Tarihî esere sahip çıkmak, millî kültüre, millî benliğe ve millî ruha sahip çıkmaktır. Bunun tahlili ise, başka bir gayrettir. Bu değerlerin içinde, başka unsurlar bile olsa, ‘bizimdir’ düşüncesi, bunu gerektirir.
Muhakkaktır ki, bâzıları, tarihe sahip çıkılmasını, sâdece câmi, çeşme, mescid, kilise, havra/sinagog, köprü, mezarlık, han gibi, maddî unsurlar olarak düşünebilirler. Tarihe sahip çıkmakta, bunlar, elbette ki, çok mühim yer alırlar. Ancak; insan unsurunu asla gözden uzak tutmamak gerekir.
En başta ve en önde insan bulunur!..Bir defa, bunu bileceğiz!..
Şâyet; tarih inşâ edici şahsiyetlerle irtibatı kesersek, bütün saydıklarımızın çok fazlasını, belki de hepsini kaybetmiş oluruz.
İster millî, ister yabancı olsun, bizim topraklarımızda bulunan her tarihî eser bize emânettir ve hem bizim, hem de insanlığın malıdır.
Daha önce de, tarihe sahip çıkmakla ilgili pek çok makale yazıp düşüncelerimi ifade etmiş ve uyarılarda bulunmuştum. Birkaçını arzedeyim:
“Türkiye Taşhanları ve T(ı)rabzon Taşhanı”(wwwkapsamhaber.com-17 Ocak 2024);
“Tarihî Eserler Tahribatı” (Haber Gazetesi, 24 Ekim 2018,Sf. 6);
“1943 Tarihli Tarihî Hançerli Câmisi” (Wwwkapsamhaber.com-26. Ocak 2024);
“Samsun’da Asansörlü Taşhan”(Wwwkapsamhaber.com-27 Ocak 2024);
“Birgi Mahallesi” (Wwwkapsamhaber.com-12 Haziran 2023);
“Tarihî Taşhan’ın Son Mâceraları” (Wwwkapsamhaber,com-13 Nisan 2020);
“Sümelâ Kültür Yolu Festivali Değil; Fâtih Zafer Yolu Şöleni” (Wwwkapsamhaber.com-01 Mart 2024) bunlardan sâdece bâzılarıdır.
Bu kadarı bile, tarihî eserlere karşı ne kadar gevşek, uyuşuk ve ilgisiz olduğumuzun işâretidir!..
Geçen hafta, 26 Mayıs -31 Mayıs tarihleri arasında, bir dost toplantısı vesilesiyle bulunduğum Salihli’de; hem Salihli hakkında ve hem de, 2000 yılında, Celâl Bayar Üniversitesi’nin tertip ettiği Milletlerarası Mevlâna Bilgi Şöleni’ne tebliğ sunmak için gittiğim Manisa’da, bâzı yerleri –tekrar- gezme, araştırma ve haklarında bilgi edinip nakletme imkânım oldu.
Meselâ; Sultan Câmisi ve Mevlevîhâne bunlardan ikisidir ve bu defa, seneler sonra bunlarla da hasret giderme şansı bulabildim.
Elbette ki, bu güzide vatanın her zerresi kıymetli ve güzeldir. Ancak; bâzılarındaki ‘ihmâlleri’ de görünce, insan olarak üzülmemek elde olmuyor. Hattâ, diyebilirim ki, tarihî eserlerini bizim kadar ‘hor gören de’, çok azdır!..
Yirmi dört sene önce, Mevlâna Bilgi Şöleni münasebetiyle de gördüğüm, Yavuz Sultan Selim Han’ın hanımı/Kanunî Sultan Süleyman Han’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan tarafından 1522’de yaptırılan Sultan Câmisi Külliyesi, çok şükür, eskisi gibi bakımlı ve düzgün.
Hele de, bu Külliye’nin içinde yer alan “Hafsa Sultan Şifâhânesi/Tıp Tarihi Müzesi” var ki, mutlaka görülmeye değerdir. Bakımı, titiz ve ciddî yaklaşımıyla idârecilerin ilgisi de, gerçekten takdire şâyandır!...
Sultan 3. Murad tarafından Mimar Sinan’ın Ege Bölgesi’nde, 1585’de yaptığı tek eser olan Muradiye Câmisi de öyle..Yâni, tertipli, bakımlı ve “Ben de varım, buradayım!” diyen bir eser!....
Ne yazık ki, Saruhan Bey’in torunu İshak Bey tarafından 1366’da yaptırılan Manisa’nın en eski câmisi olan Ulu Câmi için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.
Daha tenha bir yerde olmasına rağmen, gerek çevre bakımı ve gerekse içi, asla cezbedici değil..28 Mayıs günü öğle namazını da bu câmide kıldım. Girip çıkan çok az sayıda kişi olmasına rağmen, avlusunun hemen dışındaki musluğun boşa akması bile, ‘israfımızı ve ihmâlimizi’ işâret etmeye yeterlidir ve şahsen beni rahatsız etmiştir.
Aynı gün, peşpeşe, Manisa (Spil) Dağı eteklerindeki Fetih Mescidi’ni ve Çeşmesi’ndeki hârika san’atı ve oradan bakışla, Manisa manzarasını seyrettik. Hepsi hârikaydı!..
Fakat…çevre için, aynı kelimeyi kullanmam mümkün olmayacaktır!..
Bizde, ne yazık ki, adına ne dersek diyelim, dış süsleme, -gösteriş/gözboyama demiyorum-temizlik, cezbedicilik, himâyecilik, sahiplenme hissi, kıymet bilme, bir başkasının gözüyle kendimizi temâşâ, tedkik ve murakabe henüz mevcut değil.
Ne bileyim; tarihî eserlerimize, tabiatımıza/suyumuza, havamıza, ağaçlarımıza, hayvanlarımıza, sokak ve caddelerimize, dağ/tepe/yamaç/vâdi, kıraçlarımıza, niçin bu kadar sevgisiz bakıyoruz, onu da anlamam mümkün değildir!..
Sevmiş görünüyoruz da…iş, bakıma geldi mi, asla ve kat’a!..
Hiçbirinde, birazdan sözünü edeceğim, Mevlevîhâne’de de ve Salihli’ye 7-8 kilometre uzaklıkta bulunan Lidya/Sardes /Sard harâbelerinde de, bu titizlik, belki de ‘ince anlayış’ desem daha iyi olur, maalesef yoktur!..
Savsaklamayı, marifet ; ve, görmemeyi, duymamayı herhâlde zekilik sayıyoruz!..Farklı bir p(i)sikolojiye sahibiz!.
Bu p(i)sikolojimizle, yeni Türk sosyolojisini yeniden tahlil etme mecburiyetimiz vardır.
Mevlevîhâne’de bir hafta süresince, Milletlerarası Mevlâna Bilgi Şöleni münâsebetiyle, tebliğ sunup, tebliğ dinledim ve hatta, topluca, katılımcı ilim adamı arkadaşlarımla birlikte, huzur bulup dinlendik.
Aradan geçen yirmi dört yıllık zaman, oraya girerken, beni heyecanlandırmadı desem, oranın hakkını vermemiş olurum.
Bu Mevlevîhâne’de, genç bir resmî görevli, bize, güzel bir takdim yaptı. Bizleri, asırlar öncesine taşıdı, Türk tefekkürüyle tezyin etti ve Türk milletinin ruh köklerini îzahta, zihnimizi tâzeledi.
Ancak..
Söylemek isterim ki, şahsen, ne ‘ancak’ demekten ve ne de ‘keşke’ demekten hoşlanıyorum; ‘fakat’, ancak diyerek, devam ediyorum:
Hangi tarihî, tabiî ve kültürel eserimize yaklaşsak,’ temizlik’, büyük bir mesele olarak karşımıza çıkıyor…
Bu kadarla da kalsa!..Helâ veya ayakyolu desem çok kişi anlamayacak, ‘wC temizliğine’ riâyette, maalesef sınıfta kalmışız!.
Mevlevihâne gibi mekânlar başta olmak üzere, her yerimiz pırıl pırıl, imrenilir olmalıdır…
Hiçbir ‘toz zerresi’ dahi, mâzeret olarak sözkonusu edilmemeli, söylememelidir!..
30 Mayıs Perşembe günü, Sâlihli’nin Mustafa Bey Köyü’nde bulunan Lidyalıları’nın başşehri olan Sard harâbelerini gezdik. Resimli tanıtım levhalarının birinde, “Sinagogun Konservasyonu ve Restorasyonu” başlığıyla, bu kazının 1960 yılında başladığı ifade ediliyor.
Bu kazı veya incelemeyi kim yaparsa yapsın, Türkçe esas olmalı, esas alınmalıdır!..Ne demektir “konservasyonu”, ne demektir “restorasyonu”?
Ziyâretçilerden bâzılar tarafından, ilk çalışmanın, Amerikalı bir p(u)rofesör başkanlığında yapıldığı söylendi. Zâten, tanıtım levhasında da bâzı önemli bilgiler mevcut..
Okuduğum ve duyduğum bilgiler hâricinde, elbette ki, bizzat müşâhede ettiklerimi de belirtmeliyim…
Lidyalıların paralı askerleri varmış. Bu sebeple de, erken yıkılmış, deniliyor!..
1960 yılından beri, altmış seneyi aşkın bir zamandır ancak bu kadar mesâfe alınabilmiş…Zor iş ve yapılacak daha çok şey var!..Bu zorluğa rağmen, bence, yavaş ilerleniyor!..
Belki, başta yazmalıydım: Harâbelerin hemen girişinde, “SARDES ÖRENYERİ ÇEVRE DÜZENLEMESİ VE ZİYARETÇİ KARŞILAMA MERKEZİ “ yazısı, tam bir ciddiyet örneği olarak takdire şayandır. İçerde, birçok yerde de geniş açıklamalı tanıtım panoları mevcut.
Buna rağmen- umûmî mânada-, ‘tanıtım’, noksan değil, hiç yok denecek derecededir...
Bu noktada da şunu sormam gerekiyor:
“Arkadaş…Sen, bu vilâyetin/ilçenin valisi, kaymakamı, belediye başkanı, kültür müdürü..SÜN!..Bunca tarihî zenginliği olan bir şehrin –ki, hemen hemen bütün şehirlerimiz aynıdır- tarihî, tabiî ve kültürel değerleri hakkında, bir tanecik olsun bir yol işâreti, bir tabelâ, bir ok vesâire konulmaz mı? Böyle bir şehrin tanıtımı, şehir içi ile, girişlerinde ve çıkışlarında yapılmaz mı?
Seneler senelerdir, kaç vali, kaç kaymakam, kaç belediye başkanı, turizm ve kültür müdürleri gelip geçmiştir de, bu ‘şehri tanıtım levhâları/tabelâları/panoları’ nerededir’?!
Böyle mekânlar için, ‘bilgi’ temin edilebilecek, bir sayfalık bir ‘rehber kitapçık’ değil, ‘rehber sayfa/rehbet kâğıtçık’ bile, yerli ve yabancı gezginler için önemlidir ve böyle bir hizmet dahi niçin sunulmaz/sunulamaz?!
Milâddan önceye ait bir mekân, böyle mi tanıtılır?
İlk metal para kullanımının başladığı mekâna da, o muhteşem câmilerimize de aynı dikkat ve ihtimamla sahip çıkmamız ve tanıtımlarının yapılması gerekmez mi?
Bu harâbelerde, garip bir hâl ise, zihnimi karıştırdı. Benzerleriyle, Erzurum Çifte Minareli Câmi ‘de, Kayseri Necibe Gevher Tıp Merkezi’nde ve Samsun Taşhan’da da karşılaşmıştım.
Meselâ; milâddan önceki su tahliye borusunun yanında, p(ı)lâstik borunun işi nedir?
O devirdeki kiremitimsi akaklar’ın yanına yerleştirilmiş, p(ı)lastik borular, hem estetik bakımdan çok çirkin ve hem de, âdeta tarihi inkâr ediyor!..
Erzurum Çifte Minâreli Câmi akakları da/su tahliye boruları da, p(ı)lâstik…Kayseri Nesibe Gevher Tıp Merkezi, lâminant döşeli ve pvc camlı; Samsun Taşhan ise, daha şatafatlı (!) yâni ‘asansörlü’dür!..
Bütün bunlara, -Türkçe’siyle- tarihî eseri ‘koruma/himâye ve tâmirat/onarım dememiz mümkün değildir; aksine, bunlar, asılı bozma’dır-öz’ü tahrip’tir!..
Temennim; yukarıda başarılı örneklerini de ifade ettiğim gibi, itina ve ciddiyetle, ilmî esaslara dayalı titiz çalışmaların yapılmasıdır!..