Ölüler meclisinde bile rahatın yok!..Ne sanıyorsun bu dünyayı ki, onun herbir hâline rızâ gösterip, el tutuyorsun!..
Yüzünü çevirdiğin her yer, sana , güzelliklere bezenmiş bir vâdi görünüyorsa, kıymetini bil ve şükret!..
Biri; “Her gün âhiret saadeti”; diğeri de, “Her gün dünya muhabbeti” deyip duruyor!..
Sana; nerede, ne kadar zaman bulunacaksan, oraya o kadar hizmet etmen tavsiye ediliyor!..
Kalanı, herkesin, kendi bileceği iş!..
Şükrün lezzeti, şekerden de üstündür , baldan da!..
Balı, sirkeye katarsan, ne olacağını sen düşün!..Aslında, sirke de üstün bir besindir de, ikisi bir arada nasıl olur, bir dene, istersen!..
En tatlısı dünya diyorsan, tekrar tekrar düşün!..Düşün ki, bu ana kadar yaşadıklarından aldığın lezzetlerden damağında ne kaldı!..
Şu anda, yanımda hiç kimse yok!..Söylediklerim hep kendime!..
Yine de, kimse, burayı bırakıp bir yere gitmek istemiyor!..Zâten, “istememesi” de emredilmiş!..
Burada bulunmanın sırrı, başka!..Onu da bilmiyorsan, var aklını uçurumdan bırak!..
Güzelliklerle, güzelliklerde yaşa!..Doğrulukla ömür sür!..Çünkü; senin Rehber’ine, “Dosdoğru ol!” emri verilmiştir..
“Dosdoğru”nun zıddıyla dolaşma; onunla sırdaşlaşma, onunla muhabbetleşme!..
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî’sinde nice güzel sözler eder de, onu okuyan anlayan, tatbik eden çok az olur!..O’nun sözleri, hep inci taneleri gibidir!..
Eh!..Peygamber sözünü duymayan, O’nun sözünü nice tutar!..
Mesnevî’sinin birinci cildinde diyor ki:
“Güzel renkler, temizlik küpünden, meydana gelir; çirkinliklerin renkleriyse, kara cefâ suyundan…”
“Ahad’e, Ahmed’e el at; a kardeş, kurtul beden Ebû-Cehil’inden!..”
“Ebû-Cehil’in oğlu, apaçık mümin oldu; Nuh Peygamber’in oğluysa, yol azıtanlara katıldı…”
“Zıtlar, zıtlarla beliriyor; Allah, kalbin içindeki kara noktada aydınlık yaratmıştır…” (Gölpınarlı, Ankara, 2000)
Bir de, ölüye rahmet meselesi var…Necip Fâzıl’ın İman ve İslâm Atlası’nı okurken, bu meseleye takıldım!..
Diyor ki; “Ölüyü rahmetle anmak, ona rahmet dilemek, onu Allah’ın Kelâmiyle rızıklandırmakla olur.
“Ölülerinizi hayr ile anınız!” emri, her ölüye değil, bizim ölülerimize mahsus bir keyfiyet…Bizden, yâni İslâmdan olmayan ölüleri sadece ölmüş bulunmalariyle imtiyaz sahibi kabul etmek mümkün olsaydı hadiste “Ölülerinizi” tabirinin “Ölüleri” şeklinde olması lâzımdı.
Ebû Cehil’i hayr ile anmak nasıl muhal ise hayatı boyunca işi gücü, zevki, hırsı İslâm düşmanlığından ibaret olan kimseleri, sırtına ölüm zırhını geçirdi diye lânetten masum sanmak da imkânsız…Mümin, ölüler mevzuunda da Allah için muhabbet ve Allah için buğz kanatları üzerinde uçar…” (Bknz. İman ve İslam Atlası, Necip Fâzıl, b.d. yayınları, İstanbul 1981, Sf. 270)
Dr. Arslan Tekin’in, gerek Mevlâna’nın ve gerekse, Necip Fâzıl’ın bu sözleriyle mutabık bir yazısını okudum. Yazının başlığı, “Müslüman, Müslümanı Tekfir Eder mi?”
Diyor ki;
“Hz. Peygamber’e atfedilen bir söz: “Uzkurû mevtâkum bi’l-hayr.” (“Ölülerinizi hayırla yad ediniz.”)
Hadîs-i şerifte dikkat edilmesi gereken söz “mevtâkum”dur.
“Mevt” ölüm, “meyyit” ölü, “mevtâ” ölüler. “Uzkurû”, bildiğiniz bir kelimeden, “zikr”den gelir.
“Mevtâkum” “Ölüleriniz; sizin, sizden olan, sizin dininize mensup” demek. Herhâlde Hitler’i, Stalin’i hayırla yad edecek değiliz!” (Bknz. Yeniçağ Gazetesi, 02 Eylül 2020, Sf. 7)
Düşünecek ve ibret alınacak o kadar şeyimiz var ki!..