işgali altındaydı ve Türk halkı her tarafta muzdaripti.
Hasan Umur Hoca’nın da ifade ettiği gibi, “Asırlardanberi mukadderatlarını bizimle birleştirdiklerini sandığımız Müslüman olmıyan unsurlar sevinç içinde, bu hallerini açıkça hissettirmekten de çekinmeyen” hâinlerdi.
Vatan sathının her zerresinde büyük mücâdeleler veriliyordu. Üste-başta yoktu. Silâh, mühimmat ve insan gücü, bilhassa, Sarıkamış, Balkan ve Çanakkale’den beri tükenme safhasına gelmişti.
İşte bu şartlar altında; “Mustafa Kemal Paşa (henüz, Atatürk soyadını almamıştı), savaş devam ederken, 16-21 Temmuz 1921 târihleri arasında, Ankara’da, Maarif Kongresi’ni toplamıştır. Düşününüz, Millî Mücâdele devam etmektedir. Sakarya Savaşı (23 Ağustos 1921-13 Eylül 1921) öncesidir ve savaş hazırlıkları yapılmaktadır.
23 Nisan 1920’de TBMM açılmış ve hemen ardından, 6 Mayıs 1920’de Maarif Bakanlığı kurulmuş ve 25 Kasım 1920’de de, öğretmen ve öğrencilerin askerlik yükümlülükleri TBMM tarafından tehir edilmiştir.” (5)
“23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla Türkiye halkı kendi bağımsız hükûmetine kavuştu. Mondros Ateşkes Antlaşması’yla başlayan, İzmir’in işgal edilmesiyle hızlanan kıpırdanma ve karşı koymaların iç politikada nihai amacı millî isteklere uygun bir hükümeti işbaşına getirmekti, İtilâf Devletleri’nin denetimi altındaki İstanbul’da böyle bir hükümetin yaşaması zordu.
(…) 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmesiyle böyle bir hükümetin İstanbul’da barındırılmayacağı bütün millet tarafından anlaşılmış ve Ankara’da millî bir meclis açılması için hızlı bir çalışma yürütülmüştü.
İşte bu hükümettir ki, kuruluşunun ilk 6-7 ayı içinde millî marşa ihtiyaç duymuştur.
(…) Meclis hükümeti, yeni bir ordu kurarken, bu orduyu ayakta tutacak moral güçleri de hazırlamak zorundadır. “Ankara’da Hakimiyeti Milliye, Sivas’ta İradei Milliye, Erzurum’da Albayrak, Kastamonu’da Açıksöz, Trabzon’da İstikbal, işgaline kadar Balıkesir’de yayımlanan İzmir’e Doğru, gene Yunan işgaline kadar Edirne’de, daha sonra Bulgaristan’da yayımlanan Ahali, Konya’da Öğüt, ağustostan sonra Ankara’da yayınına devam eden Anadolu’da Yenigün, Eskişehir’de Seyyarei Yeni Dünya ve diğer bazı yerel gazeteler düşmanın bir gün altedileceği ile ilgili yayınlar yapmakta, halkı direnmeye, birlik olmaya çağırmakta askerlere cesaret aşılamaya uğraşmaktadır.
(…) İstiklâl Marşı da böyle moral güçlerinden biri olarak düşünülmüş ve ordu tarafından ele alınmıştır. Mahmut Goloğlu’na göre, millî marş konusunu Mustafa Kemal ele aldırmıştır. (6)
“Hasan Umur, hem bir din adamı, hem bir tüccar, hem vatansever bir Türk milliyetçisi ve hem de büyük bir “Millî Mücâdele” kahramanıdır.
Samsun’da, Hançerli Câmisi’nde verdiği vaazlarla, “Millî Mücâdele”ye katkı sağlayanların önde gelenlerindendir. Kaldı ki, yine, Samsun’da, Millî Mücâdele döneminde, hangi millî kuruluş var ise, ya onun kurucusu olmuş, ya idâre heyetinde bulunmuş yahut da o cemiyetin/derneğin reisi olmuş bir din adamıdır.”( 7)
Hasan Umur, “Samsunda On Beş” sene adlı kitabında şu önemli bilgileri de bizlere sunmaktadır:
“İngiliz askerlerinin Samsunda dolaştıkları bir sırada, Sivas kongresine Samsunu temsilen murahhas göndermek biraz mahzurlu görülüyorsa da, merhum Şükrü Beyin** tensibiyle Boşnak zade Süleyman Beyin*** gönderilmesi kararlaştırıldı. Yol masrafı için arkadaşların yardımına başvuruldu. (Merhum hemşerim Velizade Mustafa Bey, hamiyet gösterenler arasında başta gelmekteydi).
Süleyman Bey, kongrenin faaliyetlerini muammalı kelimelerle mektuplarında anlatmaya çalışıyordu. Bir mektubunda “Güneşin şiddetli hararetine bakılırsa, yumurtalar civciv çıkaracaktır.” sözleriyle durumun ümit verici olduğunu anlatıyordu.
Sonradan Sivas kongresinin kararlarında arslanlar doğduğunu yalnız Türkler değil bütün dünya görmüştür. Kongrenin toplandığı 4 Eylül 1335 (1919) tarihinden tam bir ay sonra İngiliz askerleri Samsundan çekilmişlerdir. Bu suretle daha serbest bir surette çalışmak imkânı elde edilmiş ve, artık vatandaşlar bir kelime etrafında toplanıyor: Kurtuluş!
Kurtuluş savaşının esasını Müdafaai Hukuk Cemiyetlerinin teşkil ettiği malûmdur. Samsunda merhum Şükrü Beyin himmet ve rehberliğiyle Müdafaai Hukuk Cemiyeti de kuruldu ve faaliyete geçti. Talih, beni de cemiyetin idare heyetinde bulundurdu.” (8)
Cumhuriyet’e giden yoldaki bâdireli mâceralar elbette ki bu kadar değildir. Öyle hâdiseler yaşanmıştır ki, belki de birçoğu zamanla ortaya çıkacak/çıkarılacaktır.
Doğudan batıya, Güneyde kuzeye, Türk Milleti, aynı yüksek millî şuûrla bu mücâdeleye katılmış ve haklı olarak da Cumhuriyet idâresine kavuşmanın gururunu yaşamıştır.
Samsun şehri de, aynı yüksek millî hislerle, Millî Mücâdele’nin önderini ve Cumhuriyet’in kurucusunu misafir etmekle haklı bir gurura sahip bir şehirdir. Bu sebeple, O’na lâyık olabilecek bir şekilde çalışmalıdır.
Samsun’u ikinci defa ziyâret eden, Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Paşa’nın şu sözleri, ayrıca, Samsun için bir iftihar vesîlesidir:
“Ben, Samsun’u ve Samsun halkını gördüğüm zaman, memlekete ve millete ait bütün tasavvurlarımın, kararlarımın her hâlde yerine gelebilir olduğuna bir defa daha kuvvetle inanmıştım. Samsunluların hâl ve durumlarında gördüğüm, gözlerinden okuduğum vatanseverlik, fedakârlık, ümit ve tasavvurlarının müspet inanca götürmeye yeterli olmuştur…” (9)
Cumhurreisi olarak, cumhuriyetin ilânının onuncu yılını doldurduğu gün yaptığı konuşmada Atatürk, Cumhuriyet’in maksat, hedefini ve bu zaman içinde aldığı mesafeyi şöyle anlatır:
“Türk Milleti;
Bugün, Cumhuriyetimizin, 10 uncu yılını doldurduğu, en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım;
Az zamanda, çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. “(10)
Demek ki; “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü’dür.
Bunu idrâk edip; Cumhuriyetimizin ilânının 100 üncü yılında, geleceğe dâir tasavvurlarımızı çok iyi hesap etmeli, çalışmalı ve uygulamaya koymalıyız!..
KAYNAKLAR
Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: 1, 1919-1920, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1972, Sf. 1-3
M. Halistin Kukul, Türk Dili’nin ve Türk Kültürü’nün Kimyâsı’na Dâir, Erciyes Dergisi, Ekim 2012, Sf. 6-17
M. Halistin Kukul, Samsun’da Kültür San’at, wwwkapsamhaber.com-21 Ocak 2022
Hasan Umur, Samsunda On Beş sene, Güven Basımevi, İstanbul 1947, Sf. 5-6
M. Halistin Kukul, Milliî Eğitimde Reform, wwwkapsamhaber.com-01 Kasım 2020
Zeki Sarıhan, Vatan Türküsü, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000, Sf. 9-11
M. Halistin Kukul, Hasan Umur’un Kaleminden Kurtuluş, wwwkapsamhaber.com-13 Kasım 2019
Hasan Umur, Samsunda On Beş Sene, Güven Basımevi, İstanbul 1947, Sf. 42-43
Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Paşa, Hâkimiyet-i Milliye, 23 Eylül 1924
Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi, Kutu:75-4, Dosya: 82, Fihrist:12/2-5
*HASAN UMUR: 02 Mayıs 1296/1880 tarihinde T(ı)rabzon’nun Of kazasına bağlı Hayrat beldesinin Yarlı köyünde doğdu. İlk bilgilerini babasından aldı ve öğrenimini ise, Of’un değişik medreselerinde yaptı. 1906’da Of’taki medrese eğitimini tamamladı.
Bilâhare, İstanbul Bayezid Medresesi hocalarından Bergamalı Ahmed Cevdet Efendi’den icâzet aldı. Sonra, T(ı)rabzon’a döndü ve birçok medresede hocalık, buna ilâveten ilköğretim müfettişliği yaptı.
T(ı)rabzon’un, Birinci Dünya Harbi sırasında Ruslar tarafından işgali üzerine, Samsun’un Bafra ilçesine hicret etti. Ticâretle meşgul oldu.
Askerlikten muaf olmasına rağmen, görev isteğinde bulunarak Edirne cephesinde askerî görev üstlendi. Ruslar’ın, 1918’de T(ı)rabzon’dan çekilmesi üzerine köyüne döndü. İstiklâl Harbi’nin başlaması üzerine tekrar Samsun’a gelen Hasan Umur, Millî Mücâdele gönüllüsü arkadaşlarıyla birlikte, başta Samsun Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti olmak üzere, Samsun Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Reisliği, Tayyare Cemiyeti İkinci Reisliği, Türk Ocağı gibi birçok cemiyetin kurucusu oldu.
Vaâzlarıyla, Samsun Hançerli Câmisi’nde Millî Mücâdele lehine halkı irşâd etti.
10 Ocak 1934-25 Ekim 1934 tarihleri arasında, 288 gün, Samsun Belediye başkanlığında bulundu.
1965 yılında hacca gitti. 10 Ağustos 1977’de, 97 yaşında İstanbul’da vefât etti. Kabri, Zincirlikuyu Mezarlığı’ndadır. “
** ŞÜKRÜ BEY: Ticâret Odası Başkâtibi. Samsun Müdafaai Hukuk Cemiyeti, onun rehberliğinde kuruldu. Samsun Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Âzası.
***BOŞNAKZÂDE SÜLEYMAN BEY: Samsun Müdafaai Hukuk Cemiyeti Reisi.
EDEBİCE DERGİSİ, SAYI:36, GÜZ/ 2023