Okumak ve yazmak, bize, dinimizin emrettiği iki fiildir. Gerek yüce ve mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm ve gerekse Şanlı Peygamberimizin mübârek sözleri, bunlar için numûnelerle doludur. Tabiî ki, sorulacak soru şudur: “Peki, biz, niçin, her ikisinde de çok gerilerdeyiz?”
Cevaplar muhtelif olabilir!..Fakat hiçbir cevap, bugüne kadar tahakkuk etmemiş/ettirilmemiş/ettirilememiştir.
Şüphesiz ki, okumak ve yazmak, ferdî tasarruflardır. Şahsın gönlünden geçmez; aklı, onu muhakeme etmez ve kalemi tutan eli de faaliyete geçirmez ise, yapılacak hiçbir şey yoktur.
Yalnız bir şey var ki, o da, ‘millî maarif sistemi’dir. Bu sistem, şayet, bu iki fiili –ve tabiî ki, tâlim/öğretim ve terbiye/eğitim- hakkıyla tahakkuk ettirebilse ve kişilerin ‘zekâ-kaabiliyet ve arzuları istikametinde’ şekillendirebilse, işin çoğu hâlledilmiş olacaktır. Demek ki, Türk maarifi, bugüne kadar, bunları, başaramamıştır: Çocuklarımıza, gençlerimize hatta yetişkinlerimize okumanın ve yazmanın ‘ciddiyetini/titizliğini/ehemmiyetini’ îzah edip idrâk ettirememiştir.
Peyami Safa, 1958 yılında Milliyet Gazetesi’nde yazdığı “Üslûb Çalışmaları” başlıklı makalesinde şöyle demektedir: (Demek ki, o zamanlar, gazetelerde böyle ciddî edebiyat yazıları yazılabiliyordu. Bugün, bu değer ve kalitede, edebiyat dergilerimizde bile bir yazı bulmamız zordur. Ne kadar geri ve geç kaldığımızı görüyor musunuz? Siyâset değil, ‘partizanlık’ , bizi, harap ve perîşân etti. M.H. K.)
”Dünya edebiyatında “üslûb tiryakileri”, üslûb meraklıları, üslûb delileri, üslûb manyakları” diyebileceğimiz büyük muharrirler vardır. Bunlar yazının ifade tarzına ve plâstik değerine mânalar kadar ehemmiyet verirler. Geçen asırda Fransız edibi Chateaubriant ve Gustave Flaubert bunlardandı.
Chateaubriant meşhur Atala’sının ölüm parçasını M. de Fontaine’a okumuş ve şu cevabı almış: “Olmaz! Olmaz! Bir daha yazınız!”
Muharrir diyor ki:
“Daha iyisini yazacağımı sanmıyordum. Hepsini ateşe atmak istiyordum. Sabahın sekizinden akşamın on birine kadar masamın önünde kadım. Başımı ellerime dayadım. Yazamıyordum. O kadar ümitsizdim.
Fakat gece yarısına doğru ilham gelmiş ve edebiyat kitaplarına geçen örnek parçalar yazılmış.
(…) Chateaubriant, “Les Martyres” adlı eseri için yedi sene çalışmıştır. Hâtıralarında diyor ki:
“Aynı sahifeyi yüz defadan fazla yazdım, bozdum, yeniden yazdım. Bütün eserlerim arasında en kusursuz olanı budur.” (Bknz. Peyami Safa, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976, 175-176)
(François-Rene de Chateaubriant : 1768-1848; Gustave Flaubert: 1821-1880)
Gustave Flaubert’e ait mevzuyu, herkesin, ilgili kitaptan okumasını arzu ediyorum. Bu sebeple, ondan örnek yazmayacağım.
Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in hacimce küçük, muhtevaca büyük bir eseri var. İlk baskısı 1949’da yapılan bu muhteşem kitabın adı “Gençlerle Başbaşa”dır. Bu kitabın “Çalışma Hayatının ve Umumiyetle Muvaffak Olmanın Kanunları” başlığını taşıyan bölümünden, gençlere nasihat olarak söylediği birkaç başlık sunmak istiyorum:
“Bir zamanda yalnız tek bir iş yap, yalnız bir ders bir kitap, hatta bir fasıl üzerinde çalış. Tâ ki, dikkatin ve kuvvetin yayılıp zayıflamasın. Bir zamanda birden fazla iş yapayım diyen, hiçbirini tam ve temiz yapamaz. Dünyaca tanınmış olan büyük İslâm mütefekkiri “İmamı Gazali”ye “İhyail Ulum” adlı muazzam eserini nasıl bir çalışma ile vücuda getirildiğini sormuşlar: Bir zamanda yalnız bir fasıl, bir bahis, bir mesele üzerinde çalıştım, demiş. “ (Bknz. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Gençlerle Başbaşa, Baha Matbaası, İstanbul 1959, Sf. 50)
(İmâm-ı Gazali: 1058-111)
Ord. Prof. Dr. Başgil Hoca, sözünün devamında şöyle diyor: “Fikri çalışmalar için, aynı saatlerde devamlı ve tertipli bir surette, günde iki üç saat bile kâfidir. Büyük İslâm feylezofu İbni Sina, dünyaca meşhur olan (Kitabuşşifa)sını, hergün, sabah namazından sonra, Bağdattaki bir caminin büyük kandili altında oturarak, kuşluk vaktine kadar, yani, takriben iki saat çalışmak suretiyle vücuda getirmiştir. Meşhur İngiliz feylezofu Spencer, muazzam eserlerini, günde iki saat çalışarak yazmıştır. Her sene bin, bin ikiyüz sahifelik eser veren Fransız edibi Emil Zola’ya bu muvaffakiyetinin sırrını sormuşlar: Hergün yalnız üç saat çalışır ve yazarım demiş”. (Bknz. A.,g.,e., Sf. 52)
(İbni Sina:980-1037; Spencer: 1820-1903; Emil Zola:1840-1902)
Başgil Hoca bu bilgilere devamla şöyle der : “Bir mevzu ve mesele hakkında bir yazı veya bir eser yazmağa karar verdiğin zaman, evvelâ, bu mevzu ve mesele üzerinde yazılmış eserleri oku. Tâ ki yazılmış ve söylenmiş şeyleri tekrar edip ömrünü israf etmiyesin.
Gök kubbe altında yepyeni hiçbir fikir yoktur. En yeni fikir, eski bir fikrin yeni bir elbise giymişidir.
Her şeyden evvel, ana dilini iyi konuşmayı ve iyi yazmayı öğren. İnsan için en faydalı olanı kendi ana dilidir.
Dil bilgisi bir gaye değil, bir vasıtadır. Asıl gaye olan, fikir zenginliğidir.” (Bknz. A.,g.,e., Sf. 53)
Yüce ve mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de, bize, “Yaratan Rabbinin adiyle oku!”(Alak-1) diye emredilmesine rağmen, ne yazık ki, okuma ve tabiî ki, yazma meselesinde, aceleciliğimizden dolayı ‘kalite’ noksanlığımız ileri safhada olması bir yana, dünyanın en gerilerinde oluşumuzun sebebini hâlâ idrak edememiş ve hâlâ da lâfazanlıkla vakit öldürür olmuşuz!!!
ÇINGI DERGİSİ, SAYI:79, MAYIS-HAZİRAN 2023, SF. 28