Nezâket dîni, İslâm; nezâfet dîni, İslâm; muhabbet dîni, İslâm; müsâmaha dini, İslâm; güzellik dîni, İslâm; iyilik dîni, İslâm; doğruluk dîni, İslâm; fazîlet dîni, İslâm; cömertlik dîni, İslâm; ilim dîni, İslâm; güzel ahlâk dîni, İslâm; aşk dîni, İslâm; sevgi dîni, İslâm; akıl dîni, İslâm; izzet dîni, İslâm; merhamet dîni, İslâm; adâlet dîni, İslâm; hürriyet dîni, İslâm…
Müslümanların yaşadığı ve hüküm sürdüğü mekâna ise, ‘İslâm diyârı/İslâm dünyâsı’ diyoruz!..
Bu diyâr; misk gibi kokmalı, güzellikler orada yeşerip vücûd bulmalı, doğruluk orada fazîlet meş’alesini tutuşturmalıdır!..
2023 yılının Ramazan-ı şerîf ayının sonlarındayız!..Hattâ, bu gece, KADİR GECESİ!..Kadr sûresinin 3. âyetinde: “Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır” buyruluyor.
Peki; bu diyâr, böyle mi kokuyor; güzellikler, orada, böyle mi yeşerip vücûd buluyor; doğruluk, orada fazilet meş’alesini tutuşturuyor mu, ne dersiniz?
Şerîf; şerefli, mübârek demektir. (Bunu; Amerikalıların, sheriff’iyle karıştırmamak lâzımdır)
Bir Müslüman olarak, - bu diyârların ne hâllerde bulunduğunun idrakiyle- bu şerefli ayın hakkını vermeliyiz!..
Tabiî ki, yukarda saydığımız sıfatlar, sâdece bu aya mahsus olmamalı, her zaman olmalı/yaşanmalıdır.
Bir defa; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hûd, 112) âyeti ve “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” hadîsindeki, “’dosdoğruluk” ve “güzel ahlâk”ın rehber edilmesi bile, her şeyi düzeltir.
Cemiyet düzeninin âhengi için, bu ikisini uygulayabilmemiz dahi yeterli değil midir?
“Dosdoğruluk”un içinde ne yok ki!..
”Güzel ahlâk”, insanlar arası münâsebetlerde hangi mutabakatın kapısını aralayamaz!..
Başlık olarak aldığım söz; Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî hazretlerine aittir. Dîvân-ı Hikmet’inde şöyle buyurur:
“Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden”
(Bknz. Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983, Sf. 63)
“Kâfir de olsa”ya dikkat edilmelidir!..Evet; “kâfir de olsa!...Kaldı ki, ‘kâfiri’ değil de, Müslüman’ın Müslüman’ı ‘incitmesi’ne riâyet eden var mı?!..
Yâni, düşünmek lâzımdır ki, şu anda, Müslüman, Müslüman’la ne hâldedir?
Şanlı Peygamberimiz de, bir hadîslerinde şöyle buyurmaktadırlar: “İnsanların en hayırlısı diğer insanlara faydalı olandır”.
Bizim kültürümüzün temeli de buna dayanmıyor mu?
Peygamber Efendimiz de, bütün insanlara/insanlığa “güzel ahlâkı tamamlamak üzere” gönderilmedi mi?
Peki; nedir bu, bağırma kültürü?
Peki; nedir bu, hakîr görme, aşağılama ve kibir kültürü?
Peki; nedir bu, el-kol hareketleri ve surat ekşitmeleri!..
“İnsanlara faydalı olmak”tan ve “en güzel ahlâk”tan bunu mu anlıyoruz?
Ahmed Yesevî’; “kâfir de olsa” sözünü, niçin söylenmiştir?
Ya, “incitme” ve “gönül incitenden” kelimeleri!..Ne kadar hassas, ne kadar nâzik, ne kadar tesirli ve ne kadar düşündürücüdür!..
Yûnus Emre’nin;
“Kişi bile söz demini dimeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz”
(Bknz. Yûnus Emre dîvanı, Hazırlayan: Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, bky yayınları, İstanbul 2006, Sf. 69)
Mısrâlarındaki derin ‘sosyolojik mânaları’ anlamamakta niçin ısrar edilmektedir?
“Söz demini” yânî ‘kararını/ayârını/ölçüsünü’ bilmek ve “sözün kemi”nden yânî ‘kötüsünden/acıtıcısından/inciticisinden’ kaçmak ne mübârek ve muazzez bir hâldir!..
Yâhut;
“Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan
Şer’ün evliyâsıysa hakîkatde âsıdur” (Bknz. A.,g.,e. Sf. 30)
Mısralarındaki; hiç kimseyi ayırmaksızın yapılan bir “gönül ziyâreti”/gönül seferberliği ve yine, “cümle yaradılmışa” ifadelerini, yukarda zikrettiğimiz âyeti kerîmeler ve hadîs-i şerifler hükmünde iyi tahlil etmeliyiz.
“Cümle yaradılmış” tâbirinde, ‘kimler’ ve ‘neler’ bulunuyor, düşünmeyecek miyiz?
Söyleyelim:
Dinliler-dinsizler olmak üzere bütün insanlık âlemiyle; bütün cemat/cansız, nebat ve hayvanat bunun dâhilindedir!..
Aksi takdirde; şimdilerde, bizde ve dünyada yaşanan ‘çirkin ve yaralayıcı sözlerden’ ve “ kaba tavırlar”dan uzaklaşılması mümkün değildir.
Yine; Ahmed Yesevî hazretleri:
“Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen” (Bknz. Prof. Eraslan, Sf. 55)
Derken de, kişi ayırmaksızın, kimsenin hangi inanç ve kavimde bulunduğuna bakmaksızın, “gönlü kırık”lara ve “yolda kalmış mazlumlara”, “merhem ol” ve “hemdem ol” demektedir.
Bütün bunlara, Yûnus Emre’nin mısralarıyla şöyle bir cevap da verebilir ve târihin, sanki hiçbir şey değişmeden devam ettiği görülebilir:
Yûnus diyor ki;
“Beğler azdı yolından bilmez yoksul hâlinden
Çıkdı rahmet gölinden nefs göline talmıştır". (Bknz. A., g.,e., Sf. 63)
Mübârek dînimizin ve millî kültür değerlerimizin tahribatı, cemiyet olarak, bizi, büyük sıkıntılara sokmaktadır.
Şu anda; bu mübârek günlerde bile, ölçü, kaçmış değil; ölçü diye bir şey kalmamıştır!..
Konuşma üslûbu ve âdâbı, -tâbiri câizse- ‘taban’ yapmıştır/yerlebir olmuştur!
O hâlde;
Söyler misiniz, bu diyârda; kendilerini, (âdeta, birinci sınıf) Müslüman diye târif ve tavsif edenlerin, bırakınız ‘kâfiri’, bunların bâzılarının bizzat kendileri tarafından i n c i t i l m e y en bir tek Müslüman var mıdır?
Ramazan-ı şerîfiniz ve Kadir Geceniz mübârek olsun, Efendim!..