Türk şiirinde, "vatan" temalı şiir oldukça fazladır. Hattâ, köyden kasabaya, kasabadan şehire, o kadar güzel şiirler yazılmış ve edebiyatımıza kazandırılmıştır ki, bu hususta ciltlerce kitap yazılabilir.
Tabiîdir ki, bu güzel duyguları terennüm eden güzîde şâirlerimizin hepsinin isimlerini bile burada zikretmemiz mümkün değildir.
Namık Kemal, Ziyâ Gökalp, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fâzil Kısakürek, Orhan Şâiik Gökyay, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Ârif Nihat Asya, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Orhan Seyfi Orhon, Bahtiyar Vahapzâde, Mehmet İsmail, Bekir Sıtkı Erdoğan, Feyzi Halıcı, Mehmet Çınarlı, Yavuz Bülent Bâkiler, Abdürrahim Karakoç, Bahaettin Karakoç, Yetik Ozan, M. Halistin Kukul, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Dilâver Cebeci, Nurettin Özdemir...bunlardan bâzılarıdır.
Dünyâ şiirinin zirve ismi Yûnus Emre:
Gezdim Urum ile Şam'ı
Yukarı illeri kamu
Kayseri, Tebriz ü Sivas
Nahcivan Maraş ü Şiraz"
Diyerek, vatanlaşan toprakların/coğrafyaların/mekânların önemine işâret etmiştir.
Bu makalemde, sâdece 'vatan' başlığını taşıyan şiirlerden kısa numûneler sunmakla iktifâ edeceğim. Çünkü; bu mevzû ziyâdesiyle geniştir.
Millî Edebiyât akımının öncülerinden Mehmet Emin Yurdakul'un, bütün milletlere rehber teşkil eden mısrâlarıyla sözü açmak istiyorum:
"Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir."
Şâirlerimiz; Mehmetçiklerimizin/milletimizin vatanlaştırdıkları mekânları nice güzel mısrâlarla anlatırlarken, Türk'ün dili güzel Türkçe'nin de zerâfetiyle, bir Türk vatan şiiri estetiğini de inşâ etmişlerdir.
Nesiller arası irtibatın sağlanabilmesi, en başta, lisân ile mümkün olacağı içindir ki, bir toprağı vatanlaştıran insanların geleceğe mükemmel hitapta bulunması zarûrîdir. Türk çocuğu/Türk genci, millî kültürünün hangi sevinçlerle, sıkıntılarla, eziyetlerle, mücâdelelerle, toylarla düğünlerle bugünlere nasıl intikal ettiğini en iyi şiir/edebiyat vasıtasıyla öğrenir.
Hele de, Peygamber Efendimiz'in, "Vatan sevgisi "îmândandır" mübârek sözleri mevzûbahis olursa, bu sevgi 'aşk" mertebesine yükselir.
Ziya Gökalp'in, Türk milletine tavsiye ettiği 'vatan' ve "millet" ile, Tevfik Fikret'in, "Vatanım rûy-i zemin, milletim nev'i beşerdir" mısrâsındaki aynı değildir. Çünkü; Fikret'in söylediği gibi, ne "vatan" "herhangi bir toprak parçası/herhangi bir arazi"dir ve ne de 'millet' herhangi mes'uliyetsiz ve ruhsuz bir topluluktur.
Gökalp'e göre; dili, an'anesi, dîni ve millî kültürü olan bir 'millet' vardır ve bu da, mensubiyet duyduğu Türk milletidir. O; bu vatanı şöyle târîf eder:
"Vatan, ne Türkiye'dir Türkler'e, ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan."
Her millet, kendi hedefini belirler. Bu hedef istikametinde çalışmasını ayârlar. Türk milleti de, dünyanın en eski milletlerinden biri olduğu gibi, târih boyunca, en çok beylik-devlet ve imparatorluk kurarak geniş coğrafyalarda hüküm sürmüştür. Gökalp'e göre; böyle bir millet için 'vatan', "büyük ve müebbet bir ülke" olan, "Turan" ülküsü olabilir/olmalıdır.
Mehmet Âkif Ersoy ise, bilhassa Millî Mücâdele yıllarında çekilen büyük sıkıntılar ve verilen büyük çaptaki insan ve mal-mülk-toprak zayiatları sebebiyle, "vatan"ın "sahipsiz"liğinden duyduğu kaygıları dile getirerek, uyarıcı tavrıyla, uyuşuk ve nemelâzımcı şuûraltına neşter vurur, onu açar ve ona, "sen"diye hitap ederek gerekli telkini yapar.
"Sahipsiz olan memleketin batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır"
"Memleket=vatan"dır ve "sen=biz=Türk milleti"dir. Böylece; Âkif'teki müşterek temel şuûr da, Gökalp'inkinden farklı değildir.
Yahya Kemal Beyatlı; "şerefli kubbeler iklîmi"nden, "eserlerimiz"e, "halkımız"a, "askerlerimiz"e ve "anlı şanlı cedlerimiz"e ulaşır. O'na göre vatan; bütün mâddî ve mânevî kültür değerlerimizin yekûnünden ibârettir.
Tabiî ki, bunları, "vatan şehirleri" üzerinden naklederek seyrettiği bu "vatan manzaraları" karşısında iftihar hisleriyle dopdoludur:
"Vatan şehirleri karşımda, her saat bir bir
Fetihler ufku Tekirdağ ve sevdiğim İzmir,
Şerefli kubbeler iklîmi Marmara'yla Boğaz,
Üzerlerinde bulutsuz ve bitmeyen bir yaz,
Bütün eserlerimiz, halkımız ve askerlerimiz,
Birer birer görünen anlı şanlı cedlerimiz."
Mithat Cemal Kuntay; insanı/milleti, bayrağı/sembolü ve toprağı/vatanı, iki mısrâya sığdırır. Şehitlik mertebesine ulaşmayı düşünmeyen veya ulaşamayan insanları bulunmayan milletlerin topraklarının "vatan" olamayacağını işâret eder:
"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır!"
Orhan Şâik Gökyay da, Mithat Cemal Kuntay'dan çok farklı düşünmez. Aslında, Türk şiirinde, vatan temasını işleyen bütün şâirler, aşağı yukarı aynı görüş içersindedirler. Farklı olan, sâdece tarzları/üslûplarıdır.
Gökyay; "Toprağın kara bağrında/Sıra dağlar gibi", (şehit) evlâtlarımız bulunmaktadır. Çünkü; Türk milleti, bu ruh hâli ile yaşamış, evlâtlarını bu maksatla yetiştirmiş ve hedefini bu ülkü üzerinde inşâ etmiştir.
Bu Vatan Kimin? başlıklı şiirinden sâdece bir kıt'ayla, bu heyecanlı ve mânâlı fikre nüfûz etmeye çalışacağız:
"Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındar.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir."
Türk şiirinin "vatan şâiri" ünvanlı şâiri Namık Kemal'dir. Vatan Türküsü başlıklı şiirinde, "yiğitler"e hücûm emrini vererek, "vatan"ı, "cümlemizin (hepimizin) vâlide"si olarak görür:
"İşte adû* karşıda hâzır-silâh
Arş yiğitler vatan imdâdına
Arş ileri arş bizimdir felâh
Arş yiğitler vatan imdâdına.
Cümlemizin vâlidemizdir vatan
Herkesi lûtfuyla odur besleyen
Bastı adî göğsün biz sağ iken
Arş yiğitler vatan imdâdına.."
(*Adû= Düşman)
Kaldı ki; Namık Kemal, 1870'lerde, arkadaşı Deli Hikmet'le beraber söyledikleri ve o günlerde vatan içinde bulunduğu vaziyeti tasvir eden Vatan Mersiye'si başlığını taşıyan şiirinde, hissediği dehşetli acıyı şöyle dile getirir:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini
Yoğ imiş kurtaracak bahtı kara mâderini"
Bu mısrâlar, Millî Mücâdele günlerinde, Başkomutan Mustafa Kemal tarafından Birinci Büyük Millet Meclisi'nde okunmuş ve şu mısrâlarla netîcelendirilmiştir:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunun kurtaracak bahtı kara mâderini."
Son Şâirler Sultanı Necip Fâzıl, Destan adlı şiirinde çok geniş bir hüzün manzarası çizdikten sonra, büyük bir ıstırapla, lisânın yani Türkçe'nin, tarihin ortasındaki karmaşa içindeki "vatan"a dikkat çekerek, vatanın hakîkî
sâhiplerinin elinden kaydığını,"vatan"ın, sahtekâr yalakalar elinde ne hâllere sürüklendiğini ifadeyle, "mukaddes emânet"lerin tahribatı karşısında dehşete kapılarak, "Mezarda kan terliyor babamın iskeleti" hükmüne varır:
"Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti,
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emâneti?"
Nurettin Özdemir, Yahya Kemal gibi, "vatan şehirlerini" gezer. Antalya, Posof, Gümüşhâne, Sivas,Kelkit, Zonguldak, Rize, Isparta, Kütahya, Harput, Hakkari, İzmir'den sonra, Ankara/Anıt-Kabir son durağı olur.
Anadolu'yu, bir uçtan bir uca tasvir eder. Yeşillik de, çoraklık da, ıssız geceler de, maden işçileri de, çay toplayanlar da, burcu yıkılmış kalaler de...hârika bir işlenişle, tasvirilerinde yer bulur:
"Vatan,
Antalya'da bir mavi su,
Posof'ta bir çorak tarla,
Gümüşhane'de bir yemyeşil bahçedir.
Vatan,
Sivas Yaylasında
Yıldız bakışlarıyla aydınlanan
Ipıssız bir gecedir.
....
Vatan,
Ankara'da Anıt-Kabir'de
Yanıp da
Sonsuza dek
Sönmeyecek bir meş'aledir."
M. Halistin Kukul'un "vatan"ı, Namık Kemal'in "cümlemizin vâlidimizdir vatan" düşüncesiyle örtüşür. Ona duyulması gereken sevginin asla ihmâle gelmeyeceğini söyler:
"Hep vatan diyorsun, mukaddes ocak;
Ana kucağıydı atana vatan!
Olur mu yiğidim, bu şirin toprak,
Yan gelip, uyuyup yatana vatan?
....
Düşünmeyip dünü, günü, yarını;
Haraç-mezad gören bütün varını;
Kesip hayâsızca şahdamarını,
Yol vermez kendini satana vatan!"
Mehmet İsmail'deki, vatan da, tıpkı Kukul'un "mukaddes ocağı" gibidir. Ondan uzakta kalış, hasretlik çekiş duyguları ileri safhadadır. Veten başlıklı şiirinde bir kıt'a sunuyorum:
"İlk beşik, ilk yuva, ana kucağı,
Övlad bir işıgdır, ana bir ocag;
Uzağa düşdün mü Veten torpağı
Seni sesleyecek, haraylayacag*"
(*Haraylayacag=Çağıracak)
Bahtiyar Vahapzâde, Vatan başlıklı şiirinde, vatanı kaybetmenin hüznünü yaşar; onun, hiçbir şeye değişilmemesi gerekliliği üzerinde ısrarla durur; vatan'ın "evlâda en büyük bahşiş" olduğunu şâirâne bir üslûpla takdîm
eder:
"Çağırır şimdi bütün milleti imdada vatan,
Değişilmez ey oğul, cennete dünyada vatan.
Bize meydan okuyan bilmelidir bir defelik,
Ne satılır, ne verilir binadan yada, vatan.
Sine altında gerek kalp gibi her an dövüne,
Yana yıldız gibi her sözde, her imzada vatan.
Vatan aşkından yücelsin bütün isteklerimiz,
Yaşasın arzuda, amaçta, temennada, vatan.
Ulular uymadı var-servete, yalnız dediler:
En büyük bahşişimiz bizden her evlâda: vatan.
Vatan aşkından alır Bahtiyar öz kudretini
Dövünür kalbi her yeni mısrada vatan."
Zâten; Türk kültüründe, "Ana-vatan" ve "Devlet-baba" rastgele söylenmiş tâbirler değildirler.
Bu iki tâbir; tamamen 'yaşanmışlığın', 'yerleşik sosyo-kültürel hâlin' ortaya koyduğu hakîkatin dile getirilmesidir.
Dikkat edilirse görülecektir ki, şâirlerimizde, vatan, daha ziyâde, "vâlide, ana kucağı, mâder" kelimeleriyle karşılık bulmaktadır ki, o, bu derecede mukaddes, mümtâz, mübârek ve makbûldür.
TOŞAYAD KÜMBET DERGİSİ, SAYI: 51, OCAK-HAZİRAN 2019, SF. 80-82