İnsanız!.. Pek çok şeyi, iş işten geçtikten sonra idrâk ederiz de, denenmişleri/tecrübe edilmişleri/ yaşanmışları, bâzen bilerek ve bâzen de gafletten, tekrar denemekten asla vazgeçmeyiz!...
Kişi olarak da böyleyiz; cemiyet ve millet olarak da böyleyiz!..
Mehmet Âkif Ersoy’un; Balkan faciasının yaşandığı günlerde, 5 Şubat 1330 (1912) tarihinde yazdığı 'Uyan!' başlıklı şiiri, bugün bile üzerinde düşünülmesi gereken mısralardır.
On kıt’alık bu şiir, topyekûn, içinde ‘bütün Müslüman kavimleri’ni de içine alan bir ‘üst şuûr’ veya –belki de- 'üst şuûrsuzluk' olarak karşımıza çıkar.
Bu ‘şuûrsuzluk’, burada, bir tenkit olarak ele alınarak değerlendirilmelidir. Yâhud da, bu, gecikmiş de görünse, bir ‘nefs muhasebesi’ olarak kabul edilmelidir.
O günün şartlarında öyleydi, bugünün şartlarında da böyle yâni hemen hemen aynıdır!..Kişi, mekân ve zaman kayıtlı olarak, ‘hâdiseler’in oluş-gelişme ve bitiş tarzına bakmak lâzımdır.
Müslüman kavimler, ağırlıklı olarak, ‘Türk-Arap ve Acemler’dir…
Coğrafya olarak; Türkistan’dan, Anadolu’ya,Arap Yarımadası’na, Balkanlar’a, Kuzey Afrika’ya, Batı ve Orta Afrika’ya kadar uzanır.
Devletleri ise,Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs, Afganistan, Pakistan, Çad, Nijerya, Özbekistan, Türkmenistan, İran, Suudi Arabistan, Cezayir, Libya, Katar, Mısır, Sudan, Somali, Umman, Yemen, Irak, Suriye, Filistin, Ürdün, Senegal, Etiyopya, Kenya’yı..sayabiliriz!
Bu Devletleri meydana getiren milletlerde, bâzı ‘kavmî/millî hususiyetleri’ hâriç, onlara yüklenen müşterek unsur, “şark zihniyeti’olarak görülür.
Yanlış anlaşılmasın; bu ‘şark zihniyeti’ dediğim şey, , Batılıların/Avrupalılar’ın veya topyekûn hıristiyanların sözünü ettikleri “Şark Meselesi” değildir. O “Şark Meselesi”, Türk’ü silme ve yok etme meselesidir.
Dr. Arslan Tekin, “Türk Adını Silme Planı” adlı eserinde, “Şak Meselesi Bitmedi” başlığını taşıyan bölümde: “Şark Meselesi” Türk’ü imha planının önemli ayağıdır” dedikten sonra şöyle der:
“Şark Meselesi, 1815’te Viyana Kongresi’nde ortaya atıldı. Bu kongrede Avrupa ülkeleri bir araya gelmişti. Rus Çarı Alksandr, kongreye katılan delegelerin dikkatini Osmanlı sahasında Rumların üzerine çekmek, ilgilenmelerini sağlamak için bir konuşma yaptı. Ancak, Avusturya ve İngiltere Rusya’nın genişlemesini istemedikleri için teklifi reddettiler. Yine Ruslar kongrede ikili ilişkilerle Osmanlı topraklarındaki Hıristiyanların durumuyla ilgili görüş alışverişine girdiler ve vaziyeti “Şark Meselesi” olarak adlandırdılar. Önce Osmanlı bütünlüğü korunacak, Hıristiyanlar için imtiyaz istenecekti. Sonra mesele mahiyet değiştirdi, Balkanlardan Osmanlı’nın atılması, ardından Osmanlı topraklarının paylaşılması gerektiği söylenmeye başlandı. “ ( Bknz. Arslan Tekin, Türk Adını Silme Planı, Paraf Yayınları 2013, Sf. 30)
‘Şark zihniyeti’ ise, içteki meseledir; ve bilhassa veya en azından, son ikiyüz yıllık dönemden beri, kendini, hem Batı karşısında horgörmenin ve hem de, -tâbiri câizse-, dînî, ictimâî ve fennî ilimlere rağbet etmeyerek, yâni okumayarak/aklı kullanmayarak, âdeta “câmi gölgesinde yatıp, başkasına ahkâm kesme” tezâhürüdür.
Bu zihniyet; nemelâzımcı, boşverici, bananeci, vurdumduymaz olmakla birlikte; ufak menfaatler için ‘dâvayı satmaya’ kadar uzanır. Yerinde saydırıcı’dır…İstismarcı’dır!..
Bir de, “Bizans oyunu” vardır ki, o, hıristiyânî hile, hokkabazlık, entrika ve dalavere’dir.
Hâlbuki, meselâ; Mevlâna Celâledîn-i Rûmi’nin, bundan yediyüz elli sene önce bahsettiği “kazanılmış/hazır bilgi”yi geliştirmek gerektiğini telkin ve tavsiye etmesi düşüncesini, hâlâ üretilmiş/bulucu/icatçı bilgiye çevirememiş bir cemiyet nasıl gelişebilir?
Bugün, aynı nüfusa sahip Almanya ve Türkiye, buna ibretlik örnektir:
Almanya üniversitelerinde üç milyon; Türkiye üniversitelerinde dokuz milyon civarında öğrenci bulunmaktadır. Ancak; Almanya’nın, Times Higher Education 2024 Dünya Üniversite sıralamasında ilk yüzde on civarında üniversitesi bulunurken, bizim hiçbir üniversitemiz bulunmamaktadır.
Bu mesafenin kapatılması ve aşılması için hangi gayret mevcuttur, takdirlere bırakıyorum!..
Batılı zihniyet, akla/ilme değer veren; şarklı zihniyet ise, aklı/ilmi ikinci dereceye iten bir zihniyet olarak görülür.
Aslında; İslâm’ın kazandırdığı üstün değerler, hem ‘îmânî’ ve hem de ‘aklî’ olduğu kadar; îmânî üstün değerlere sahip insanların aklı ve dolayısiyle ilmi ikinci p(i)lâna itmeleri, ondan uzaklaşmaları, bundan yüzoniki sene önce, Mehmet Âkif’in de dikkatini çekmiş ve bu câmiaya “Uyan!” diye seslenmiştir.
Şiirin ilk iki kıt’ası şöyle:
“Baksana kim boynu bükük ağlayan?
Hakk-ı hayâtın senin ey Müslüman!
Kurtar o bîçâreyi Allah için,
Artık ölüm uykularından uyan!
Bunca zamandır uyudun, kanmadın;
Çekmediğin kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa,
Sen yine bir kerre kımıldanmadın!”
Bu, zarîf değil, aksine, ‘medeniyeti zayıf” Batılılar için, “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” diyen Âkif, “bilgi edinmede ve geliştirmede” geri kalmışlığımızı ve birlik olamayışımızı üzüntüyle, sitemle, öfkeyle, hattâ korkuyla ifade eder.
Bunu, beşinci kıt’adaki şu mısralarda da görürüz:
“Dehşet-i mâziyi getir yâdına;
Kimse yetişmez yarın imdadına.
Merhametin yok diyelim nefsine;
Merhamet etmez misin evlâdına?”
Şiirin son iki (dokuzuncu ve onuncu) kıt’aları ise, bugünün (2024’ün) tıpatıp yaşanmışlığıyla örtüşmektedir.
Bu mısraları okuyunca, insan, ister istemez, “Şark zihniyetinde değişen bir şey var mıdır?” diye soruyor:
“Ey koca Şark, ey ebedî meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyyet et.
Korkuyorum Garb’ın elinden yarın,
Kalmıyacak çekmediğin mel’anet.
Hakk-ı hayâtın daha çiğnenmeden,
Kan dökerek almalısın merd isen.
Çünkü bugün ortada hak sahibi,
Bir kişidir: “Hakkımı vermem!” diyen.”
İdrâk sahipleri için başka söze ve açıklamaya gerek var mıdır?
Bugün; ‘şark’ta yaşanan hâdiseler, bunun şâhitliğini yapmıyor mu?
“Garb’ın eli”nin, hâlâ, ’Şark’ın boğazı’nı sıktığının niçin farkında değiliz de hep ayrılık üzreyiz, anlamak mümkün mü?