Hem uzun ömür istiyorsun; hem de onu kısaltmak için ne varsa yapıyorsun!..
Bengisu ırmağından doldurduğun tasını, gidip de, birdenbire, hezeyanlar uçurumundan fırlatıyorsun. Hâlbuki, senin önünde, fezâya gitmen için o kadar yol var ki, haberdar bile değilsin!
Öfken, boyundan büyük; kinin, zâlimlikte zirve yapmış; yalanın, boynuna sarılmış ve uçurum kenarındasın da haberin bile yok!..
Ne söylesem, ne yapsam, ne kadar didinip çırpınsam yine faydasız!...
Fayda meselesinde senin düşündüğünü düşünmüyorum, elbette!..
Sen; kıymetler idrâkinde, benden çok farklı yerlerdesin, biliyorum!..
Senin kıymet hükümlerin/anlayışın/telâkkinile, benimki arasında, zulmet ile, merhamet arasındaki fark kadar mesâfe vardır!
Hattâ uçurum!..
Fayda denilince, senin gözlerinde hemen ‘kuruş’ parlar!..Kuruş dedimse, onu kuruş anlamayın lütfen!..Bu kuruştan maksat, ya dolar’dır yahut da yüro!
İnsanlar; arasında, çekilmezlik/çekememezlik olabilir; ancak, maksat ve niyet, çekilebilir olmaya çalışmak olmalıdır!
Kâh ayağını yorganına göre uzat derler, de; seni, mevcuda, râzı etmeye mecbur kılarlar; bâzen de, bir ayağını sığdıramadığın ayakkabına iki ayağını sığdırmak için olmadık rezâleti çıkarırlar!..
Bu dünya, böyle bir dünyadır!..
Adam, p(u)rofesör…
Diyor ki; o tarihî eserin yanından arabamla geçtim, içinde ne var ne yok göremedim!..
Haklı!..
Ecdât, eser yapmış, biz, son model Avrupa, Amerikan veya Japon arabamızdan inip de onun ne olup ne olmadığına bile bakamamışız…
Tabiî ki, bir de, höreleniriz: Avrupalı mı? Onlar da kim, falan, filân!..Amerika, o da ne!..Ya Japon?!
Aynıyle vaki bir başka hâdise…Bizzat kendisi yazmış…Biraz teferruat katayım, çeşni olsun!..
Mektep okumuş bir zat, biraz yokuş bir yerde bulunan bir Câmide Cuma namazı kılmış…
Diyor ki, “Bugün, câmiye arabasız geldim; câmiden çıktıktan sonra, yolda yürürken, yanımdan belki on tane taksi geçti. Hiçbiri, beni almadı…Ne hâllere kalmışız!..”
Yâni?
Anlamakta ve anlatmakta zorluk çekiyorum!?
Bir de dönüp kendime bakıyorum: Yazık etmişim yıllarıma!..
Ömrümün seksenikisinde, hâlâ öyleyim…Üstelik, hiç de arabam olmadı, olma ihtimalim de yok!..Bisikletim bile!..
Seneler önceydi..Kırk seneye yakın…1985’ler..Fenci bir doçentin konferansındayım…Adam, bir müddet Hollanda’da kalmış…Daha konuşmasının dördüncü beşinci cümlesinde; “O zaman, arabam yoktu!” demez mi?!
Vah, dedim, vah ki, vah!..
Şimdi, nereden çıktı bu arabanızın olup olmama işi!..Konunuzla alâkası ne!?
Arabanız olsaydı ne olacaktı yânî!!!
Demek ki, senelerdir, okumuşumuzda da okumamışımızda da bu duygu, bu anlayış, bu idrâk hâkim vaziyette!..
Bir memlekette, at arabasından birdenbire mersedese geçerseniz; bedeniniz, mersedeste olur ammâ kafanız, hâlâ at arabası kafası’dır!..
Orada tefekkür aramak nâfiledir!!!..