Medenîliğin ölçüsü ahlâklılıkla yâni adâletle, nezâketle, tevâzûyla ve hoşgörüyle başlar; okumakla ve yazmakla gelişir. Cihânşümûl olmanın yolunu ise, kendi gayretimiz tâyin eder.
Şâyet, bir mekânın mensupları, ahlâkî değerlerden mahrûmsa, oradaki ilim ve san’at faaliyetlerinin insânî vasıflara fazla bir katkısı olmaz.
Beşikdüzü; benim, doğduğum-büyüdüğüm, T(ı)rabzon’un en batıdaki ilçesidir. İlk ve ortaokulu burada okudum. ‘Post-Nişîn’e Mektuplar’ adlı kitabımdaki ‘Yeşillikler Okyanusunda’ başlıklı yazım buraya mahsustur. Köyüm Vardallı, ‘Yeşillikler Okyanusu’nun tam ortasında, kuzeyinde Karadeniz, diğer cephelerinde binbir çeşit ağaçların kapladığı derin vâdiler bulunan âdeta bir hilâl şeklindeki Büyükliman’ı temaşâ eder.
1957 yılında, Askerî Lise’ye girince buradan ayrıldım ve ancak, yaz mevsimi geldiğinde bir-iki ayımı bu güzellikler içersinde geçirebilmem nasip oluyor!..
Bu yaz, ilçem Beşikdüzü’nde çok sevindiğim bir faaliyetle karşılaştım. Hemen hemen her seviyeli okulun bulunduğu yirmibeşbin nüfuslu (yaz mevsiminde bu nüfus beş-altı katına çıkıyor) bu ilçeye, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı öncülüğünde bir kütüphâne açılmış.
Kütüphâne Sorumlusu Kadriye Sağlam’dan aldığım bilgiye göre; Beşikdüzü nâhiye iken, Hükûmet Konağı/Nahiye Müdürlüğü olarak kullanılan, 1900’lü yılların başlarında yapılmış olan târihî bina, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gayretleriyle tefriş edilip, dokuzbin civarında da kitap hediye edilerek hizmete başlamış.
Kadriye Sağlam, “Hasan Âli Yücel Kütüphânesi” ismi verilen bu kültür merkezinin Beşikdüzü Belediye Başkanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösterdiğini, şu an itibariyle de onbin civarında kitaba ulaşıldığını ve kitap bağışı beklediklerini ifade etti.
Gerek kütüphâne Sorumlusu Kadriye Sağlam’ı ve gerekse, kütüphâne elemanı Emre Kadıoğlu’nu çok gayretli ve çok faal gördüm.
Bu hizmete vesile olan herkesi takdir ve tebrik etmek hepimiz için millî bir görev olmalıdır. Böylece; bu târihî binamız da, güzel ve faydalı bir hizmet için değerlendirilmiştir.
Bilhassa, çocuklarımızın ve gençliğimizin istikbâli için kütüphânelerin, konferans salonlarının, laboratuvarların ve s(ı)por sahalarının çok önemli olduğunu her zaman ifade etmişimdir. Türkiye’miz, bugün, bu kuruluşlara –bina olarak- arzu edilen seviyede ulaşmış olmasına rağmen, elde edebildiği verim bakımından maalesef yeterli değildir.
İnsanımızı, kahvehâne köşelerinden uzak tutmanın çârelerini, sosyo-kültürel bir mesele olarak iyi tahlil edememişiz. Bu hususta yayınladığım “Yeni Türk Sosyolojisinin Menfî Unsurları”’ (Bknz. M. Halistin Kukul, Wwwkapsamhaber.com-16 Temmuz 2023) başlıklı makalem, mevzuyu aydınlatıcı mahiyettedir.
Bu münâsebetle, iki hâtıramı naklettikten sonra, kütüphâne meselesine tekrar döneceğim:
Birincisi; bu târihî binanın girişinde, soldaki ilk odada, ilk defa hâkim karşısına çıktım. Sene, 1954’tür. Beşikdüzü Merkez İlkokulu’nu bitirmiştim ve ortaokula girecektim. Nüfus kaydıma göre, yaşım çok küçüktü. Mahkeme kararıyla bir-iki yıl büyütülmesi gerekiyordu. Babam ve iki şahitle birlikte, hâkim huzuruna çıktım. Çıkma sebebi, fizikî olarak, o yaşa uygun olup olmadığımın hâkim tarafından bizzat teşhisiydi...İki yaş büyütüldüm ve böylece ortaokula girebildim!
İkincisi; ‘Darbelerle Harbiyeli Olmak’ adlı kitabımda da yazdığım gibi, 21 Mayıs 1963 hâdisesi sebebiyle, mezun olmakta iken, Kara Harp Okulu’ndan atıldım. Ardından, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi F(ı)ransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdim. Son sınıfa geçtiğim 1966 yılında, tasarladığım bir meseleyi, o zamanki Beşikdüzü Belediye Başkanı’yla paylaşmak istedim. Yirmi dört yaşımı sürüyordum. Yarım sayfalık bir metin hazırlayarak, Belediye Başkanı (merhûm) Hüseyin Ateş Bey’den görüşme talebinde bulundum.
Kendimi tanıttıktan sonra; Beşikdüzü’nde bir ‘kitaplık’ açılmasını arzu ettiğimi söyledim. O zamanki belediye binası, şimdiki Kaymakamlık binasının yerindeydi. İki katlıydı. Alt katta, denize bakan cephede, bir çay ocağı; güney-doğu cephede postahâne ve batı cephesinde ise, boş bir mekân bulunuyordu.
Belediye Başkanı, çok nâzik bir şekilde, “Benden ne istiyorsun?” diye sordu. Elimdeki yazı metnini uzatarak dedim ki; “Bu yazıyı, Beşikdüzü’nün haftası olan perşembe ve hafta başı olan pazartesi günleri belediyenizin hoparlöründen okumama müsaade eder misiniz?…”
Müşfik bir edâyla kâğıdı elimden aldı ve okudu.
-Nasıl yapacağız? Diye sordu.
-Efendim, dedim, aşağıda boş bir mekân var, size/Belediyenize ait olduğunu öğrendim. Burası güzel bir halk kütüphânesi olabilir!
Teklifim kabul edildi. Yazıyı, birkaç sefer belediye hoparlöründen okudum. Vatandaşları, Beşikdüzü Belediyesi’ adına, ‘kitap bağışına’ dâvet ettim. Aklımda kaldığına göre, Mustafa Gözaçan ve kardeşi Fikri Gözaçan yardımcı oldular. Beyaz bir bez üzerine, kırmızı boyayla, “Beşikdüzü Halk Kütüphânesi” yazılı bir pankartı, belediye binasıyla, şimdilerde yıkılan bir bina arasına astık.
Kısa zamanda, binin üzerinde kitap bağışı geldi. Tahsis edilen yere raflar yaptırmaya başladık.
Ben, fakülteme döndüm. Mezun oldum. Başka bir il’e tâyin edildim. Peşimden, bir dernek kurulmuş, buna sevindin. Ancak, çok geçmeden dernek dağılmış. Buna da üzüldüm.
Çok zaman sonra –sanıyorum 1980’lerden sonra-, sınıf arkadaşım Mehmet Can, Belediye Başkanı seçildi. Kendisini ziyâret ederek kitaplar hakkında bilgi ricâ ettim. Araştırdı. Hiçbir bilgisi olmadığı gibi, ortalıkta kitap da yoktu.
Bugün itibariyle aradan (elliyedi) sene geçti. İlçeme bir kütüphâne açılmış; şimdi, ben sevinmeyeyim de kim(ler) sevinsin, demeyeyim mi!..
Şimdi de, “Hasan Âli Yücel Kütüphânesi”ne döneyim:
1. İsme, elbette, itirazım olamaz. Ancak, bina girişinin sol tarafında “Hasan Âli Yücel Kütüphânesi” tabelası varken, sağ tarafında da, doğma-büyüme Beşikdüzülü olan “Raif Karadeniz Caddesi” tabelası, bize, göz kırpıyor, gülümsüyor. O’nun da hakkını vermeli, diye düşünüyorum…Demem o ki; bu kütüphâneye, 1939-1943 yılları arasında Gümrük ve Tekel Bakanlığı ve 1943-1946 yılları arasında da Ticaret Bakanlığı yapmış olan Beşikdüzülü Raif Karadeniz’in ismi uygun düşerdi. Zâten; binanın girişinde, Hasan Âli Yücel’e tahsis edilmiş geniş tanıtımlı bir bölüm bulunmaktadır.
2. Bu târihî binanın anagiriş kapısının üst kısmında, Arap harfleriyle yazılmış, tanıtım bilgisi mevcuttur. Elbette ki, bu da, tarihî bir hüviyete sahiptir. Bu yazı da, aslına sâdık kalmak şartıyla, ehil bir heyet tarafından günümüz Türkçesi’ne çevrilerek kayıt altına alınmalıdır.
3. Buna ilâve olarak; binanın kısa bir ‘tarihçesi’, bir tabelayla, yine, anagiriş kapısının uygun bir yerine konulmalıdır. Meselâ; binanın yapım târihi, hangi maksatla yapıldığı, kim(ler) tarafından yapıldığı/yaptırıldığı, kaç defa yandığı ve tâmir edildiği, binaya sonradan yapılan kat ilâvesi vs…belirtilmelidir.
4. Binanın dış cephesi, boyanmamalıydı. Tıpkı, hemen yanıbaşında bulunan 1913 yılında inşâ edilmiş olan Merkez Câmisi gibi, târihî dokusu bozulmadan aslına sâdık kalınmalıydı.
5.Kütüphânede, öncelikle, Beşikdüzülü, şâir, yazar ve ilim adamlarının –siyâset dışı-sohbet yapmaları sağlanmalıdır.
6. Okullar açılınca, her seviyeli okul öğrencilerine günler tahsis edilerek, kütüphâne tanıtılmalı, kitap sevgisi aşılanmalı, sohbetlere katılım sağlanmalı ve okuma teşvik edilmelidir.
Sözün özü; böyle bir kütüphanenin hizmete sunulmasında emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.
İlçemiz Beşikdüzü’ne hayırlı olmasını temennimle, kitap bağışlarınızı bekliyor, çocuklarımızın ve gençlerimizin , onun salonlarını tıklım tıklım doldurmalarını arzu ediyorum!..