11 Mart 1884, doğum ve 06 Mart 1920 târihi de, ölüm târihidir.
Vefâtının ardından bir asırlık zaman geçmesine ve hikâye kitaplarının okullarda okutulmasına rağmen, Ömer Seyfettin, yaptığı hizmetlere nazaran çok geç anlaşılan bir fikir ve edebiyat önderimizdir.
Ömer Seyfettin, 1903’te, Mektebi Harbiye-i Şahâne’yi bitirerek, Osmanlı Ordusu’na subay olarak katılır. 1909’da Selânik’te 3. Ordu’da görevlendirilir. Balkan Harbi’nde, Yanya kuşatması sırasında esir düşer ve Atina yakınlarındaki Nafliyon kasabasında on ay esir kalır.
36 yıllık ömrünü subaylık, öğretmenlik ve hiç durmadan yazarak geçirir. Yâni, hep zor şartlarda bulunmasına rağmen, hiç durmadan yazmıştır.
Bir subay olarak, bu kadar kısa bir ömre, 81 makale, 159 hikâye, 7 piyes, bâzısı bitmemiş 7 roman, 1 masal ve 71 şiir sığdırmak kolay bir şey değildir.
Ömer Seyfettin; kendisi gibi, Türk milletinin istikbâline dâir millî hassasiyet gösteren Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem’le birlikte, 1912’de çıkardıkları Genç Kalemler dergisinde yapılması gerekenleri tespit edip hedefe doğru kararlılıkla yürümüştür.
Türk edebiyatı ve elbette ki, edebiyatın esas unsuru olan Türk dili sahasında önemli görüşler ileri sürerek bugüne de ışık tutan görüşlerini bundan yüz sene önce ortaya koyan Ömer Seyfettin, 11 Nisan 1911 tarihli Genç Kalemler dergisine yazdığı “Yeni Lisan” başlıklı makalesiyle, Millî Edebiyat akımını da başlatmış oldu.
“Yeni Lisan” makalesinde onaltı ana başlık bulunmaktadır.
Bunlar, sırayla: “Eski Lisan, Edebiyatımız, Millî Edebiyatımız, Şarka Doğru, Garba Doğru, Bugünküler, Hastalıklar, Tasfiye, Nasıl?, Milliyete Doğru, Tasfiye Sarfı, İsimler ve Sıfatlar, İmlâ, Gaye, Ey Gençler, Netice”dir.
Ömer Seyfettin; onbeşinci ana başlığına “Ey Gençler” diye başlıyor ve şöyle diyordu:
“Hâricî düşmanlarımızın kırmızı pençeleri, bu pençelerin zehirli tırnakları içimizde, kalbimizin üzerinde kımıldıyor. Ey gençler, bunları siz duymuyor musunuz? Yirminci asırdaki ve müthiş “ehl-i salib teşkilâtı” silâhsız ve medenî hücumlarını zavallı yetim hilâle, bizim üzerimize, Osmanlı Türklüğüne tevcih ediyor. Beş yüz, altı yüz sene evvelki mağlubiyetlerin intikam heyecanları bugün kabarıyor ve siz, hâlâ uyuyor musunuz?”
Makalenin yayınlandığı tarihin 11 Nisan 1911 olduğunu ifade etmiştim. Yâni, o günden bugüne, yüzondört sene geçmiştir.
Takdirlere sunuyorum: Ne kadar mesâfe aldık?
Ömer Seyfettin; Orhun Kitâbeleri’nden, Kâşgarlı Mahmudlar’dan, Yûsuf Has Hâcibler’den, Ahmed Yesevîler’den, Yûnus Emreler’den, Âşık Paşalar’dan, Gülşehriler’den akıp gelen güzel Türkçemizin yeniden şahlanışa geçmesi hareketinin son öncüsüdür.
Şâyet; Ömer Seyfettin-Ziya Gökalp-Ali Canip Yöntem’in “Genç Kalemler”de başlattığı Türkçecilik hareketi sekteye uğratılmamış olsaydı, bugün, hemen hemen her kelime üzerinde mutabık bir anlayış hâkim olur ve yabancı dil müdâhaleleri ile, uydurukça çıkmazları yaşanmazdı.
Bu hususta, Ömer Seyfettin’in şu cümleleri çok ibret vericidir:
“Her lafzın bediî kıymeti mensup bulunduğu lisan içindedir. Türkçe kelime Türkçe’nin, Arapça kelime Arapça’nın içinde güzeldir. Bir dil içindeki en âhenkli, en güzel kelime başka bir dil içinde buz gibi soğuk, yalan gibi çirkindir.”
Sözü; Ömer Seyfettin’in, millî sembol “Bozkurt” ile, “Türkler” arasındaki konuşmayı mevzû alan “Yeni Gün Ergenekon’dan Çıkış” adlı destan tarzındaki şiirindeki bir dörtlükle bitiriyorum:
“Dört yüz yıl burada kapalı kaldık,
Turan Turan’ diye rüyâya daldık.
Uyanmak zamanı geldi uyanın,
Haydi, Türkler, haydi kılıç kuşanın..”
Son söz olarak şunu söylemeliyim ki; vatan müdafaası için elbette ki, “kılıç” çok mühimdir.
Bugün için “kılıç”; son teknolojiyle donanımlı uçaklar ve gemilerdir.
Ancak; “Kalem, kılıçtan üstündür” şuuruyla; aklımızı kullanmalı, ilim ve sanat yolunda mesâfeler katetmeli ;ve yine son teknolojiyle donanımlı ‘bilgi merkezleri’ne koşmalıyız!..
İnanıyorum ki; Türk Milleti, Türk Devleti ve Türk Gençliği, bunu becerecek ve başaracak zekâya , idrâke ve çalışma azmine sahiptir!..