Zaman zaman, bilhassa okumuşlar meclislerindeki sohbetlerde; ya , bu kelime, tâbir, atasözü veya cümle, her neyse, o, ‘galat’tır, yâhut da bu, ‘galat-ı meşhûr’dur sözleri sıksık geçer.
Sözlüklerimizde, sâdece bâzı târifler buluruz da, işin aslını-faslını-neslini, ‘bize’, dörtbaşı mâmûr bir şekilde îzah etmezler…
‘Bize’ dediğim hepimize, okula başladığımızdan itibaren, güzel, lâtif ve hâkim bir dil ile, bunlar anlatılmaz, öğretilmez de, insanlarımız, altmışına-yetmişine- seksenine geldikleri zamanlarda hâlâ bunlarla meşgul edilir.
Bir evlâdın, babasının değil, bir torunun ; dedesinin, yanlış olduğunu bile bile, bir kelimeyi söylediğini fakat onu, hâlâ değiştirmek lüzûmunu hissetmediğini bilmesi , cehâletten de öte, ne kadar çirkin bir hâldir!..
‘Kelli felli’yi duymayanımız yoktur!..Dilimizde sıfat olarak kullanılan ve Farsça, “kerr ü fer/güç ve kuvvet”ten, Türkçe hançeresine göre, doğrusu “kerliferli” olan ve ‘ ağırbaşlı, gösterişli, vakur’ mânalarına gelen bu tâbir, hâlâ “kelli felli” diye yazılıp söylenmektedir.
Arkadaş, bu tâbir, hâlâ bütün okul kitaplarında yanlış olarak yazılmıyor mu? Yazılıyorsa, niçin doğrusu değil de, hâlâ yanlışı yazılıp, ondan sonra , “Bakın, ey vatandaş, buna, galat-ı meşhûr” derler diye açıklamaya başlanılır?
Var mı böyle bir dil anlayışı?
Bu hâl, ‘yanlışı meşrûlaştırıp’, ondan sonra da, bu yanlış’tır demek değil midir?
Düşünüyorum da, bu tarz ifadelere, hem GALAT-I MEŞHÛR ve hem de ‘MEŞRÛLAŞTIRILMIŞ GALATLAR’dır’ diyorum!..
Mühim bir bilgi arzedeyim:
“Arapça’da masdar olarak “yanılmak” mânasına gelen galat kelimesine (çoğulu galatât, karşıtı fasîh) Türkçe sözlüklerde “yanlış, yanlışlık, yanılma, yanılgı, dil bilgisi kurallarına uymayan kelime veya ibare, dil yanlışı” gibi anlamlar verilmiştir. Yanlış olduğu halde herkesçe benimsenip kullanılan kelimelere galat-ı meşhûr, hiçbir şekilde kullanımı uygun görülmeyen kelimelere de galat-ı fâhiş denir.” (Mustafa S. Kaçalin, islamansiklopedisi.org.tr/galat-dil)
İşin özü/esâsı: “Yanlış olduğu halde herkesçe benimsenip kullanılan kelimeler..” ifadesidir.
Peki; “Sü -yâni asker - uyur, düşman uyumaz” sözüne, hâlâ, içtiğimiz “su” mânasındakini kullanmayı mârifet mi sayıyoruz?
“Ateş olsa cürmü kadar yer yakar” tâbirinde, “cürm/cürüm”, “kabahat, suç” demektir. Hâlbuki, ‘cirmi kadar’ yâni hacmi / cüssesi kadar yer yakar olacaksa, niçin bunu zamanında söyleyip düzeltmeyiz?.
Meselâ; “Elinin körü” değil, “Ölünün kûru/mezarı” denmesi gerektiğini niçin hâlâ tartışırız?.
Elbette ki, sâdece bunlar değil!..Bir de, yüzlerce senedir kullanılan kelimelerimizin yerine ya başka dillerden yanlış tercümelerle veya hatalı kelimeler uydurarak yeni “galat-ı meşhûr”lar icat edildi.
Meselâ, “Sütyen/sutyen “ bunlardan biridir. F(ı)ransızca “soutien-gorge” yâni “göğüs desteği. Kadınların göğüslerini/memelerini dik tutmaya yarayan iç çamaşırı olan birleşik isim!...
Meselâ; “Yüznumara, birl. İs. (Kapısının üzerine çift sıfır yazıldığı için bu adı almış olmalıdır.) yeni. Ayakyolu, helâ, abesthâne.” ( Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, İstanbul 2011, Sf. 1373)
Son iki kelime hakkında seneler önce de yazdım. Misalli Büyük Türkçe Sözlük’teki açıklama maalesef, yeterli değildir!..
Îzah edeyim:
F(ı)ransızca’da, (san) diye okunan üç kelime, tâbir veya ifade vardır: 1. Cent (yüz); 2. Sans (..sız); 3. ..s’en….” demektir.
İkinci yâni (..sız) mânasındaki (san), bir ismin önüne gelirse olumsuzluk ifade eder ve (sans numero)da olduğu gibi, Türkçe’de (numarasız) demek olur. Demek ki, “kapının üzerinde çift sıfır yazıl”masının sebebi budur. Açıklamada, (… olmalıdır) deniliyor ve tahminle dil anlayışı yürütülmeye çalışılıyor!..Doğrusu: Numarasız’dır!..
Düşündükçe, bunca zamandır, bâzı şeyleri niçin düşünmediğimin idrakine varıyorum!..Hoş!..varsam da, yazmak başka bir şey!..
Şunu söyleyeyim ki; beş ilkokul, üç ortaokul, dört lise (bir yılı tarih dersinden kayıp), iki yıl Kara Harp Okulu ve dört yıl da üniversite olmak üzere tam onsekiz yıl talebelik yaptım.
Hep, düşünmeye çalıştım. Hatta, lisede yazdığım iki şiirimi Harbiye öğrencisiyken yayınladım.
Şiir; düşünmenin, zirvesi’dir!.. Elbette ki, matematikten asla uzak durmamak şartıyla!..
Esas demek istediğim şuydu: Talebelik hayatımdaki üç dersin hocasından - Türkçe’cilerden, tarihçilerden, ilâhiyatçılardan- müştekiyim!..
Şu andaki mevzum, Türkçe’ciliği ilgilendiriyor!..Onları; binlerce senelik bir kültür hazinesinin hâmileri; milletin yegâne var olma şartının ihyâcıları…olarak görüyordum!..
Onları; kılıkırk yararcasına, ince eleyip sık dokuyan, aynı zamanda, dilin estetik mîmârları...olarak görüyordum!..
Dedim ki; galat-ı meşhûrcuların hâricinde, bir de uydurukça galatçıları bulunmaktadır...
Önce, yanlış kelime uyduruyorlar, sonra da, onu halka kabul ettirip, yanlış hâliyle kullanıyorlar/kullandırıyorlar!..
Hepsi bir yana, uydurukçaya karşı çıkıp da, sonra, onu methedenler yok mu, acayip!..
Meselâ; Tercüman Gazetesi’nin 07. 06. 1980 tarihli nüshasında yayınlanan “Ah Şu Uydurukça” başlıklı yazının ilk paragrafında şöyle deniyor:
“Ortaokulda İngilizceyi yeni öğrenmeye başlayan çocuklar olmadık hatalar yaparlar; İngilizcenin kaşını gözünü yararlar; “the” kullanılacak yerde “a”, “will” kullanılacak yerde “shall” kullanılır. Uydurukçayı yeni öğrenen nice ünlü yazar ve profesörlerimiz de bunlara benziyorlar. “Uydurukça” denen yeni dili öğrenirken olmadık yanlışlar yapıp Türkçenin kaşını gözünü yarıyorlar.”
Yazı; uydurukça hayranı bir üniversite mensubunu tenkitle devam ediyor…Ayrı mevzû!..
Ancak…Esas mesele şudur!..1980 yılında Tercüman Gazetesi’nde söylenen bu sözler, kırk bir sene sonra rafa kalkmıştır…Bunu, düşünmek lâzımdır…
TÜRKÇE; herkesin ve her şeyin üzerindedir!
Aynı yazarımız, bu defa, 18 Nisan 2021 tarihli Yeniçağ Gazetesi’nde yayınlanan “Özgürlüğün Sesi” başlıklı makalesinde tam 41 (kırkbir) defa uydurma yâni Türkçe’nin hiçbir kaidesine uymayan “özgür” ve “özgürlük” kelimelerini kullanmıştır. Bir yazı içinde 41 defa!..
Ne yazık ki, uydurukçacıların galat-ı meşhurları, gözümüzün içine baka baka yapılmıştır/ yapılmaktadır. Kaldı ki, bunların mes’ul ve salâhiyetlileri de görüldüğü üzre, buna, ayrıca göz yummaktadırlar…
Ayrı ayrı, “öz” ve “gür” Türkçe’dir. Ancak; “özgür/özgürlük” diye “hür-hürriyet” hatta “serbest-serbestlik, serbesti, serbestiyet “ karşılığında Türkçe bir kelime ancak ve ancak ‘galat-ı saçma’ olabilir!..
Yâni; ‘gür-öz’ ne kadar ‘hür’ ise, “öz-gür” de, o kadar hür’dür!..
Bir millet, kendi İstiklâl Marşı’ndaki kelimeleri değiştirmeye kalkarsa, sonunu siz düşünün!..
Uzatmayayım: fert-kişi-şahıs-zat kelimelerinin yerine, “birey “ kelimesi; şart yerine “koşul” kelimesi de böyledir. Tabiî ki, çok sayıda böyle kelime var!..
Son bir misâl vereyim: Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te (Sf. 1289) medenî kelimesi yerine kullanılan “uygar” kelimesi hakkında şöyle deniliyor:
“UYGAR, sıf. (Nasıl türetildiği belli değildir, bâzı dilcilere göre kelime, ilk yerleşik medeniyeti kuran Uygur Türkleri’nin adından gelmiş olabilir, ancak u>a değişikliği açıklanamamaktadır.”
Son kelimeye dikkat buyurunuz: “..açıklanamamaktadır”. Peki, ne yapacağız şimdi?
İşte size, bir galat daha…Hadi, uygara, medenî dediniz…Uygarlık ise, medeniyet oldu..
Medenîlik, ne? Bu da mı, uygarlık?
Peki; “medenî hâl, medenî hukuk, medenî kanun, medenî nikâh..” ne olacak?
Medeniyetsiz’e ne diyeceksiniz!?..
UYGAR-LIK-SIZ, öyle mi!!!
Düşündükçe, aklım gidiyor!!