Târihî hâdiseleri okumadan; onları, enine-boyuna tahlil etmeden/edemeden, yaşanılan zamanın hâdiselerine hükmetmek ve onları değerlendirmek asla ve kat’a isabetli olamaz. Çünkü; her hâdisinin bağlı bulunduğu bir mâzi vardır.
Milletler, bu mâzîyle geleceğe dâir hedeflerini tespit ederler ve bu istikamette yürürler.
Târih, elbette ki, insanlar arasındaki varlık-yokluk mücâdeleleriyle doludur. Aslında; ‘insanlık’ dediğimiz mefhum, bu mücâdele/kavga/döğüş/savaş değildir ve olmamalıdır. Bugünki mücâdele, insanın yaratılış maksat ve hedefine aykırıdır ve tamamen kin, garaz ve menfaat üzerine tesis edilmiştir.
Yâni; bugünki mücâdele; acımasızdır ve hem kültürel, hem teknolojik, hem iktisâdî ve hem de askerî bakımdan tahripkârdır.
Adâlet diye haykırılıp, en büyük gaddarlıkların yapıldığı bir çağda yaşıyoruz. Yaşadığımız çağ, daha önce bir yazımda da ifade ettiğim gibi, ‘Vahşet Çağı” (Bknz. M. Halistin Kukul, Fazilet Çağı-Bilgi Çağı-Vahşet Çağı, Ortadoğu Gazetesi, 09.10.1995, Sf. 2; Türkiye Gazetesi, 19.10.1995, Sf. 13)’’dır.
Dünya kurulalı beri, iki ana eksen üzerinde yürünmektedir. Hak-Bâtıl; Doğu-Batı; Müslüman-H(ı)ristiyan/Yahudi/ Budist vs.
Bu Müslüman ve diğerleriyle ifade edilen iki ayaklı görünüm, aslında böyle değildir.
Târih sosyolojisini kastediyorum…Meseleye sosyolojik olarak yaklaştığımız zaman bunun böyle olmadığını, hâlen yaşadığımız hâdiselerde de müşahede edebiliriz. Bugün; bu sosyoloji iyi okunmalı, analiz edilmeli ve tahlile tabi tutulmalıdır.
Burada, hamaset, sâdece boş âf’tır!..
O hâlde; mes’eleye, önce, beri taraftan yâni bizim cephemizde bir bakalım:
İslâm dünyası bir ‘bütünlük’ içinde midir? Hayır!
Türk Dünyası, bir âhenk içinde mi bulunuyor? Hayır!
O hâlde; karşı cephesinin, bizim taraftan, ‘çok parçalı’ görünmesinin ne önemi vardır? Dışımızdakiler, birbirine karşı muarız görünseler bile, bize karşı dâima birlik değil midirler?
Sen, daha, kendi dildeşinle, dindeşinle, hâldeşinle, kardeşinle, gönüldeşinle..fikirdeş olamamışsın!..
Çok gerilere gitmeyeyim: Bundan yüz on üç sene önce, 5 Şubat 1330 (1912) tarihinde, Mehmet Âkif bir tespitte bulunuyor ve UYAN başlıklı şiirinde şöyle haykırıyor. Bu şiirin sâdece bir kıt’asını nakledeyim:
“ Ey koca Şark, ey ebedî meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyyet et.
Korkuyorum Garb’ın elinde yarın,
Kalmıyacak çekmediğin mel’ânet..”
Peki..Bugün, neyin mücâdelesini (!) veriyoruz, söyler misiniz?!
Kendimize döndük mü? Birbirimize saygılı davrandık mı? Partizanlığı bir kenara atıp, hoşgörülü olduk mu? Adâletle ve sevgiyle birbirimize yaklaştık mı? Kibirden, menfaatçilikten uzaklaşabildik mi?
Dînî bayramlarımızda bile birbiriyle bayramlaşmaya yaklaşmayan, birbirinin yüzüne bakmayan ve ‘millî’nin ne olduğunda da ‘müşterek irâdesi’ bulunmayan” siyâsîlerle, siz, hangi ‘birlik ve beraberlik’ten söz edecek ve Türk Dünyâsı’nın mes’elelerini hâlledeceksiniz.
Bir-iki misâl verelim: Türkiye’nin en yakın dostu olduğunu söyleyen Katar, bugün, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile sondaj çalışmalarını yürütüyor ise; “Türk Devletleri Teşkilâtı” mensubu olan Kazakistan ve Özbekistan ile, gözlemci üye Türkmenistan, yâni üç Türk devleti, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanıyor ise, bizim/Türkiye’nin sokaklarında “Gazze!”diye narâ atılmasının ne mânası olabilir?
Mevcut ve muhtemel dış tehditlere karşı, hangi iç dinamikleri harekete geçirdik? Sığınmacılar mes’elesinde neredeyiz?
Kaldı ki; Doğu Türkistan seneler senelerdir bu vahşete muhataptır. Kaldı ki, insanlık âlemi, Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in ve Avrupa ülkelerinin kültürel, siyâsî, iktisâdî ve askerî ablukasını yaşadı/yaşıyor.
Bakınız, çok yeni sayılır. Bundan birbuçuk sene kadar önce, “ Soykırım Çemberindeki Dünya” (Bknz. M.Halistin Kukul, Wwwkapsamhaber.com-23 Ekim 2023,11.23) başlıklı bir makale yazdım.
İsterseniz, ondan, kısa bir nakil yapayım:
“Esâsen; bu çemberin merkezinde Türkler bulunmaktadır. İster Türkiye, ister Türkistan, Kerkük, Kırım, Kafkaslar ve Balkanlar diyelim, hepsi dönüp dolaşıp çevremizde gezinmektedir. Çünkü; Atillâ’dan beri, neredeyse, dünyanın her mekânında biz vardık/biz varız.
Tabiîdir ki, emperyalist dünya, ‘büyük fotoğrafa’ bakıp, zaman kolluyor, p(i)lân yapıyor. Bizim de, buna göre hareket etmemiz, bir adım önde başlamanın hesaplarını yapmamız/yapabilmemiz şart ve elzemdir.
Büyük İsrail ve Büyük Ermenistan hayâllerinin arka p(i)lânı ciddî bir muhakemeyle tahlil edildiğinde varacağımız netice burasıdır.
O hâlde; gaafil olmamamız gerekir!..
Dünyanın –acımasız-dört emperyal gücü/Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin ve başta İngiltere, F(ı)ransa ve Almanya olmak üzere, hemen hemen topyekûn Avrupa Birliği ülkeleridir.
O hâlde; târihi iyi okumamız gerekir!..
Zamanında, Nazi Almanyası’nın 1933-1945 seneleri arasında Yahudiler’e uyguladıkları holocaust/holokost denilen ablukasını, bugün, Yahudiler, Filistinli Müslümanlar’a tatbik etmekte ve ne yazık ki, bütün emperyalist güçler, mağdur rolünü iyi oynayan İsrail’in yanında yer alarak, tıpkı, o zamanlar, Hitler’in işlediği insanlık suçunu işlemekte veya bu suça ortak olmaktadırlar.
O hâlde; uyanmamız gerekir!..
Holokost, lügatte “ateşte kurban etme” mânasında Yunanca bir kelimedir. Bugün; İsrail Devleti, mazlum Filistin halkına böyle bir zulmü uygulamaktadır. Uygulanan, zulüm ötesi/zulüm üstü vahşettir!..
Düşününüz; hastahâneler, câmiler, kiliseler, okullar, fırınlar, pazaryerleri, mülteci kampları ateşe verilmiştir. Çoluk çocuk demeden, kadın, yaşlı demeden, yer gök ateş altında inlemektedir. Mâsûm ve müdafaasız insanlar katledilmektedir!..
Dahası; katledenler ve suç ortakları, bu hazîn durum karşısında sevinçlerini gizlememekte, utanmamakta, hiçbir insânî vasıfla ifade edilebilecek bir davranışta bulunmamaktadırlar.
Bu; gaddarlık’tır, zâlimlik’tir!..
Bu gaddarlığı ve zâlimliği yapan da; buna yardım ve yataklık eden de, susup arka dönende aynı suçu işlemektedir.
Düşününüz ve düşünelim; zâlim İsrail’in nihai hedefi nedir ve neresidir?
Çin; çoktan beri, Hazar Denizi’ni hedef seçmiştir. Doğu Türkistan’da Uygur Türkleri’ne yapılan zülûmler, ne yazık ki, arzu edilen şekilde dünya gündemine taşınamamıştır. Uygur Türkleri’nin dertlerine uzanan bir yardım eli olmamıştır, olmamaktadır.
Bu hususta; Birleşmiş Milletler’den, dünyâ İnsan Hakları ve İslam Birliği Teşkilâtı’ndan hiçbir ses çıkmamaktadır!..Çıksa bile, iknâ edici, caydırıcı değildir.” (NOT: Devamını, lütfen ilgili yazımdan okuyunuz!-. M.H.K.)
Dünyâ, bugün, demokrat görünümlü diktatörlerle; hak ve hukuk müdafîi görünümlü devletlerle yönetilmektedir.
En büyük zulmü yapan, en âdil mertebesinde kendi takdim etmekten geri durmamakta ve zulmünü devam ettirmektedir.
Görünen o ki, ne İslâm ülkelerinde birlik şuuru vardır; ne de Türk Devletleri, iç sıkıntılarından sıyrılıp büyük hedefleri gözlemektedirler!..
Herkes, kendi kapasitesince bir isyânda’dır, o kadar!..
Samimiyetsiz, beceriksiz ve hedefsiz bir isyân!!!