Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Dünyayı isteyen ilme sarılsın, âhireti isteyen ilme sarılsın, dünya ve âhireti isteyen ilme sarılsın”.
Biliyoruz ki, ilim de, san’at da çeşit çeşittir ve herbirindeki usûl ve telâkkiler farklıdır.
Şu var ki, ikisi de, analizci/çözümlemeci ve sentezci/birleştirmeci olmak zorundadır.
İkisi de akılcıdır ve ikisi de tecrübeye dayanır.
Yânî; herbirine mahsus bir muhakeme, muhasebe ve muntazam işleyen bir akıl’ , ‘zekâ’ ve ‘işleniş’ şartı gereklidir.
Estetik zekâ ve poetik becerisi olmayan birinin, şiirden, mûsıkîden, mîmârîden veya resimden bahsetmesi abes olur.
Matematik zekâsı, bir başka kaabiliyetle dünyaya açılmayı sağlar.
Geometri; kâinatın bütün düzeninde mevcuttur.
İşin esasında, kâinat; bir rakamlar ve harfler düzenidir!..
Medeniyetin gelişmesi, ilmin faziletli berrak ışığı ve güzel san’atların cezbedici hazzıyla mümkündür.
Tabiî ki, bu, medeniyetten ne anladığınıza veya anladığımıza da bağlıdır.
Medeniyeti, şayet binalaşmak, giyim-kuşamda dekolte veya şalvar/çarşaf, şapka, kalpak veya fes olarak görüyor ve telâkki ediyorsanız, bu da, kendi içinde bir anlayış/idrâk olarak, kendi kabulüdür.
Medeniyeti, maddî ve mânevî unsurların müşterek hizmet, fayda, zevk ve huzur bahsi olarak düşünürseniz, bu da başka bir idraktir.
İlme sarılmanın, ve hattâ san’atta ilmi esas almanın önemi de buradadır.
Çağ, sür’atle, birbirinden irtibatlanma çağıdır. Mevcut haberleşme ve iletim vasıtaları, bunu kolaylaştırmakta, iyiyle kötüyü, güzelle çirkini karmakarışık olarak sunmaktadır.
Neyin iyi, neyin güzel veya çirkin olduğunu anlayana kadar, her şey olup bitmektedir.
Medenîleşmenin şehirleşme olduğu sık sık söylenir. Hâlbuki, dünyadaki şehirleşme ve hele de Türkiye’deki, korkunç bir azap hâlini almıştır/almaktadır.
Ben, buna, câhil(lik) modernitesi, diyorum!..
Beş yüz senelik târihî esere ‘asansör’ yapmak da böyledir!
Ziraat arazileri bile talan edilip betonlaştırılmaya başlandığı yerde, medenîleşmenin şehirleşme olduğunu düşünmek, abestir.
Demek ki, cehâlet de, -kendi cephesinden- bir düşünme şeklidir!..Hazîn bir hâl, değil mi?!
Sosyal yapıdaki ‘kimyâ’ bozulmuş ise, oradaki âhengin sağlanması polemiklerle çözülemez, işler hâle getirilemez, yürütülemez!..
Saf ve temiz tabiatın, tabiî ki, suyun, havanın ve toprağın kirletilmesi, -kendilerine ne kadar medenî süsü verilip takılıp takıştırılsa da- bunu, bu hâle getirenlerin medeniyetsizliğindir.
Bundan da şunu çıkarabilirim ki, medeniyetsizlik, aynı zamanda ‘ilim körlüğü’dür!..
Peki, medenî olmak ahlâklı olmak mıdır ki, böyle diyorum?
Tereddütsüz söylüyorum ki, evet!..
İlimli olmak, ahlâklı olmayı mı gerektirir?
Muhakkaktır ki, hakîkî mânada bir âlim, aynı zamanda, ahlâklıdır/ahlâklı olmalıdır…Bunu, günümüzün ahlâk telâkkileriyle ele almak ise, oldukça zordur.
Çünkü ilim, tecrübî’dir ammâ kaypak değildir!..
Çünki; beşerî ahlâk ile, medenî ahlâk arasında uçurum vardır.
Beşerî ahlâk, bir cemiyetin müşterek kabul değerlerinin ortalamasıdır ki, onda, her türlü ‘ulvî ve suflî unsur’ bulunabilir.
Her türlü unsura, sözde ve tavırda, her türlü müstehcenlik, kabalık ve galiz ifade de dâhildir.
Değişik örflerdeki bu zayıf halkalı unsurların, medenî ahlâk ve medenî vicdan ile çatışması, millî kültürler arası ‘ayrışmada’, kendi hânelerinin teşekkülü demektir ki, millî vasıflar bunda müessirdir.
Medeniyet-kültür yakınlaşması, muhakkaktır ki, millî karakterlerin ana temeli veya omurgasıdır.
Bizimki ise, Türk’e âitlik’tir!..Düşünce tarzımız, bu ‘istikamet üzerinde’ olmalıdır!..