Düşünmek yetmez!..
Çünkü; düşünmek, her ne kadar bir fiil olsa da, zihnin âtıl bir faaliyetidir. Onun; faal/aktif hâle gelmesi lâzımdır ki, o da, ancak ‘yazı’ ile mümkün olur.
Kalıcı olan ‘yazı’dır. Düşünce, onun ziynetidir. Yazı olmadığı sürece, düşüncenin kendisini göstermesi, taşıması ve yürütmesi düşünülemez!!!
Bir soru: Düşünüp de, yazmayan hangi kişi yaşıyor?..
Düşüncelerinle gömülmek mi istersin; yazdıklarınla yaşamak mı?
Mesele buradadır!..
Yâni?
“Düşünüyorum o hâlde/öyleyse varım” , ilk pilânda câzip gibi görünse de, değildir!..
Bu cümle yazılmasaydı, o kişi, ‘var’ olacak mıydı?
Tabiî ki, bu da, ‘var olmak’tan ne anlamanıza bağlıdır!..
Bunu söyleyen ne anlatmak istemeye çalışmışsa, o!..
Düşündükçe, peşinden yeni şeyler gelir.
Her ‘yeni geleni’, zihninde nasıl saklar, muhafaza eder ve depolarsın?
Var mı böyle bir zihin?
Demek ki; düşünme’de esas olan, onun kayda geçmesidir.
Tabiî ki; burada da, şöyle bir durmak gerekir!..Düşünmekte; bir yere/bir noktaya sabitlendiniz mi, ondan başkasını yanlış görürsünüz, beğenmezsiniz, düşünceniz sınırlanır!
İnsan, rüyâda düşünmez/düşünemez mi?
Bence, düşünür!..Peki, bu neye yarar!..
Eğer müspet, faydalı, câzibeli bir şey ise, ve akılda kalıp/zihinde yerleşip/unutulmayıp kayda geçirilebilirse iyi neticelere ulaşabilir.
Yâni?
Yânisi şu ki, uyanmanız gerekir!..Düşünmek, uyanıklık hâlidir.
Bilinmelidir ki; hayat, kötülük yapmaya değmeyecek kadar kısadır!
Bu sebeple, düşünmek âzımdır!..
Düşünmek; aklın, hayâle bağını koparmadan, onun, muhakeme yapmasını sağlamaktır. Başkası, mümkün değildir!..
Bir memlekette, dönüp dolaşıp, ben daha çok Müslümanım veya ben daha çok milliyetçiyim veya ben daha çok demokratım, ben daha çok sosyalistim veya tam terslerini söyleyerek insanların birbirlerine ahkâm kesmeleri, acizlik, gaflet ve hatta ihânetten başka bir şey değildir.
Sen, ne isen, onu ortaya koyarsın-ki, bu da, fikretmekle/düşünmekle olur- o zaman, kim, neyin ne olduğunu daha âşikâr olarak anlar!..
‘Düşünmekten korkmak’, öyle sanıyorum ki, -tabiî ki, umûmî olarak- bize mahsus menfi bir vasıftır!..
Çocuklar düşünmesin, gençler düşünmesin, yaşlılar düşünmesin ve hatta düşünme merkezleri olan üniversiteler bile düşünmesin ve sâdece ve sâdece birkaç kendini bilir-bilmez siyâsetçi düşünsün(!) öyle mi?!
Böyle bir ülke; bu bahiste sınıfta kalır ve biz de dâhil ‘doğu cemiyetleri’nin hâli de budur!...
Hâlâ, “Babam bilir” kafasından bir milim ilerde değiliz!..
Hâlâ, “Büyüklerim bilir” mantığı hüküm sürmekte ve aklın, hangi yaşlarda daha faal olduğunu idrâkte câhiliz!..
Hâlâ; hocam, başkanım, müdürüm, şefim bilir’le teklemekteyiz!..
Tecrübenin noksan olduğu saf aklın, bâzı beceriksizliklere sebebiyet verebileceği doğrudur.
Yalnız, yirmi bir yaşındaki Fâtih’in hangi hayat tecrübesi vardı?diye de sormamız lâzımdır.
Otuz yaşında dünya çapında p(u)rofesör olan Oktay Sinanoğlu’nu bu mevkiye taşıyan güç neydi?
Aklı kullanmayı bilmekten gayri hiçbir istikametimiz yoktur!