İkinci müşterek husus ise, her iki çalışmanın da, başlangıçta, " saha çalışması" yâni birebir dağlarda/köylerde/ arazide yapılmış olmasıdır ki, bunun ne kadar zor bir iş olduğunu bilenler bilirler.
Bu iki konferansı tâkip edebilme şansım olduğu için çok bahtiyarım. Tâkip edemeyenlerin ise, çok şeyden mahrûm olduklarını düşünüyorum.
İlk konferans; OMÜ Atatürk Kültür Merkezi Salonu'nda, " Sibirya'dan Anadolu'ya Taştaki Türkler" mevzûlu olup, kıymetli araştırmacı Servet Somuncuoğlu tarafından sunuldu. Başkalarını bilemem ammâ, konferansın konu başlığı bile insanı heyecanlandırıyor. İlk önce, " Ne demek, Taştaki Türkler ? " diyorsunuz, ardından, milâddan önce, birkaç bin yıl evvelki Türk izlerini seyredince/görünce, işin esâsına nüfûz etmeye başlıyor, oturduğunuz yerde dikleniyor, hisleniyor, düşünceye dalıyor ve ister istemez mâzîye doğru yol alıyorsunuz.
Servet Somuncuoğlu, büyük emek ve fedâkârlıklarla on yılı aşan bir sürede yaptığı araştırmalarla, bizleri, Altay, Tanrı ve Ural Dağları'ndaki " kaya resimlerine ve damgalarına " götürmüş ve " kaya resimlerinden damgalara ve damgalardan da alfabeye geçişin ilk numûneleri" yle buluşturmuştur.
Somuncuoğlu'nun söylediklerine göre, bunlar, " târihin seyrini değiştirecek vesîkalar "dır. Zaman içinde ve nesilden nesile, Sibirya'dan Anadolu'ya ulaşan geyik, dağ keçisi motifleriyle balballar, kurganlar ile sâir işâret ve resimler, Türk kültürünün hem ifade ettiği mânâ yüceliği, hem târihî derinliği ve hem de geniş bir coğrafyada hüküm sürdüğünü ispatlamaktadır.
Bir başka deyişle, bu " taşlar "daki resimler, bir nevi, " millî hâfıza" hüviyetini taşımaktadırlar. Diğer önemli bir husus, bu " kaya üstü resimleri" nin daha sonraki dönemlerde, benzerlerinin Kars'ta, Hakkari/ Yüksekova'da ve Ordu/Mesudiye'de bulunmalarıdır. "
O'nunla; Türk milleti, büyük bir mensubunu olduğu kadar, büyük bir " sevenini " de kaybetti. Sâdece Türkiye değil; Türk Dünyâsı da O'nun vefâtıyla çok şeyinden mahrûm kaldı.
Bilhassa Kâzım Mirşan'la başlatılan, binlerce yıl evvelinin Türk târihi araştırmaları, Servet Somuncuoğlu ile yeni bir " tarz" veya " usûl " kazandığı kadar, yeni ve büyük bir " heyecan " , " hareket " ve " hamle"ye de vesîle olmuştu(r).
" Türkler, bir taşı yontup ona tapmayan tek millettir" sözü, Servet Somuncuoğlu'na âittir ve bu sözle, " bir târihî hakikati " daha, bir vecîze hâlinde, bu azîz milletin büyüklüğüne işâret olarak kayda almıştır.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi'ndeki konferansı sırasında ( ben dâhil ) herkes, birbirine, " Doktorası var mı? " , " Hangi üniversitede öğretim üyeliği yapıyor? " , " Bu bilgilere nasıl ulaşabilmiş ? "gibi sorular soruyor, hayretle ve hayranlıkla tâkibe çalışılıyordu.
Bu, buydu ammâ, bizdeki umûmî p(i)sikolojik yapıdan olacak- ve yine herkes- O'nun kadrosunun hangi üniversitede olduğunu ve derecesinin ne olduğunu soruyordu.
O; kendisiydi: sâdece ve sâdece Servet Somuncuoğlu'ydu!
Ben; kendini, daha çok şey söylemek, daha çok faydalı olabilmek için paralayan bir başka konuşmacıya rastlamadım. Servet Somuncuoğlu; dağarcığında bulunan bilgileri-nesi varsa- söylemek istiyordu. Çırpınıyor, demek istediklerini /diyeceklerini bir ân evvel söylemek istiyordu.
Niçin, bilmiyorum!
Sanki acelesi, peşinden bir kovalayanı vardı!
O, nasıl bir " fikir adamı " değil; nasıl bir " fikir işçisi / amelesi / ırgatı" ydı ki, kendini, herkese ve mensubu bulunduğu Türk milletine karşı mes'ul tutuyor ; bir saniyesini bile boşa harcamak istemiyor ve ulaşamadığı bir " kişi" bırakmamaya gayret gösteriyordu.
Yanlış anlaşılmasın; " fikir adamlığı ", -yanlış da olsa-bugüne kadarki " k(ı)lâsik" mânâda, bir nevi- yorulmadan, zahmetsiz, endîşesiz, muhakemesiz ve çilesiz-bir fikir nakilciliği telâkkisi olarak algılanmıştır. Somuncuoğlu'nunki; mes'eleleri bizzat ve bilfiil kökünden ve tamamen kendi emeğiyle ortaya koymak tarzında bir fikir adamlığıdır. Bu sebepledir ki, işin içinde, " düşüncenin de ötesinde" , bir " fikir işçiliği " mevcuttur.
Bu hususta, hangi " bilinmez " varsa, onu sezmeye, keşfetmeye ve bulmaya çalışıyordu.
Konuşmasının sonunda dedi ki: " Genç -yaşlı herkese söylüyorum. Oralarda ( Orta Asya'da / Türkistan'da ) , Türklükle hiç ilgisi-bağı bulunmayanlara, bilucinli, kot pantalonlu , sırtında heybeli-çantalı genç kızlara delikanlılara rastladım. Ellerinde kalem-kâğıt, not alıp araştırma yapıyorlar. Biz, neyi bekliyoruz? Biz, onları, bizi araştırdığı kadar bile olsa, kendimizi niçin araştırmıyoruz? "
Ümit ediyorum ki; yalnız " Taştaki Türkler" mi ? diye soranımız olacaktır/olmalıdır. Ve yine ümit ediyorum ki; " Sudaki/ denizlerdeki ve havadaki Türkler nerededir? " diye de soranımız olacak ve " "karada, denizde ve havadaki Türkler " bahsine büyük bir kapı aralama fırsatına yeniden ulaşacağız.
O'na; Rabb'imden rahmet diliyorum. Mekânının cennet olmasını temenni ediyorum. Duâlarımla!