Hep düşünmüşümdür: Milâddan önceden başlamak üzere, bunca mahrumiyete ve imkânsızlığa rağmen, bunca yazı nasıl yazılabilmiştir?
Daha önce de söyledim; taşa yazı yazmış veya kazımış ve böylece, tarihe not düşmüş bir milletiz.
Kalemle yazmanın ve bilâhare de, daktilonun zorluğundan bahsedip, bilgisayarın kolaylığından bile şikâyet eden günümüz insanı olarak, daha ne istiyoruz!..
Binli yıllarda, Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet’i; Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig’i; İmam-ı Gazalî, İhyâü Ulûmi’d-Dîn’i veya daha sonraları, Mevlâna onca eseri, Yûnus Emre Dîvânı’nı, bu kadar imkânsızlıklarda nasıl yazmışlardır?
Bugün, onların, bu zor şartlar altında yazdıklarını okumanın nice külfetli bir mes’ele olduğunu söyleyenlerin, ilimden, fenden, siyasetten, san’attan bahsetmesi, bence çok abestir!..
Resmî vazifeliyken, yanıbaşımda/çevremde, benim gibi çok kişi vardı. Yaşlı, genç, emsal, herbirinden bir fikir alıyor, onların herbiriyle istişârede, münâzarada bulunabiliyor, şöyle veya böyle bir karara ulaşabiliyordum.
Geçmiş zaman yazarlarının bu hâlini düşünürken, bu çağda, evinde, tek başına çalışan bir insan ne yapar, işlerini nasıl yürütür, kimle istişâre edip fikir alışverişinde bulunabilir, diye de kendi hâlimi beyan etmekten de geri durmak istemezdim/istemiyorum!..
Fikir teatisinde bulunmak, istişâre etmek hattâ tenkide mâruz kalmak çok hârika bir nimettir.
Eskiler, bunu, sohbet meclislerinde yaparlardı ammâ nasıl yaparlardı, hangi çilelere katlanırlardı, düşününüz!
O hâlde; kendime bir meclis mi aramalıyım, bilmiyorum!..Fakat..
Peygamber Efendimiz’in istişâre hakkında pek çok sözü mevcuttur. Meselâ: “İstişâre, pişmanlığa karşı kaledir” buyurur. Kaldı ki, yüce ve mukaddes kitabımınız Kur’ân-ı Kerîm’de de bu hususta birçok âyet vardır.
O hâlde; her ne iş yaparsan yap, istişâreyle yol ara, yol arala ve çareye öyle ulaş!
Mevlâna’nın, “Aklın varsa, bir başka akılla dost ol, görüş, danış” demesi de elbette ki, bundandır.
Peki, ben; evimde, yazacağım, konusu çeşit çeşit makalenin veya şiirin nesini, hanımıma, kızıma-oğluma-torunuma hattâ komşuma, akrabama tanışabilirim ki?
Hangisinin, hangi mevzuda, istişâreye münasip ve müsâit fikri, zamanı veya hevesi vardır!..
Kısacası; yoktur!..Kimsenin de olması mümkün değildir!..
İşte, burada, teknolojiden faydalanmak devreye giriyor!..Her oturuşta; beş yüz veya bin sene evvelin yazı âletlerini düşünerek harekete geçmem gerekiyor..
Kurşun kalemden, tükenmeze, dolma kalemin onca türlüsünü hayâl ederek, bilgisayarın yaygınağ’ında/internet’inde (Ara bilgi: İnternet kelimesi yerine, birkaç sene önce, birleşik yazılmak şartıyla ‘yaygınağ’ kelimesini teklif ettim. Bilinmesinde fayda vardır. M.H.K.) çâreyi arıyor ve bulmaya çalışıyorum!..
Bulmaya çalışıyorum, değil; buluyorum!..
Bu hâl; ‘düşünen ve arayan insan’ için, ne büyük bir nimettir!..
Bugün, yaygınağ, elbette, anlayanlar için, en büyük istişâre vasıtasıdır. Şâyet, bu sahada bir muhatabın yoksa, mutlaka, bilgisayardaki bu sevgili dosta müracaat etmelisin!..
Peygamber Efendimiz’in sözünü ettikleri, “pişmanlığa karşı kale”, elimizin altında duruyor!..
”Başka bir akıl”, yanıbaşımızda duruyor da habersiz gibiyiz!..
Diyeceğim şu ki; sabahın gün ışımasıyla, yaygınağa giriyor, “pişmanlığıma kale” olacak “Başka akıllar” ile “dost” ve danış” olmaya çalışıyorum..
Lütfen deneyin!..İhmâl etmeyin!..Siz, ilim heveslileri, san’at âşıkları, lütfen, yaygınağdan istifadeyi kat’iyyen bırakmayın!..Yaygınağın elinden tutun ki, ilim ve san’at da, sizinle hasbihâl etsin ve yeri geldiğinde de, sizinle yücelsin!
Ne kahvehâne köşelerinde böyle “kale” bulabilirsiniz ve ne de parklarda bahçelerde böyle “dost” ve “danış”!..
Peki; ne mi yapıyorum?
İşte, en önemli soru, budur!
Bir defa, fikrime uysun veya uymasın, gazetelerde, önemli bulduğum yazarların yazılarını okuyorum. Umûmî bakımdan bilgi temini için, yine aynı anlayışla, gazetelerin haberlerine göz atıyor, ‘kanaat’ hâsıl ediyorum.
Benim mutâbıkım olsun, muârızım olsun, herbiri, bana, mutlaka, bir fikir veriyor. Şöyle veya böyle, “kale” oluyor, “dost” oluyor”, “danış” oluyorlar!..
Düşününüz ki, bu, en fazla, bir saatimi alıyor!..
Ve yine, düşününüz ki, bu koskocaman yirmi dört saatlik sürenin bir saatlik diliminde, ben, dünyayı dolaşıp, istişâre yapabiliyorsam, niçin ‘boş’ durayım!..
Böylece; kendimi tâzele(n)miş, günün ‘istişâresi’ni tamamlamış ve güne başlamaya hazır hissediyorum!...
Düşünen biri için, bir saat bile çok önemli ve değerlidir…Düşünmeyene, bir ömür bile hiç’tir!..