Yûnus Emre de, tıpkı Ahmed Yesevî ile Mevlâna gibi düşünür. Zâten; bunlar, hoca/ talebe, mürşîd/ mürîd yâhût da üstâd/ çırak olarak bir silsile takip ederler.
Der ki:
“ Canını ışk yoluna virmeyen âşık mıdur
Cehd eyleyüb ol dosta irmeyen âşık mıdur” ( Bknz: Yunus Emre Dîvânı, Hazırlayan: Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Babıali Kültür Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 34)
Ve; Yûnus Emre, “aşk”ın ehemmiyetini de şu beyiti ile sunar:
“ Işkı seve âşık gerek ne olısar ışkdan yiğrek
Işkdur yire göğe direk kalanı hep söz öküşü” ( Bknz: a. g. e. , s. 218).
(Dünden devam)
Mekânı gönül olan aşk’ın meylettiği tek şey “ güzellik”tir. Bu sınırsız, samimî muhabbet ve sevginin menşeinde, görüldüğü üzre, “ Allah güzeldir, güzelliği sever.” buyuran Peygamber Efendimiz’in, Yüce Allah ile “ muhabbeti” tek yol gösterici, istikamet çizicidir. Dolayısiyle; “ aşk” ile “güzellik” karşılıklıdır. Gönül gönüledir; iç içedir.
Fuzulî ise:
“ Bende Mecnun’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var
Âşık-ı sâdık benem Mecnûn’un ancak adı var”
( Bende Mecnun’dan çok âşıklık istidadı var, gerçek âşık benim, Mecnun’un ancak adı var.)
( Bknz: Fuzulî, Hazırlayan: Nevzat Yesirgil, Varlık Yayınları, İstanbul 1968, s. 54)
Diyerek; “ aşk” ve “ âşıklığın” insan gönlündeki en kıymetli bir değer olduğunu ifade ile; bir başka beytinde de, “ aşkın ilâcı”nın ne olduğunu belirtmektedir:
“ Aşk derdinin devâsı kaabil-i derman değil
Terk-i can derler bu derdin mu’teber dermânına”
( Aşk derdinin ilâçla tedavisi kaabil değildir, bu derdin ilâcının adı can vermektir.) ( a. g. e. s. 106) .
“ Feyz erdi cenâb-ı Mevlevî’den/ Aldım nice ders Mesnevî’den” ( Bknz: Şeyh Galib Divanı’ndan Seçmeler, Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı, Kültür Ve Turizm Bakalığı Yayını, Ankara 1985, s.224) diyen Şeyh Galib, “ aşk”ı şöyle tarif eder:
“ Aşk bir şem’-î İlâhîdir benim pervânesi
Şevk bir zencîrdir gönlüm anın kâşânesi”
( Aşk bir İlâhî mumdur ki onun pervânesi benim; şevk bir zincirdir ki, gönlüm, o zincirin bulunduğu konaktır.).( Bknz: a. g. e. , s. 94)
“ Şiir, Allah’ı sır ve güzellik yolundan arama işidir.” (Bknz. Çile, Necip Fâzıl, b. d.Yayını, İstanbul 2005, s. 473)
Diyen son sultanü’ş-şuarâ Necip Fâzıl, “ Aşk” başlıklı beyitinde bu aşkını şöyle ifade eder:
“Allah, Resûl aşkıyle yandım, bittim, kül oldum!
Öyle zayıfladım ki, sonunda herkül oldum.” (Bknz: a. g. e. , s. 376)
Son dönem Türk halk şiirinin gönül adamı Âşık Veysel’in sunacağımız şu mısraları, mecâzî aşkı terennüm ediyorsa da, İlâhî aşkı hatırlatması ve “ aşk- güzellik” irtibatı bakımından mevzûmuza renk katmaktadır:
“ Güzelliğin on par’etmez
Bu bendeki aşk olmasa.
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa.”
( Bknz: Âşık Veysel, Hayatı Ve Şiirleri, Yavuz Bülent Bâkiler, Tercüman Gazetesi Yayını, İstanbul 1986, s. 56).
Demek ki, “ aşk” başta geliyor. “ Güzellik”i arayan o. Ammâ, “ güzellik”, hakikî çehresini de ona sezdirmeli/göstermelidir. Böylece, birbirine “akış “ olmalıdır.
Âşık; güzelliğe tâliptir. Ona ulaşmak için, “ can”, bedel olabilir.
Güzellik; elbette ki, maddî/müşahhas değildir. O; mücerret’tir. Şiir başta olmak üzere, hiçbir san’at, elbette ki, “ akıl” sız olmaz. Ammâ, bizim san’atımızda esas olan aşk/gönül’dür. Bu merhalede, “ güzellik”in (estetik’in), akıl’dan değil, gönül’den yâni kalb’den geldiğini söylemeliyiz. Tekrar edelim ki, “ akıl” olmadan hiçbir şeyin olması mümkün değildir. Ancak; “güzellik”teki esas unsurun akıl olmadığını söylemek istiyoruz.
Yüce Alah’ın “ cemâl” ve “ cemil” sıfatlarına hasretle, âşıkların çektikleri çileler, bu aşkın temelini teşkil eder. O’nun “ tecellîsi”ni her şeyde ararlar, ararlar ve dâimâ ararlar!..
Bu sebepledir ki; İmam-ı Gazalî hazretleri “ Mahlûk, Hâlık’ın anahtarıdır.” diye buyurur. Böylece; Yüce Yaradan’ın “ sır” perdesini aralayabilmemize, “Kitab-ı ekber”i iyi okuyabilmemiz vesîle teşkil eder.
Bu; bitip tükenmez bir arayıştır! Can pahasına bir arayış!
Ve; böylece, “ güzellik-aşk” kaynaşması müthiş bir muhabbetin eseri olup, en muteber numûnesi de ancak “can meydanı”nda mekân bulur!