FARKLI BİR KÖY KİTABI: “KÖYÜM-DEN…GÖNLÜM-DEN…”
M. HALİSTİN KUKUL
Geceye Göz Ekledim (2001), Gök Aradık Tuğlara (2014) ve Ufuk Ardı Bizim 2022) adlı şiir kitaplarından sonra, Mehmet Ali Kalkan’ın “KÖYÜM-DEN…GÖNLÜM-DEN” adlı, bir gözle, hâtıra; bir cephesiyle de, târihî muhtevayla kaynaşmış, edebî özlü, sosyo-kültürel bir değerlendirme, diyebileceğim ve tarz olarak ise, mensûr şiire de göz kırpan bir üslûpla kaleme aldığı kitabıyla muhatabım.
Şüphesiz ki, bizde, “köy romanı” bir zamanların revaçta olan türüydü. Oldukça, sefâlet koksa da, bâzı yönlerden de, köylerimizdeki acıları, sıkıntıları ve bâzı gerçekleri dile getiriyordu.
Şu anda, elimdeki, elbette bu tarz bir eser değildir. Ağır başlı, millî kültüre dayalı, millî sosyal yapımızı derinliğine temâşâ etmiş bir üslûp denemesidir.
Eser, altmış sekiz başlıktan meydana geliyor ve ilk başlık “Bizim Köy” adını taşıyor.
Bu yazı, şu cümlelerle başlıyor:
“Ben, Eskişehir’de doğdum büyüdüm ama her fırsat bulduğumda köye giderdim. Köyümüz o zaman iki yüz hâne idi. Bir daracık pencereden dünya görünürdü. Odun sobası etrafında dinlediğimiz sohbetler, Mehmet Ali dedemin bir tenekeyi boyuna kesip yaptığı mangalda, gelenlere kahve yapıp ikram edişi içimizi ısıtırdı. Dağlarında güttüğümüz koyunlar, gece seyrettiğimiz uçsuz bucaksız yıldız denizi bizi başka âlemlere götürürdü.
Dağ dağ büyürdük, yayla yayla içimiz çiçeklenirdi.”(Sf. 11)
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, her zaman bir ‘şaheser’ diye sözü ettiğim, “Beş Şehir” adlı kitabında, bunun çok nefis örneklerini bulmak mümkündür. Zîra; Anadolu, -her şeye rağmen-Orta Asya’dan getirdiğimiz bütün millî hususiyetlerimizin en mükemmel bir şekilde barındığı mekândır.
Yazar Mehmet Ali Kalkan; aynı başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Şimdi nereden icap ettiyse “mahalle” dediler köye.”
Haklı!..
Muhakkaktır ki, sosyolojik yapı içersinde, köy’ün de, mahalle’nin de yeri ayrı değerlendirilmelidir.
Bir süre önce yayınladığım “Köyümden: Bir Çeşme ve İki Câmi’ye Dâir” başlıklı makalemde, şöyle demişim:
“Şimdilerde “mahalle” diye ifade edilse de, benim gönlüm, dâima “köy” ve “köylülük”le beraberdir.
Çünkü ‘köy’ Türk’tür!
İnsanın öz kimliğini yaşayıp devam ettirmesi köylülükle başlar.
( …) Âile’den sonraki ilk adım, ilk basamak, ilk merhaledir. Sonraki adımlar, ilçe, şehir ve Devlet’e ulaşır. Bu temeller sağlam olmayınca, Devlet de sağlam olmaz.” ( Bknz. M. Halistin Kukul, wwwkapsamhaber.com-20 Temmuz 2024)
Mehmet Ali Kalkan, kitabının daha başında, buna temas ederek, millî şuûr barınağı olan bu mekânlardaki, an’anevî hususlara dikkat çekiyor.
Zâten, kitabın isminden de anlaşılacağı üzre, “köy-gönül”, irtibatının, bilhassa Türk milletindeki üstün mevkisini işâret etmektedir.
“Köyüm”kelimesindeki sahiplenme, daha baştan, “gönlüm” kelimesinde muhatabını bulmuştur.
Köy; kalıcı üst millî şuûr ocağı’dır. Köylülük; bizde, bâzılarınca sözü edilen‘bedevîlik’le asla alâkalı değildir. Zîra, bizim köylülüğümüz, başlangıcından itibaren, medenî ve hattâ cihânşümûl olma yolunda bir töre’nin devamıdır.
Şehirleşme; bir takım ‘çeşniler’den ve ‘çeşitlilikler’den meydana gelen daha imkânlı mekânlardır.
Mehmet Ali Kalkan, “Yaşlılık Maaşı” başlıklı bölümde şöyle bir örnek veriyor:
“Türkistan’da ilk önce meyve, sebze Turfan bölgesinde çıktığından dolayı zamanından önce olan meyvelere, sebzelere bu sebepten “turfanda” diyoruz.( Sf. 19)
Tabiî ki, kaç asır öncesinden söz ediliyor. En önemlisi, Mehmet Ali Kalkan, buradan hareketle, eserinin birçok yerinde “millet” kelimesine ve “Türk milleti” tâbirine dikkat çekiyor:
*” Millet “ha” deyince olunmuyor.
Türk milletinin bir ferdi olmak ve bu güzel insanların varlığını bilmek ne güzel!” (Yaşlılık Maaşı, Sf. 19)
*” Millet olmak böyle bir şeydi.” (Mevlîd, Sf. 23)
*”Öbür dünyaya yolcu ettiklerimizin mezarlarına da bir miktar su dökeriz. Bu, asırlar ötelerinden getirdiğimiz bir Türk geleneğidir efendim, millet olmak kolay değil!” (Su, Sf. 29)
*”Türk milletine mensup olmak ne güzel!” (Türkistan Toprağı ve Yada Taşı, Sf. 63)
*” Allah, …..töreyi devam ettirenlerden, okuyanlardan râzı olsun…
Türk milleti böyle bir millet efendim…” (Yağmur Duası, Sf. 69)
*”Ama biz Türk milletiyiz. Kökümüz sağlam. Bâzen dallarımız çatırdıyor, mevsimine göre olmayan hadiseler yaşıyoruz ama ayaktayız şükür…Türk milleti hak ettiği yerde olacaktır muhakkak.” (5 Ocak, Sf.113)
*” Zîra; tarihte başka hiçbir terazi; ismine Türk denen o azametli devlet ile böylesine şereflenebilmiş değildir.” (Aşk Vatandı, Sf. 153)
Alt alta sıraladığım bu temalar, köy’den çıkmış, millî benliğe nüfûz etmiş ve bugüne intikal etmiş köklü ve asîl değerlerdir.
Tanpınar’ın Beş Şehir’de ifade ettiği hassasiyet, işte budur. Bakınız; Tanpınar, Beş Şehir’in ÖNSÖZ’ünde ne diyor:
“Bir gün Anadolu insanının his tarihi yazılır ve hayatımız bu zaviyeden gerçek bir sorgunun süzgecinden geçirilirse, moda sandığımız birçok şeylerin hayatın kendi bünyesinden geldiği anlaşılır.”
İşte; “KÖYÜM-DEN…GÖNLÜM-DEN…” budur!..
Bilmem, Türk dostu, İtalyan Ord. Prof. Dr. Anna Masala’nın “Türkiye’ye Aşk Mektuplarım” adlı kitabını okudunuz mu!..Okumadınız ise, mutlaka okuyunuz ve onu okurken de, Mehmet Ali Kalkan’ın bu kitabını, aklınızdan çıkarmayınız.
Ord. Prof. Dr. Anna Masala, Türk Bayrağı başlıklı yazısında, Türk ve Türkiye sevgisini şöyle anlatır:
“İşte benim Türkiye’ye, şehir ve köylerindeki insanlarına, şairlerine, büyüyen ve geleceği temsil eden çocuklarına aşk mektuplarım…”Kalpten kalbe bir köprü var” atasözü doğruysa içim rahat edebilir.”
“Kaplten kalbe köprü…” ile, “Köyüm-den..Gönlüm-den” arasında bir irtibat, bir yakınlık kurmak gerekmez mi?
Bunlar, bir anlık, bir aylık, bir senelik gelip geçici bir takım hâdiseler olarak mı telâkki edilecektir!?
Mehmet Ali Kalkan; Tanpınar’ın tavsiyelerini hakikat sahnesine çıkarması yanında, sâde bir üslûpla, tıpkı Anna Masala’nın anlatımıyla, -edebî lisanla-, sosyo-kültürel bir îzahı da yapmayı başarmıştır.
“Çalışmadan Çok Kazanmak”, başlıklı yazısından bir nakille sözü bağlamak istiyorum.
Diyor ki:
“Babam anlatırdı:
Köyle şehir arası yayan altı saat. Belli zamanda köyden çıkmalı, dağda dinlenmeli, yıldızlardan zamanı tayin edip sabah ezanında şehre varmalı.Yoksa öğleden sonraya kalırsa dut ekşir, Porsuk Çayı’na dökeriz. İki yüz hâneli köyde bir kişide saat var. Gideceklerden birimiz utana sıkıla saati sormaya gideriz. Sonra yola çıkarız. Ova köylerinden verdiklerimize karşı buğday, peynir vs. ile değişiriz, şehre gidersek, para kazanırsak şeker, çay, yağ, gaz alır geliriz.”
Şimdi, hepimiz, hiç çalışmadan çok para kazanmak istiyoruz. Arabamız son model, evimiz villa olmalı, önünde de havuz. İstediğimiz zaman istediğimizi yemeli, istediğimiz yere gitmeli, istediğimizi yapmalıyız.
Hiiç..Öyle işte…” (Sf. 31)
Demek ki; “Dağ dağ” büyümek ve “yayla yayla” çiçeklenmek böyle bir şeyMİŞ!..
İçinde her şey var: Kültür, medeniyet, nezâket, millî şuûr ve estetik!..Teşekkürler Mehmet Ali Kalkan!..
( ÖNEMLİ BİR NOT:
Muhakkaktır ki, bu kısa ‘not’um, Mehmet Ali Kalkan’ın kitabının muhtevasıyla zerrece ilgili değildir. Sâdece; memleketimizin umûmî temâyülleri bakımından önemlidir.
Kitaptaki son sayfa numarası 154 (yüzellidört)tür. Bu sayfadan sonra, tam 6 (altı) boş sayfa vardır.
Kaldı ki, kitapta, buraya kadar; tam, tama yakın ve yarım olmak üzere, 60 (altmış) sayfalık hiç ‘yazısız kâğıt’ bulunmaktadır.
Diyebilirim ki; bu güzel kitabın üçte birinde yazı yoktur ve bu, elbette ki, Türkiye’nin mevcut şartlarında kâğıt isrâfından başka bir şey de değildir. Boş sayfalarla bir kitap daha basılabilirdi. M. H. K.)