Işıkla karanlığın; karanlıkla ışığın buluştuğu zamanlar, insanın en hassas olduğu zamanlardır.
Birinciye, akşamleyin; ikinciye, sabahleyin, deriz!..
Günbatımı’yla gündoğumu’nun arası, sanılmasın ki, ışıklı/aydınlık/güneşli olan zamandan daha faydasız ve lüzûmsuzdur.
Aydın-lık ve karan-lık, birbirilerinin zıddı mıdır ki, böyle bir ayrıma giriliyor?
Düşündükçe; kâinatın hep zıtlar dengesi üzerine kurulu olduğunu görürüz.
Kim ne derse desin, zıtlık bir âhenktir ve biri olmadan diğeri olmaz!
Ne çirkin olmadan güzelin kıymeti anlaşılır; ne de kepazelik, yanlışlık olmadan hak-hukuk-adâletin ve ne de haset-kin-nefret kötülük olmadan iyiliğin kıymeti bilinir!..
Gündüz geceye; gece gündüze muhtaçtır.
Yokuşun inişi, düzlüğün bayırı vardır!..
Kaatiller, câniler, gaddarlar, zebânîler…içimizde dolanıp dururlar da, belki de, mûnisler, mazlumlar, âşıklar, merhametliler, vicdân ve insaf sahipleri yüzüsuyu hürmetine yine de bu cemiyet ayakta durur!..
Bebeklikten, nûr yüzlü nineliği ve aksakallı dedeliğe adım adım yürürken, hiç kimse, zaman merdivenlerinin farkında bile değildir!..
Söyler, güler, konuşur, susar, bağırır, haykırır, ağlar geçeriz de, ‘zaman geçmiyor’un gafletiyle, düşüncesizlik girdabında boğulur gideriz!..
Dil; beynin de, kalbin de ‘sözcüsü’dür!
Dil yâni lisân olmayınca; beyin de, kalp de, bağlanır, ketum kalır, çırpınır, olduğu yere yıkılır!..
Türkçe’yi rahat bıraksalar, o, neyi nasıl anlatacağını çok iyi bilir!
Fakat..
Aydın-lık’ta, ‘aydın’ın ne olduğunu biliyoruz; karanlık ise, “ (Eski Türk. Karangğu>karanu+luk>karanlık>kara) Işıklı olmama durumu. Karşıtı: AYDINLIK” (Bknz. Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlham Ayverdi, Kubbealtı Lugatı, İstanbul 2011, Sf. 627)
Diye târif ediliyor. Peki, “karan” nedir ki, karan-lık diyoruz?
Doğrusunu söylemem gerekirse, bu kelimeyi hâlâ çözebilmiş değilim!.. Yâni; ‘karan-lık’ın ‘karan’ını bir türlü çözemedim. Yoksa, kara-lık’tan mı geliyor, bilemem!.. Bir (n) kaynaştırma harfi olamaz mı? Niçin olmasın!..
Yûnus Emre, ne de güzel ifade ediyor bunu:
“Dilsüzler haberini kulaksuz dinleyesi
Dilsüz kulaksuz sözin can gerek anlayası”
‘O hâlde, Türkçe’yi rahat bırakalım da, kendi diriliğini göstersin!..’desem de, onu rahatlatmak için elimden geleni yapacağım!..
Türkçe’yi, ötesinden berisinden tırmalamayınca, mecrâsında akan pırıl pırıl bir su gibi, süzülüp gidiyor!
Onunla yepyeni düşünceler rehberleşiyor; selim akılla, en verimli çağlarını yaşıyor.
Sözü, ışıktan/aydınlıktan-karanlıktan açtık!..
Yine dayanamayıp tekrar soruyorum:
Meselâ; ap-aydın-lık, tamam da...kap-karan-lık, ne oluyor?
Apaydın, çok ışıklı ise, ve çok işe yarıyorsa; kapkara(n)-lık, zifiri kara(n)-lık ne işe yarayabilir?
Tıpçılar diyor ki, mümkün olduğunca, “kapkaranlık” mekânlarda uyuyunuz!..
Kanaatim odur ki; bu tavsiye, apaydınlık’ta uyuyanlar için geçerli değildir!..
Görüyorsunuz ki, Türkçe’yi rahat bırakmıyorum!..
Düşündükçe, başıma dert alıyorum!..