Batılı/Avrupalı –ki, buna ABD’yi de katabiliriz- bizim için, hiçbir zaman güven verici olmamıştır.
O, bize; biz de, ona, dâimâ tereddütle, vesveseyle, endişeyle, kuşkuyla hattâ korkuyla bakmışızdır.
Ne Batı, bizi kabul etti; ne de biz, Batı’yı!..Her şey, göstermelik söz ve tavırlarda kaldı!.. Çift taraflı birbirini ‘kandırma ve oyalama’, birbirine ‘dost görünme’, Attilâ’dan beri devam edip geldi.
1963 yılından beri de, ister Avrupa Ekonomik Topluluğu, iste Avrupa Birliği sevdâsı diyelim, bunlara katılmak için, siyâsî gayretlerimizdeki emeği/mesâîyi/zamanı, Türk Birliği’ni kurmak yolunda ‘akıllı’ bir irâdeyle harcayabilmiş olsaydık, bugün, gerçekten, dünyanın hem iktisâdî, hem ticârî, hem askerî ve tabiî ki, hem de kültürel bakımdan ‘danışılan/görüşülen/ağzına bakılan/sözü dinlenen/mûteber’ bir ülkesi olurduk.
Olmadık! Olamadık!..Esefle belirteyim ki; hâlâ çirkin ve çirkef iç ve dış çekişmelerle vakit öldürmekteyiz!..
Muhakkaktır ki, bu mevzuda, görüş beyan eden fikir adamlarımız çoktur.
Birkaç örnek vereyim.
Peyami Safa, Doğu-Batı Sentezi adlı eserinin ÖNSÖZ’ünün ilk iki paragrafında şöyle diyor:
“Cumhuriyetin ilânından sonra, 1933’den beri, Türkiye’ye Doğu-Batı meselesini konferanslarla ve makale serileriyle ilk defa getiren benim.
Avrupa fikir adamları arasında Doğuya dönüşün tek selâmet yolu olduğu ileri sürülürken, biz bundan habersiz, Batı’ya yönelmiş bulunuyorduk.” (Bknz. Safa, Doğu-Batı Sentezi, Yağmur Yayınevi, İstanbul 1976, Sf. 9)
Şüphesiz ki; Batılı/Avrupalı fikir adamlarının “Doğuya dönüş” maksadını anlamak lâzımdır. Bunlar, Doğu’da ne arıyorlar(dı), bilinmesi gerekir.
Ahlâksa; bugün –topyekûn- Doğu, bundan da mahrum hâle geldi. Daha doğrusu, Dünya, ahlâksızlaştı, gaddarlaştı, kibire ve yalan’a bulaştı/boğuldu!..
Biz, Batı’da ne arıyoruz; bizim de onu bilmemiz lâzımdır.
Bilmedik mi? Hayır, bilmedik, bilemedik!..İç çekişmeyle, sen-ben kavgasıyla zaman geçirdik; kusuru da hep dışarıya/dış güçlere bulduk!..Hâlen de öyleyiz!..
Yâni; biz, Batı’yı ne kadar tanıyıp anlayabildik; ve, anladık sandığımız şeyleri de ne kadar yaptık/tahakkuk ettirdik?
Söyleyeyim: Senelerdir, bir hiç uğruna, hep kendimizi kandırdık ve kandırıyoruz!..
İnsan haklarına sâhip bir adâlet sistemimizi yerleştirebildik mi?
Maarif sistemimizi çağın/zamanın icaplarına göre tanzim edebildik mi?
Yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızı, millî sermayemizi koruyarak geliştirebildik mi?
Her yaştaki insanımıza huzurlu ve güvenli bir hayat teminatı sunabildik mi?
Geleceğe dâir, gençliğimize, bir ‘Büyük Türkiye ülküsü/ideali’ verebildik mi?
Şahsen, ben, hepsine hayır, diyorum!..Hayır!..
Gelişmedik mi? Nankörlük de etmeyelim!..Elbette geliştik!..Fakat, biz, bir gelişirken; adamlar beş gelişti, bunu da unutmayalım!..
Bu sebeple; harcadığımız bunca emeğe ve mesâîye yazık oldu diyorum!..
Peşinde kıvranıp durduğumuz ve bizi almadılar diye de durmadan mâzeret uydurduğumuz, biraz ümit verdiklerinde de havâî fişeklerle kutlamalar yaptığımız Avrupa bahsinde, Mehmet Âkif Ersoy, bundan yüz seneyi aşkın bir zaman önce “bir hakikatin gerçeğini” haykırmıştı. Acı çekmişti. Acı çekenlerini acısını hissetmişti.
Meselâ; bir şiirinde diyor ki:
“Siyasetin kanı: servet, hayâtı: satvettir;
Zebûn-küş Avrupa bir hak tanır ki, kuvvettir!”
(Bknz. Âkif, Safahat, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İst. 1974, Sf. 267)
Batı’yı anlamak için bu iki mısrâ kâfi gelmez mi?
Âkif, 1912’de yayınladığı “Uyan” başlıklı şiirinde ise şöyle der:
“Ey koca Şark, ey ebedî meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyyet et.
Korkuyorum Garb’ın elinden yarın,
Kalmıyacak çekmediğin mel’anet. “ (Bknz. Âkif, Safahat, S. 304)
1912 yılında, “UYAN” başlıklı şiirinde “Korkuyorum” diyen Mehmet Âkif, acaba, niçin 1921’de yazdığı İSTİKLÂL MARŞI’mıza “KORKMA!” diye başlıyor?
Âkif’in şiirlerinde bu tür uyarıları çok görürüz.
Fakat, işin ucunu bize de çevirerek sitemden de öte, âdeta bir öfkeyle uyarılarda bulunur:
“Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi;
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi!..”
Diyerek, gaafillere de kükrer. (Bknz. Âkif, Safahat Sf. 226)
Böylece; bize neyin gerekli olup olmadığını da, üzüntüyle haber verir/uyarır:
“Bakın mücâhid olan Garb’a şimdi bir kere:
Havâya hükmediyor kaani olmuyor da yere.
Dönün de âtıl olan Şark’ı seyredin: ne geri!
Yakında kalmıyacak yeryüzünde belki yeri!
Nedir şu bir sürü fenler, nedir şu san’atler?
Nedir bu ilme tecelli eden hakikatler? “(Bknz. Âkif, Safahat, Sf. 264)
Bunları söyleyeli yüz seneden fazla zaman geçti!..Biz, hâlâ, her şehre bir/birkaç üniversite, her ilçeye bir yüksek okul açmakla ‘ilim’ yaptığımızı sanıyoruz!..Dünya üniversiteleri arasındaki yerimize bakınca, durumun vahameti, zâten, kendini göstermektedir!..
Bugün; Gazze başta olmak üzere, Doğu Türkistan’da, Kırım’da, Kerkük’te ve dünyanın pek çok yerinde mâsumlar ve bilhassa çocuklar can vermektedirler.
Allah ü teâlânın günahsız yarattığı bu yavruları –ekranda- görmek bile insanı ürpertiyor, dehşete düşürüyor!..
Netanyahu, Bidon, Macron, Scholz, Putin, Şi Cinping, ve başka suskunlar…sizler, hiç çocuk olmadınız mı? Sizin çocuklarınız, yeğenleriniz, torunlarınız yok mu? Nasıl bir kalp taşıyorsunuz ki, merhametten mahrûmsunuz!..Ve utanmadan da gülebiliyorsunuz!..
Tabiî ki, bizim de aklımızda bulunması gereken şeyler var:
Meselâ; Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu da seneler önce şöyle demişti:
“Türk ve Müslüman ülkelerden geçiniyor Batı. Türkler bir uyansa Avrupa’nın işi bitti, Avrupa bizden yardım dilenecek…Onun için adamların niyeti “TÜRK” lâfını tarihten silmek.” (Bknz. Sinanoğlu, Hedef Türkiye, Otopsi Yayınları, 6. Basım, Sf. 71)
Evet!..”Türkler bir uyansa…”
Devam ediyor:
“Dünyada gelmiş geçmiş en büyük medeniyeti kuran kimlerdir, biliyor musunuz? Şu an Çin sınırında, fiziken de katliamdan, soykırımdan geçirilmekte olan Uygur Türkleridir.“ (Bknz. Sinanoğlu, a.,g.,e., Sf.100)
“Rusya’sından tutun da Amerikasına kadar, bütün bunların derdi nedir biliyor musunuz?
“Endülüs’ü sildik, bu Türk ve Müslüman lâfını Anadolu’dan söküp atamadık ama, 2000’in sonunda bu işi bitireceğiz. İşte bütün dertleri budur.” (Bknz. A.,g.,e., Sf. 109)
Sözün özü: Türk, artık, kendine gelmelidir!..